Müslümanlar Niçin ve Nasıl Bozuldular?
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 10 Mart 2019
MÜSLÜMANLIK ve Müslümanlar için en büyük tehlike din düşmanlığı şeklinde tatbik edilen lâiklik değil, sinsice yürütülen sekülarizmdir. Sekülarizm nedir? Din ile hayatı ayırmak, yaşayışı lâ-dinî hale getirmek demektir. Müslümanlar pek farkında olmaksızın her geçen gün biraz daha dinî tatbikattan uzaklaşıyor. Dini İslam olan on milyonlarca kişi günlük farz namazları kılmıyor. Bir kısım Müslümanlar var ki, onlar haftada bir kere Cuma namazını bile eda etmiyor. Musalli Müslümanlar olmaktan çıkmışlar, musallâ Müslümanları haline gelmişler. Yâni ömürleri boyunca gördükleri namaz, öldüklerinde kendileri için kılınan bir cenaze namazından ibarettir.
“İsteyen inansın… Din bir vicdan işidir… Camiler kapalı mı?.. Ezan okumak da serbest, canı isteyen gidip namaz kılsın… Karışan var mı?..” Din, inanç, vicdan hürriyeti bu kadar dar değildir. Dün hürriyeti kavramının içinde, inandığı gibi yaşamak, dinini hayata tatbik edebilmek hürriyeti de vardır. Böyle bir hürriyetin olmadığı yerde din hürriyeti laftan ibaret kalır. Bir de, rejim madem ki lâiktir, Müslüman çoğunluğa kendi dinî başkanını seçmesine, kendi islamî-dinî teşkilatını kurmasına, dinî eğitim vermesine, özel islam mektepleri, medreseleri, üniversiteleri kurmasına engel olmamak gerekir.
Müslümanlar niçin bugünkü hâle düştüler? Bunun birinci sebebi, medreselerin kapatılmış, gerçek ve icazetli din âlimi yetiştiren yolların kesilmiş olmasıdır. Son devirlerde medreseler zayıflamıştı ama yine de büyük âlimler yetişiyordu. Şeyhülislam Mustafa Sabri, Düzceli Zâhid Kevserî, ElmalılıHamdi, Erzurumlu Ömer Nasuhi Bilmen, Bekir Hâki efendiler gibi güçlü din alimleri, İslam hocaları Osmanlı medreselerinde yetişmişti. Onlar mükemmel Türkçe ve Arapça bilirlerdi. Arapça kitaplar yazabiliyorlardı. Elmalılı Hamdi efendi Fransızcadan bir felsefe eserini dilimize çevirmiştir. Bir İslam ülkesinde yeterli sayıda vasıflı, güçlü din âlimi kalmayınca o ülkede din hayatı dejenere olur, Müslümanlar zillete düşer. Halkı çekip çevirmek Müslüman politikacıların, dindar köşeyazarlarının, adam kıtlığından ortaya çıkmış naylon müctehidlerin, zındıkların işi değildir.
İkinci büyük eksiklik hakikî ve icazetli şeyhlerin, kâmil mürşidlerin çok azalmış olmasıdır. Tasavvuf tekkeleri kapatılmış, zikrullah yasaklanmış, şeyh ve derviş yetişmesine engel olunmuştur. Evet zamanımızda da bir miktar şeyh vardır. Bunların bir kısmı gerçek şeyh değildir. Ne ehliyetleri ne de icazetleri bulunmaktadır. Gerçek ve icazetli şeyhlerin sayısı ise gayet azdır ve ihtiyaca yetmemektedir. Tasavvuf müesseseleri, tekkeler, zaviyeler, dergahlar islamî eğitimin başka bir boyuttaki mektepleriydi. Buralarda ahlâk, fazilet, nefs terbiyesi veriliyor, kâmil Müslüman yetiştiriliyordu. Bir tarikata giren, gerçek ve icazetli bir şeyh efendiye intisap eden kişi olgun bir dindar haline geliyordu. Osmanlı imparatorluğu medrese ve tekke kanatlarıyla, Şeriat ve Tarikat gücüyle ayakta durmuş, maddî mânevi bunca fütuhata nâil olmuştur. Bunlar yıkılınca elbette islamî hayatta da bozulma başlayacaktı.
Bazıları, bizdeki dinî gevşeme ve bozulmanın dinsizlerin yaptığı zulüm ve baskılardan, engelleme ve sabotajlardan kaynaklandığını sanıyor. Hayır, asıl büyük kötülük dindarların kendi zaaflarıdır. Gerçek ve icazetli ulema ve meşayih kalmayınca ortaya birtakım din baronları, maceraperestler, arivistler, demagoglar, soytarılar, ehliyetsiz ve liyakatsiz adamlar çıkmış ve Müslümanları yanlış yollara sokmuşlardır. 15’inci miladî asırda Katolik dünyasında görülen bozukluk ve kokuşma maalesef şimdi bizde şu 15’inci hicrî yüzyılda görülmektedir. Bozuk ve haris din baronlarının İslam’a ve Ümmet’e verdikleri zararı ne militan ateist, ne dinsiz farmason, ne kâfir verebilir. Temel islamî müesseselerin yâkılmış, ülkenin alimsiz ve şeyhsiz kalmış olması yüzünden bizde korkunç bir din sömürüsü vardır. Dini imanı para, zenginlik, maddî menfaat olan ve nefs-i emmârelerine put gibi tapan birtakım küçük adamlar Müslümanları sersemletmiş, islamî hareketi kirletmişlerdir.
Peki bundan sonra ne yapılabilir? Tabiî Allah’tan ümit kesilmez. Lakin bugünkü eğitim sistemiyle Müslümanlar, mâzideki gibi büyük din adamları ve gerçek şeyhler, önderler, kılavuzlar, mürşidler yetiştiremeyeceklerini bilmelidir. Yakın tarihimizde bir Bediüzzaman çıkmış ve tek başına bir orduya bedel hizmet ve fütuhat yapmıştır. Nasıl?Çünkü o çok kaliteli, çok güçlü, çok vasıflı bir din önderiydi. Dinî hizmetlerle dünya menfaat ve ticaretlerinin birlikte yürümeyeceğini biliyordu. Fevkalâde bir zekaya sahipti, yüksek âhlâk ve karaktere mâlikti. İhlas ve istikamet kahramanıydı. Asla tâviz vermezdi. Şimdi böyle zatlar var mı?
Belki bu gençlerden birkaçı ileride İslam’a ve Müslümanlara hizmet edebilir. Böyle bir eleman kaça yetişir? Yekûnu sadece birkaç milyar lira tutan burslarla, yatırımlarla böyle vasıflı, güçlü, üstün Müslümanlar yetiştirilmesi mümkün değildir. Benim hesabımca bir tek adam için bir trilyon (iki milyon dolar) masraf ve yatırım yapılması gerekir. Yatırım yapılan gencin bu işe ehil ve layık olması şartıyla, yoksa harcanan paralar boşa gidecektir.
Dünya globalleşmiştir. ABD ve Avrupa ülkelerinde çok büyük, çok engin bir din hürriyeti vardır. Müslümanlarda, dinî cemaatlerde büyük paralar olduğuna göre ABD, İngiltere, İsveç gibi ülkelerde İslam kolejleri, İslam üniversiteleri kurmak, araştırma enstitüleri tesis etmek mümkündür.
İslam dünyasındaki mektepler, medreseler, üniversiteler yeterli değildir. Eğitimleri çağın altındadır. Oralarda okutulacak elamanlarla kurtuluş mümkün olmaz. Ancak bugünkü gibi birtakım kıpırdanmalar, koşuşturmalar, yetersiz faaliyet ve hizmetler yapılabilir.
İslam’ın önündeki en büyük engel cahil, yetersiz, ufuksuz, liyakatsiz, ehliyetsiz önderlerdir. Bunların peşlerine düşen ve onları maddeten ve mânen var güçleriyle destekleyen Müslümanlar bilmelidir ki, çırpınmaları netice vermeyecektir.
Fikir, plan, program, reçete, çare, çözüm, teklif üretmeliyiz. Özeleştirilerden korkmamalıyız. Din sörümürüsünü mutlaka önlemeliyiz. Aramızda bir tek arivist, şarlatan, bezirgân, soytarı; demagog, barındırmamalıyız. İşleri, hizmetleri, faaliyetleri ehliyetli ve liyakatli kimselere vermeliyiz. Zekâ özürlüleri islamî hizmet ve faaliyetlere karıştırmamalıyız.
Danışma, danışma, danışma… Müslümanlar işlerini ehil kimselere, uzmanlara mu’teber müsteşarlara danışarak görmelidir. İslam dininde din baronluğu diye bir müessese yoktur. Din baronları fetret devrinde ortaya çıkmış kimselerdir. Onlardan köy olmaz kasaba olmaz.
Daha fazla akıl, daha fazla beyin daha fazla din ve dünya kültürü, daha fazla azim, daha fazla vasıf, daha fazla ahlâk ve fazilet, daha fazla hikmet… Karşıtlarımızdan daha vasıflı, daha güçlü, daha üstün elemanlar, hizmetkârlar… İşte bizi kurtaracak şeyler bunlardır.