Müslümanlar Hürriyet ve Güven İstiyor
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 03 Mart 2019
Cuma
Bu memleketin bölünmesini istemiyorsanız, bu devletin batmasını istemiyorsanız, ülkenin çoğunluğunu teşkil eden Müslümanlara zulm etmeyeceksiniz.
“Biz devleti, ülkeyi, milleti ayakta tutmak için İslâm’la ve dindar Müslümanlarla savaşıyoruz…” diyen adamlar ne beyinsiz kimselerdir.
Din ve inanç hürriyeti, dindarların inandıkları gibi yaşamak hakkı ve hürriyeti temeldir, esastır. Bu haklar kısıtlanır, çiğnenirse mülkün temeli sarsılır.
“Biz bütün bu baskıları, hürriyet kısıtlamalarını laikliği korumak için yapıyoruz…” diyenler de şaşırmış kişilerdir. Ülkede laiklik diye bir şey yok, “Devlet dini” sistemi var, siyasî rejim bütün dinî müessese ve faaliyetlere hükmediyor. Olmayan bir laiklik nasıl korunabilir? Efendiler, siz önce ülkede laikliği uygulayınız, din ile devleti birbirinden ayırınız, ondan sonra laiklik edebiyatı yapınız.
İslâm dini ve dindar Müslümanlarla savaşanlar laikliği getirebilir mi? Getiremezler. Çünkü laiklik gelince İslâm dini siyasî rejimin baskı ve vesayetinden kurtulacak, dindar Müslümanlar dinî hizmet ve faaliyetleri kendileri yapacaktır. Müslümanların da Hıristiyanların patrikleri, Musevilerin hahambaşıları gibi müstakil (bağımsız) dinî-ruhanî reisleri olacak yine bağımsız dinî teşkilatları kurulacaktır. Gerçek laiklik, bugünkü yalancı ve sahte laikliğin sonu olacaktır. Dinsizler, baskıcılar, zorlayıcılar, başörtüsüyle savaşan Don Kişot’lar elbette böyle bir şeye razı olmazlar. Çünkü onların varoluşu, temel felsefeleri, dünya nizamları din ile zıtlaşma üzerine kuruludur. Bu zıtlaşma kalkarsa onlar da bitecektir.
Demokrasi din, inanç, inandığı gibi yaşamak hakkını ve haysiyetini verir. Türkiye’nin milyonlarca dindar Müslümanı bu haklara ve hürriyetlere sahip değilse, ülkede tam ve gerçek bir demokrasi yoktur demektir.
Cumhuriyet fazilet demektir. Faziletin olmadığı bir yerde cumhuriyetin ancak ismi ve resmi vardır.
Hiçbir siyasî sistem kendi halkı ile, kendi milleti ile savaşarak pâyidar olamaz.
Türkiye devleti ebed-müddettir. Lakin rejimler, sistemler, düzenler ebed-müddet değildir. Devlet ve rejim birbirinden farklı şeylerdir. Bozuk bir sistemi devlet ile özdeşleştirmek büyük yanılgı, dalalet, beyinsizliktir.
Devleti kurtarmak ve yüceltmek için rejimlerin feda edilmesi gerekir. 1922’de Osmanlı saltanatı sona ermiş, lakin devlet devam etmiştir. Cumhuriyet ilan edildikten sonra da rejimler birbirini takip edip durmuştur.
1923’te Cumhuriyet ilan edilip Mustafa Kemal Paşa cumhurbaşkanı seçildiği zaman Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’nun ikinci maddesinde “Devletin dini İslâm dinidir” yazılıydı.
Cumhuriyet kurulduğunda çok sesli, çoğulcu bir rejim vardı. Sonra tek parti, CHP sistemi getirildi.
Laiklik anayasaya 1937’de, Atatürk’ün ölümüne az kala konulmuştur. CHP’nin altı okuyla birlikte.
1945’te, ikinci dünya savaşının galipleri olan devletlerin baskısıyla Türkiye’ye çok partili sistem gelmiştir. Bu bir rejim değişikliğiydi. 1950’den bu yana ülkemizde üç askerî darbe, bir yarı (örtülü) askerî darbe yapıldı. Sistemler birbirini takip edip durdu. Bugünkü sistem de değişecektir, değişmeye mahkumdur.
Kurtarılması, ayakta tutulması, yüceltilmesi gereken üç büyük değer vardır: ülke, millet ve devlet.
Ülkemizin parçalanmasını istemiyoruz. Türkleri ve Kürtleri birleştiren, bir arada tutan en büyük bağ din bağıdır. İslâm’a ve dindar halka yapılan saldırılar ve düşmanlıklar, dolaylı olarak Türkiye’nin parçalanmasına hizmet etmektedir.
Anayasamız, millî iradenin üstünlüğünü kabul ediyor ama, derin devletçiler. Türkiye’yi tekellerine almak isteyen militan Sabataycılar, egemen azınlıklar, “Hayır, milletin üzerinde biz varız” dercesine haksızlık, baskı, zorlama yapıyorlar.
Hiçbir devlet, kendi halkının çoğunluğuna zıt giderek, kendi halkının din, inanç ve inandığı gibi yaşamak hürriyetini çiğniyerek yücelemez, kuvvetlenemez, pâyidar olamaz.
Hiçbir devlet, çoğunluğun dinî sembolü olan, İslâm dininin muhkem bir farzı olan tesettürle, başörtüsüyle sonuna kadar savaşamaz. Zorlayıcılar, baskıcılar, dediğim dedik zihniyetliler, “Devlet biziz” diyenler, kendi deolojilerini hukukun, demokrasinin, insan haklarının üzerinde tutanlar er veya geç, fakat mutlaka bu savaşı kaybedecekler, yenilgiye uğrayacaklardır.
İran’daki şahlık rejimi de böyle yapmıştı. Sonunda yıkıldı, komşu ve kardeş ülkede bir sürü aşırılık görüldü. Baskı, şiddet, terör devamlı bir çözüm yolu değildir. İspanya Franco’nun ölümünden sonra, faşist bir rejimden demokratik sisteme kolaylıkla geçti. Akdenizin öbür ucundaki o ülkeden ibret ve ders almamız lazımdır.
Biz Türkiye Müslümanları gerçek demokrasi, gerçek cumhuriyet, hukukun üstünlüğü sistemi, temel ve evrensel insan hak ve hürriyetlerine hürmet ve riayet eden bir rejim istiyoruz. Kendi ülkemizde, çoğunluk olarak; Farmasonlar, Sabataycılar, Bahaîler, ateistler kadar hür ve korkusuz yaşamak istiyoruz. Dinimizden, inançlarımızdan, başörtümüzden, namazımızdan, ailemizin veya kızımızın kapalı olmasından dolayı zulme, baskıya, tehdide mâruz kalmak istemiyoruz. Kız çocuklarımızın okullara ve üniversitlere başörtülü olarak gidebilmelerini istiyoruz. Lütuf istemiyoruz, inayet istemiyoruz; haklarımızı istiyoruz.
Dinsizler, Allahsızlar bu ülkede çok küçük bir azınlıktır. Biz Müslümanlar kendi vatanımızda onlar kadar hür, güvenli, korkusuz yaşamak istiyoruz.
Bütün samimî, ihlaslı, irfanlı, basiretli, firasetli, sağduyulu Müslümanlar din düşmanlığını lanetledikleri kadar din sömürüsünü, din rantı yemeyi de lanetlemektedir. Türkiye’de kutsal İslâm dininin siyasete alet edilmesini, arivistlerin ve soysuzların şöhret ve zenginlik vasıtası olmasını istemiyorsak Müslümanlara tam bir din hürriyeti verilmesi gerekir.
Dinsizliğin sonunda bakınız ülke ne perişan hallere düştü. Dünyada parası en fazla düşmüş memleket biziz. Cumhuriyet’in ilan edildiği yılda bir Amerikan doları seksen kuruş (0,8 TL), bir İngiliz sterlini 1,1 TL ediyormuş. Şimdi sterlinin değeri bir milyon lirayı geçti, dolar 700 bin liraya yaklaştı. Ülke gırtlağına kadar iç ve dış borça batmıştır. Kokuşma bütün siyasî ve sosyal bünyeyi sarmıştır. Rüşvet, emanete hıyanet, yalancılık, ahlâksızlık umumîleşmiştir. Eğitim, üniversiteler, medya, sanat ve kültür faaliyetleri (Nâdir istisnalar dışında) can çekişmektedir. İslâm bu milletin kimliğidir. İslâm’a savaş ilan edenler millete, devlete, vatana savaş açmış olurlar. 18 Kasım 2000