Pazartesi

 

Allah’a ve Resûlüne iman ettik diyoruz; İslâm dinimizdir, Kur’ân düsturumuzdur diyoruz. Diyoruz ama şu halimize bakınız. Biz ne biçim Müslümanlarız?

Zillet, esaret, rezalet içinde yaşıyoruz. Yaşamak mıdır bu?

İman ettik diyoruz ama ezelde, Elest Bezmi’nde yaptığımız ahd ü misakın şartlarını yerine getirmiyoruz. Resûle biat etmişiz ama o biatın gereklerini yerine getirmiyoruz.

Çoğumuz namazı bırakmış şehvetlerine uymuş vaziyette.

Para şehveti,

Mal şehveti,

Zenginlik şehveti,

Lüks ve konfor şehveti,

Riyaset şehveti,

Ün ve alkış şehveti,

Benlik şehveti,

Tek kelimeyle dünya şehveti…

Dünya ve şeytan bizi pençelerine almış.

Ahiret ve hesap vardır diyoruz ama sözde kalıyor bu inanç.

Ezanlar okunur camiye gitmeyiz, cemaate katılmayız.

Resûl ne diyor:

“Mescid’de yerime bir vekil bırakayım, yanıma birkaç genç alayım, biraz da yakacak temin edeyim ve cemaate gelmeyenlerin evlerini yakayım istiyorum…”

Bir rivayette “Evlerde kadınlar ve çocuklar olmasaydı böylelerinin evlerini yıkardım…” buyuruluyor.

Müslüman geçiniyoruz ve ezan okunurken caminin önünden geçip gidiyoruz. Sahi biz ne biçim Müslümanlarız?

Nefs-i emmârelerimiz bizi iyice bağlamış, köle etmiş.

Resul “Onların dinleri para, kıbleleri karıdır” buyuruyor. Sakın biz onlardan olmayalım?

Kur’ân “Onlar kendi aralarında merhametli, kâfirlere karşı şiddetlidir” buyuruyor. Biz ise, salih din kardeşlerimize düşmanlık ediyor, fâsık, facir ve kâfirlerle iyi geçiniyoruz can ciğer.

Allah ve Resûlü kanaatkâr, iktisatlı, tutumlu, mütevâzı olmayı emr ediyor. Biz ise elimize fırsat ve imkân geçince Nemrud ve Fir’avun gibi saçıp savuruyoruz.

Allah’tan korkmadan, Peygamber’den hayâ etmeden, halktan utanmadan yüzbinlerce dolarlık veya euroluk lüks otomobiller ediniyor ve bunlara binip Neron gibi, Şeddad gibi, Ebû Cehil gibi caka satıyoruz.

Ümmet-i Muhammed’in bir kısmı aşsız, işsiz, sefil ve perişan sürünüyor. Bizim hiç umurumuzda mı?

Peygamber “Her gün bir melek şöyle nida eder: Ey bugün yapılan binalar, yıkılmak üzere inşa ediliniz; ey bugün doğan insanlar, ölmek üzere doğunuz… Bizim kulaklarımız, vicdanlarımız, kalplerimiz duymuyor bu nidaları. Gözümüzü dünya şehvetleri bürümüş.

Peygamber dünya şehvetine düçar olanları şöyle târif ve tavsif ediyor:

“Onlara bir vâdi dolusu mal verilse yine doymazlar, ikinci vâdiyi isterler. Onların gözünü ancak toprak doyurur…”

İslâm’ın şartları sadece beş değil, başka nice farzlar var. Bunlardan biri de emr-i mâruf nehy-i münker yapmak, yani iyiliği emr etmek, kötülüğü yasaklamaktır. “Bir İslâm toplumu bu farzı külliyen terk ederse Allah’ın gazabına uğrar, azab iner tepelerine” buyuruyor Resûl. Bizim bundan haberimiz var mı?

Toplumdaki kötülükleri kanıksamışız. Debbaghâne işçileri gibi burunlarımız ve vicdanlarımız kötü kokulara alışmış.

Bir kısım kardeşlerimiz yanlış yolara girmişler.Onları, gereği gibi uyarmıyoruz.

Allah’ımız, peygamberimiz, dinimiz, Kur’ân’ımız bize “Kâfirleri dost ve velî edinmeyiniz…” buyuruyor. Biz ise şu üç günlük yalancı dünya menfaatleri ve ikbâl uğrunda İslâm düşmanı azılı ve saldırgan kâfirlerle işbirliği ve ittifak yapmaktan çakinmiyoruz, utanmıyoruz.

Dinimiz bizi uyarıyor:

Bu dünya geçicidir, aldatıcıdır, oyalayıcıdır; sebat ve kararı yoktur. Sakın aldanmayın, sakın oyalanmayın, sonra zarar edersiniz diyor. Biz ne yapıyoruz. Bu uyarılar kulaklarımıza girmiyor ve bu fâni dünyayı kendimize yalancı, şeytanî bir cennet haline getirmek için çırpınıyoruz.

Bize “Ölüm sizlere, ibret ve nasihat olarak yetmez mi?..” buyurulmuş; biz ölümden de ibret almıyoruz.

Dinimiz faydalı ve değerli ilim üzerine kuruludur. Biz ilmi, okumayı, bilgeliği bırakmışız boş şeyler peşinde koşuyoruz.

Her gün şeytan kutusu karşısına geçiyoruz ve kıymetli vakitlerimiz fısk, fücur, küfür, nifak, şikak, süfliyât ile heder ediyoruz.

Allah’ın bize ihsan ettiği nafakaların, nimetlerin bir kısmını muhtaç kardeşlerimize, sıkıntı çeken insanlara veremiyoruz. Cimrilik ne kadar kötü bir şeydir.

Peygamber bize dilinizi tutun buyuruyor. Biz ise her gün bin türlü lisan günahını bile bile işliyoruz.

Din bize yalan söylemeyi yasaklamış.Bizde yalanın biri bin paraya.

Din bize emanetlere hıyanet etmeyi yasaklamış. Biz ise işleri, makam ve mevkileri, memuriyetleri, vazifeleri ehil ve layık olanlara değil;

-Yakınlarımıza,

-Akrabamıza,

-Arkadaşlarımıza,

-Parti veya cemaat mensuplarına peşkeş çekiyoruz.

Bir kısım sözde islâmcıların yemediği halt kalmadı. Bizim bir kısmımız hâlâ onları destekliyor, onları alkışlıyor, onlara taraftarlık ediyor.

Kur’ân, Musevîleri ve Hıristiyanları, birtakım büyüklerini erbab (rabler) haline getirmekle suçluyor. Biz ise bu kınamadan ibret almıyoruz da onlar gibi birtakım hocaefendileri, cemaat başkanlarını, efendi hazretlerini, baronlarını putlaştırıyoruz.

Kur’ân bize “Ayrılmayın, parçalanmayın, hepiniz Allah’ın ipine sımsıkı sarılın” diye nasihat ediyor. Biz ise bin cemaate, hizbe, fırkaya ayrılmışız, Ümmet birliğini paramparça etmişiz, kardeşlerimizle irtibatı kesmişiz.

Peygamber “Zamanındaki İmam-ı Kebir’e (Emîrü’l-mü’minîne) biat etmeden ölen kimse sanki câhiliye ölümü ile ölmüştür…” buyuruyor. Bizim ise ne İmam-ı Kebir’den, ne Emîrü’l-mü’minînden haberimiz var. Aklımız fikrimiz altın ve gümüşte, dolar ve euroda, derâhim ve denânirde.

Dinimize, Kitabımıza, Peygamberimize, Şeriatımıza, mukaddesatımıza saldırılıyor. Biz gereken tepkiyi gösteremiyoruz.

Misyonerler gece gündüz propaganda yapıyor, ülkemizin her yerinde cirit atıyor, biz ise yan gelmiş yatıyoruz.

Yabancılara toprak arsa, ev, tarla, bahçe satın alma hakkı verildi. Biz parayı bastırana vatanımızı satıyoruz.

Felluce’de din ve iman kardeşlerimiz mukaddes Kadir gecesinde ağır yaralı olarak camilerde kurşuna dizildi. Biz mütecâviz kâfirlerin ve zâlimlerin mallarını boykot etmekten bile âciziz.

Hiçbir ağırlığımız kalmamış. Kelle sayısı bakımından çoğunluk bizde ama keyfiyet ve ağırlık bakımından hiçiz.

İçimizden bazı beyinsizler diyalog ve hoşgörü paravanası ardında, ibrahimî dinler sloganıyla sanki üç hak din varmış gibi konuşuyor, propaganda yapıyor. Biz buna karşı da gereken reaksiyonu gösteremiyoruz.

Üzerimize ölü toprağı serpilmiş sanki.

Tarihe bakınız: Nice toplumun, içlerindeki beyinsizler yüzünden yurtları harap olmuştur.

Macaristan’da Eğri adında bir şehir vardır. Vaktiyle orada İslâm bayrağı dalgalanıyor, minarelerde ezan okunuyordu. Gerileye gerileye, hezimete uğraya uğraya Edirne’ye kadar çekildik. Şimdi elimizdeki bu son küçük vatanı da, beyinsizliğimiz, hıyanetlerimiz yüzünden kaybetme tehlikesiyle karşı karşıyayız.

Ne zaman uyanacağız, kendimize geleceğiz, dinimize gerçekten sarılacağız, dünya sarhoşluğunu ve şehvetlerini ne zaman terk edeceğiz?

İsrafil aleyhisselâmın suruyla mı?

Çok geç olacaktır o zaman! 28 Aralık 2004