Müslümanlar Ne Kadar İlerledi?
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 06 Mart 2019
Cuma
“Müslümanların durumu eskisine göre daha iyidir, ilerleme vardır” diyorlar. Bu hüküm doğrudur, lakin aldatıcıdır. Çünkü mesele enine boyuna, bütünlüğü ile düşünülüp incelenmemektedir. Bu konuda hüküm vermeden önce şu hususları düşünmek gerekir:
(1) Müslümanlar son otuz kırk yıl içinde ilerlemişler, bir yere gelmişlerdir. Acaba, bugün bulundukları yer, gelmeleri gereken yer midir, yoksa onun çok gerisinde midirler?
(2) Tam yirmi sekiz yıl zindanda kalan Mandela, hapisten çıktıktan sonra mücadelesine devam etmiş ve ülkesine Cumhurbaşkanı seçilerek o dehşetli ırkçı rejime son vermiştir. Türkiye Müslümanlarının da, son otuz yıl içinde gereken bütün fedakarlıkları yaparak; aklın, ilmin, hikmetin bütün imkânlarını kullanarak; önlerine çıkan bütün fırsat ve avantajları değerlendirerek hedeflerine ulaşmak için olanca gayretlerini kullanmış olmaları gerekmez miydi?
(3) Önemli olan ilerlemek ve bir noktaya gelmek değil, gelinmesi gerekli olan en ileri noktaya gelmiş olmaktır. Müslümanlar son otuz yıl içinde kurtulabilir, selamete çıkabilir, izzet ve hürriyete kavuşabilirlerdi. Bunda başarılı olamamışlardır?
(4) Yılda yüz milyon metre kumaş dokuma kapasitesine sahip olan bir fabrika düşünelim. Birinci yıl çeşitli aksaklıklar dolayısıyla otuz milyon metre dokuyabiliyor, ikinci yıl, bu rakam elli milyona çıkıyor. Elli milyon oldu diye bayram yapmak, kendini ve başkalarını aldatmak doğru olmaz. Aradaki elli milyon metre açık nasıl izah edilecektir?
(5) Müslümanlar bir miktar ilerlemiştir ama, onların rakipleri, düşmanları, karşıtları daha fazla ilerlemişlerdir. Müslümanların hızı saatte kırk kilometreden yetmiş kilometreye çıkarken, düşmanların hızı yüz kilometreyi bulmuştur. Tek başına ilerleme denilecek sürat artışının, düşmanlarla mukayese edildiği takdirde ilerleme değil gerileme olduğu anlaşılır.
İslamî kesimde son otuz yıl içinde bir sürü akılsızlık, hikmetsizlik, cahillik, hıyanet, gaflet görülmüştür. Birtakım cahil, gafil, hâin adamlar dâvamızı mıncıklamışlar, kimisi ahmaklığı yüzünden, kimisi ahlâksızlığı ve faziletsizliği yüzünden büyük hezimetlere, çöküşlere, kayıplara sebebiyet vermişlerdir.
Türkiye’de İslâm’ın, Müslümanların, islamî hizmet ve faaliyetlerin, islamî hareketin durumu hakkında ucuz, kolay, aldatıcı hükümler vermeyi, “Çok ilerledik…” gibi afyonlayıcı sözler söylemeyi bırakalım da geniş ufuklu, objektif bakışlı uzmanlara, düşünürlere durumumuz hakkında en az birkaç yüz sayfalık büyük ve ciddî bir rapor yazdıralım. Hedefe niçin ulaşamadık, o hususu inceletelim.
Din sömürücüleri son otuz kırk yıl içinde Müslümanlardan milyarlarca dolar para tokatlamışlardır. Böyle bir rapora bu hususta da bir fasıl eklenmeli konu incelenmelidir.
Şu memleketin, şu milletin haline üzülecek kudretim kalmadı. İnsan ne tarafa baksa üzüntü veren, kahreden, kederlendiren kötü şeyler görüyor. Şu siyasetin haline bakınız. Şu iktisadî, ticarî, malî duruma bakınız. Eğitime, üniversitelere, köylere ve kentlere bakınız.
Köylük bölgelerden, kırsal araziden geçiyorum. Tarlalar sürülmemiş, bahçeler bakılmamış duruyor. Köy okullarının çoğu kapanmış. Kahveler dolu, çalışan az.
Şehirler azmanlaşmış. Medya bozuk mu bozuk. Trafik boğucu. İnsan sokağa çıkmaya korkuyor. Hele son zamanlarda her yerde resmî ve sivil polis var.
Caddeleri, meydanları, sokakları dolduran yerli otomobil sellerini gördükçe cinler başıma çıkıyor. Bu kadar kötü, bu kadar zevksiz, bu kadar çapsız, bu kadar demode otomobil nerede görülmüştür?
Banliyö trenleri, vapurlar, minibüsler… Kahvehâneler, kahvehâneler, kahvehâneler… Milyonlarca bezgin halk. Suratlar gergin, bakışlar endişeli…
Para bitmiş pul olmuş. Enflasyon müzminleşmiş. Dış ve iç borçlar gırtlağa çıkmış.
Oturduğum mahalleden beş dakikada bir çalgılar çalarak seçim kampanyası yapan otobüsler geçiyor. Saçmasapan şarkılar, aptalca propagandalar. Oyunu bunların tesiri altında kalarak atacaklara acırım.
Ekmekler bozuldu, yemeklerin tadı tuzu kalmadı. Koskoca şehirde çay kahve içecek nezih ve kaliteli bir yer bulmak için uzun yolculuklar yapmak gerekiyor. Bütün dönerler nefis, hiçbiri nefis değil. Bunlar yalancı dolma gibi yalancı döner mi?
Gençten salağın biri, karşıma geçmiş, “Efendim demin arzettiğiniz gibi…” diye konuşmaz mı? Dilini eşek arısı soksun!
Genç kadın sözde tesettürlü. Başını eşarpla örtmüş, yırtmaçlı bir etek giymiş, ayakkabıları hamam nalını gibi. -Yanında sakallı genç herifle elele sarmaş dolaş yürüyorlar. A câhil karı, bu ne biçim tesettür?
Ne kadar çok yalan söyleniyor. Sahtekârlık ne kadar yaygın hale gelmiş. Bunca çek ve bono niçin ödenmiyor? Reklamlar niçin aldatıcı?
Bunca sahtekâr, soytarı, rezil, arivist, namussuz, şerefsiz, ahlâksız, faziletsiz, alçak, bayağı, sefil, mübtezel, soysuz, musibet, it, uğursuz, fırsatçı, dolandırıcı, kezzab, emanet hâini, vaadinden dönen, hortumlayıcı, lüpçü, ciğeri beş para etmez herif nereden peydahlandı?
Faiz faiz faiz… Riba riba riba. Haram kazançlar. Günah, isyan, fısk fücur, tuğyan, şirk nifak, şikak, fitne fesat… Offf! Bu kadar da olmaz. Dünün haydutları ve eşkiyası bugünün namuslularından daha namuslu imiş. Geçen asrın meşhur şakisi Balçıklı Edhem, bir köyde evli bir kadın ile ilişki kuran öz yeğenini, bizzat kendi eliyle, “Biz eşkiyayız ama ırz düşmanı değiliz!” diyerek kurşuna dizmiş.
Bir sürü alçak ve şerefsiz din düşmanı… Yine bir sürü namussuz ve rezil din sömürücüsü… Bu iki mübtezel tâife bu memleketi ve milleti mahv u perişan etti.
Aydın, okumuş, dış ülkelerde tahsil yapmış bir alay haşarat. Kimi devlet bankalarını soyar, kimi gazetelerdeki köşelerinden, televizyonlardaki kürsülerinden tarihe, millî kimliğe, mukaddesata söğüp sayar.
Âciz, beceriksiz, yetersiz, çapsız birtakım sözde din hizmetkârları. Takunya kafalı, dar ufuklu, görüşsüz, çağ dışı zavallılar. Kimi sahte mehdi, kimi yalancı kutub, kimi icazetsiz şeyh, kimi ganimeti Müslümanlardan toplayan uğursuz. Bu herifler yüce İslam dâvasını mıncıklaya mıncıklaya ne hale getirdi.
Evet artık üzülecek halim kalmadı. 10 Nisan 1999