Müslümanlar Nasıl Olmalı?
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 10 Mart 2019
Müslümanlar çok konuşuyorlar, az iş yapıyorlar. Halbuki onların çok az konuşmaları; kendilerini işleriyle, amelleriyle, halleriyle göstermeleri, isbat etmeleri gerekir.
Müslümanların inşa ettikleri cami, okul, yurt, han, ev, apartıman ve sair binalar sanat boyutlarıyla, güzellikleriyle, mimarî katsayılarıyla, estetik yönleriyle çok üstün olmalı, onları gören herkes hayran kalmalıdır. Şimdi böyle mi?
Müslümanlar Türk dilini ve edebiyatını en güzel, en zengin, en üstün şekilde kullanmalı; içlerinden çıkan şairler, romancılar, edibler, sanatkârlar öyle eserler, öyle edebî âbideler ortaya koymalı ki, düşmanlar ve karşıtlar bile onları takdir etmeli. Şimdi böyle mi?
Müslümanlar giyimde kuşamda, dekorasyonda, güzel sanatlarda, geleneksel sanatlarda, şehircilikte, bahçecilikte birinci olmalı. Ülkenin en güzel giyinen, en zarif kadınları tesettürlü hanımefendiler olmalı. Paris modacıları bile onları örnek almalı. Şimdi böyle mi?
Müslümanlar ahlâkta, fazilette, görgüde, dürüstlükte rakiplerinden fersah fersah ileri olmalı. İslâm’ı temsil eden kişiler asla yalan söylememeli, vaadinden dönmemeli, emanetlere hıyanet etmemeli.
Müslümanlar ihlâs, istiqamet, mürüvvet, ihsan, âlicenablık, kerem, şecaat, hikmet, iyilik yapmak, insanlığa hizmet etmek hususunda daima önde olmalı.
Müslümanlar ilimde, irfanda, ilmî araştırmalarda, kültür faaliyetlerinde, çare ve çözüm bulmada karşıtlarının çok önünde olmalı.
Müslümanlar adalet, güvenlik, şefkat, merhamet, afv, bağışlama, ezilenlere yardım, çeşitliliğe hürmet gibi konularda insanların en üstünleri olmalı.
Müslümanlar kötülüğe karşı iyilik yapmalı, öyle ki, düşmanlar bile zamanı gelince onlara sığınmalı, onlara güvenmeli, onlara itimad etmeli.
Müslümanlar yeryüzünde Allah’ın, Onun ilahî dininin ve Şeriatının samimî ve sâdık şahitleri olmalı.
Müslümanlar, yeryüzünde milyarlarca insan aç, sefil, perişan yaşarken lükse, israfa, gösterişe, şeytanî ve tâğutî tüketime, egoizme, hedonizme, materyalizme asla yer vermemeli.
Müslümanlar tek bir Ümmet olmalı, başlarına bir İmam-ı Kebir seçmeli, birlik ve beraberlikten kıl kadar bile ayrılmamalı.
Velhasıl Müslümanlar, İslâm’ı hayatlarına tatbik etmeli, kendilerini dine uydurmalı, Kur’anı ve Sünneti esas almalı, geçmiş sâlih din büyüklerinin yolundan gitmelidir.
Böyle olmadan kurtulmak, esaretten hürriyete, zilletten izzete yükselmek mümkün müdür?
Futbol klüpleri takımlarını kurarlarken, hele uluslararası bir oyunda ülkeyi temsil edecek olan millî takım meydana getirilirken idareciler en iyi, en başarılı, en vasıflı, en güçlü, en üstün oyuncuları seçmeye, onlardan müteşekkil bir takım kurmaya dikkat ederler. Çünkü oyuncular vasıflı, güçlü, üstün olmazlarsa müsabakayı (yarışmayı) kazanmak mümkün olmaz. Büyük futbol klüpleri iyi ve başarılı futbol oyuncusu temin edebilmek için gerektiğinde trilyonlar harcamaktadır.
Futbol oyunu işinde böyle olduğu gibi kültür, siyaset, işletme, idarecilik, bürokrasi, hizmet ve faaliyet konusunda da ancak ve ancak iyi ve güçlü elemanlarla başarılı olunabilir. Vasıfsız, güçsüz, çapsız, yetersiz elemanların sayısı ne kadar çok olursa olsun, onlar fazla işe yaramaz, neticede yenilgiye ve iflasa sebebiyet verirler.
Türkiye’de kelle itibarıyla büyük çoğunluğa sahip olan islâmî kesim elli yıldan beri dinî hizmet ve faaliyetler için eleman yetiştiriyor, lakin bu konuda vasfa, güce, üstünlüğe, keyfiyete önem vermiyor. Bizde dini cemaatler, tarikatlar, gruplar, hizipler, fırkalar kendi çocukları, kendi gençleri için şu ucuz edebiyatı yaparlar.
“Bizim çocuklar, bizim gençler pırlanta gibidir…”
Böyle diyenler ancak kendilerini aldatmış olur. İslâm dinine ve Müslüman topluma pırlantalar, elmaslar yakut ve zümrütler değil güçlü, vasıflı, yetişkin, rakiplerinden üstün, başarılı, yeterli, çağ seviyesinde kültüre ve uzmanlığa sahip elemanlar ve bu elemanlardan kurulmuş yine güçlü ve üstün kadrolar gereklidir.
İslâmî hizmetleri, faaliyetleri, işleri idare eden hayırsever kurmay zevat yıllardan beri bu memlekete milyonlarca hâfız, hoca, İmam Hatipli, Yüksek İslâm Enstitülü, İlahiyatlı, tarikatlı, hizipli, fırkalı, cemaatli eleman yetiştirmiştir. Ancak bu elemanlar kendilerinden bekleneni yapamamış bulunuyor. Müslümanların hâlâ çok güçlü, çok vasıflı, çok üstün bir medyası yoktur. Müslümanların bilgi bankaları, stratejik araştırma enstitüleri, dokümantasyon merkezleri, ilmî araştırma müesseseleri, sanat ve kültür evleri, dünya çapında büyük mimarları, tarihçileri, edebiyatçıları, sanatkârları bulunmamaktadır. Bizim milyonlarca “pırlantamız” fazla bir işe yaramamaktadır. İslâm’a, millete, millî kimlik ve kişiliğe, kendi öz kültürümüze, tarihî devamlılığımıza karşı olan küçük bir azınlık bizim ensemizde boza pişirmeye devam ediyor.
Peki benim bahsettiğim vasıflı, güçlü, üstün, yeterli, başarılı elemanlar nasıl yetişir, nasıl yetiştirilir?
Böyle elemanları yetiştirmek için birinci şart IQ’larının, yâni zekâ katsayılarının yüksek olmasıdır. Binaenaleyh dine, devlete, ülkeye hizmet için yetiştirilecek gençlerde ilk bakılacak şey, onlara zekâ testleri yaptırarak IQ’larını öğrenmektir. IQ’su 100’ün altında olan “pırlantalara” kesinlikle yatırım yapılmamalıdır.
İkinci husus, yetiştirilecek adayların bio-jenetik dosyalarının tanzimidir. Sütçü beygirinin tayını fıstık ve üzümle besleseniz o yine istediğiniz yarış küheylanı olmayacaktır.
Üçüncü husus, yetiştirilecek gençlerin uluslararası çağdaş lise kültürü seviyesinde öğretim almalarıdır. Kendi anadilini, Osmanlıca’yı, onun edebiyatını, tarihi, felsefeyi, sosyolojiyi, sanat kültür ve tarihini çok iyi bilmeyen elemanlar, mecâzî manada “büyük futbolcu” olamazlar.
Yetiştirilecek gençlere ahlâk ve karakter terbiyesi de verilmelidir. Yetiştikten sonra din istismarı yapan, mukaddesat ticareti ile milyarlar, trilyonlar vuran, haram helâl demeden devşiren, İslâm’ın ihlas ve istikamet farzlarına önem vermeyen ahlâksız, rezil, soytarı, lüpçü, hokkabaz, üçkağıtçı, arivist, demagog, yalan söyleyen, emanete hıyanet eden, verdiği sözü çiğneyen elemanlarla ve bunlardan müteşekkil kadrolarla doğru dürüst hizmet ve faaliyet yapılabilir mi?
Tarih boyunca büyük devletler kurmuş, büyük fütuhat yapmış, parlak bir medeniyet geliştirmiş; lisan, edebiyat, sanat, kültür, adalet sahasında güzel eserler ve uygulamalar meydana getirmiş olan eski Müslümanlar, bütün bu başarılarını vasıflı, güçlü, ilimli, irfanlı, kâmil nesiller olmalarına borçludur. Allah böyle kimselere yardım eder, böyle olmayanlara başarı vermez.
Müslümanlar için önemli olan kemmiyet değil, keyfiyettir. Kur’an-ı Kerim’de “Nice küçük topluluk, Allah’ın izniyle büyük topluluğu yenmiştir” buyurulmaktadır. Müslümanlar, güçlü, vasıflı, üstün, ahlâklı, faziletli, ihlaslı, istikametli, âlim, ârif, iyi, doğru, güzel elemanlar yetiştirebilir, bunlardan meydana gelen güçlü kadrolar kurabilirlerse zafer onların olacaktır. Bugünkü pırlanta yetiştirme metodu devam ederse hezimetten hezimete, mağlubiyetten mağlubiyete koşup duracağız. 26 Ekim 1998 Pazartesi