Pazartesi

Bütün medenî dünyada başörtülü Müslüman kızlar üniversiteye serbestçe gidip okuyorlar. 1997’ye kadar Türkiye’de de, bazı sürtüşmeler ve engellemeler olsa da genellikle bu serbestlik vardı. 28 Şubat post-modern darbesinden sonra siyasî iktidar ve egemen güçler bir başörtüsü savaşı başlattılar. Sıra sonunda İlâhiyat fakültelerine ve İmam-Hatip okullarına geldi. İnsan hakları ihlalleri başladı. Din okullarında ve fakültelerinde tahsil gören kızların başlarını kapatmalarından daha tabiî bir şey olamazdı. Çünkü İslâm Şeriatı tesettürü kesin bir şekilde emrediyordu.

Baskılar arttıkça arttı. Onüç yaşındaki zavallı bir kızcağıza kelepçe vuruldu. Okulun önünde toplanıp içeriye girmek isteyen kızlar resmî vasıtalara bindirilip uzak yerlere atıldı. Ağlaşan ve feryat eden annelere devleti temsil eden biri tarafından “Siz kendinizi bir b.. mu sanıyorsunuz?” diye haykırıldı.

Sağcı solcu, inanan ateist, çağdaş dindar halk ve aydınlar bu gelişmelerden, bu yanlış icraattan rahatsız oldular. Nihayet Millet Meclisi meseleyi ele aldı, Millî Eğitim Bakanı hakkında soruşturma açılması karara bağlandı.

Meclis millet iradesinin merkezi ve mihrakı değil midir? Meclis’in Türkiye’de olup bitenleri araştırması normal bir iş değil midir?

Lakin sayın Başbakan, Millî Eğitim Bakanı hakkındaki Meclis kararına şiddetli tepki gösterdi ve bunu cumhuriyete ve lâikliğe karşı açılmış bir savaş ilan etti.

Onüç yaşındaki bir kız öğrenciye, hiçbir suçu yok iken kelepçe takılması bir sakınca teşkil etmiyor ama din hürriyetini, eğitim hürriyetini engelleyenleri tenkit etmek cumhuriyet düşmanlığı oluyor. Doğrusu bu zihniyete şaşılır.

Sıkıştılar mı, cumhuriyete ve lâikliğe can simidi gibi sarılıyorlar.

Bu milletin, bu ülkenin, bu devletin milyarlarca dolarını iç eden medya patronları ortalığı velveleye veriyor: Cumhuriyet tehlikede, lâiklik tehlikede, çağdaşlık tehlikede!

MHP’liler seçimlerden önce “Bize otuz milletvekili veriniz, şu başörtüsü meselesini bitirelim…” şeklinde konuşuyorlardı. Halk onlara otuz değil, yüzden fazla vekillik verdi. Verdi ama, iktidara geçince onlar sözlerinin tam tersini yaptılar. Meclis grup toplantısında MHP’li bir milletvekili başörtüsü lehinde konuşacak olmuş. Sayın genel başkanları adamcağızı hırpalamış, zılgıt vermiş.

Başörtüsü siyasal İslâm’ın simgesidir diyorlar. Yalandır, safsatadır. Başörtüsü evrenseldir; bütün dinlerde ve toplumlarda vardır, siyasal İslâm’dan önce de vardı. Başörtüsü siyasî bir simge değildir ama başörtüsü düşmanlığı hukuksuzluğun, anti-demokratik zihniyetin, insan hakları ihlallerinin bir simgesi olmuştur.

Peki bu başörtüsü engellemelerinin sonu ne olacak? Örtü düşmanları meramlarına erecek, nihaî zaferi kazanacak mı? Böyle bir şey mümkün değildir. Türkiye’yi Tunus’a benzetemeyeceklerdir. Zaten Tunus’da da gelecekte demokrasi ve insan hakları işleyecek, Müslüman halk serbestçe inandığı gibi yaşayabilecektir.

İktidar ortaklarından birinin genel başkanının MİT ajanı olduğu rivayetleri dolaşıyor. Bu yüzden başörtüsüne karşı çıkıyormuş, lâiklik konusunda militanlık yapıyormuş. Garip söylentilerdir bunlar. MİT ülkenin güvenliği için çalışan bir haberalma teşkilatıdır. Başörtüsü onun vazife ve hizmetlerini ilgilendirmez.

On küsur yaşındaki okul kızlarının başörtülerinin cumhuriyet için bir tehlike ve tehdit olduğunu söylemek cumhuriyete hakarettir.

Bu cumhuriyet başörtülü, tesettürlü annelerin çocuklarının kanları üzerine kurulmuştur. Çanakkale’de, Sakarya’da, Dumlupınar’da şehid olanların anneleri hep başörtülü idi.

Millî Mücadele ateşleri içinde Yunanla savaşan Türk askerlerine, “Bir gün gelecek senin torunlarının başörtüleri ile mücadele edilecek” denseydi savaşa devam ederler miydi?

Efendiler, Türkiye’ye yazık ediyorsunuz. Bu ülkenin, bu halkın, bu devletin başörtüsü diye bir meselesi yoktur. Bu sıkıntı sizin içinizdedir. Bırakın herkes kendi inancına göre yaşasın. Bırakın başörtülü kızlar da okusun, yetişsin, ülkeye ve devlete yararlı olsun.

Bu memlekette herhangi bir Sabataycı, iki kimlikli olduğu, zahirde Müslüman göründüğü, gerçekte Yahudi olduğu için rahatsız ediliyor, herhangi bir hukuksuzluğa maruz kalıyor mu? Bırakın bu memleketin Müslümanları da Sabataycı yurttaşlarımız kadar güvenli, hür, korkusuz yaşasınlar, İslâm dinini günlük hayatlarına uygulayabilsinler. Sabataycıların İstanbul’da birkaç gizli sinagogları var. Gizli diyorum ama MİT, Emniyet, devlet bunları pekâlâ biliyor. Onlara ilişen var mı? Zaman zaman toplanıyorlar, İbranice ve Ladino diliyle dualar ediyor, ilahiler okuyorlar. Maşaallah tuzları kuru, arkaları kuvvetli.

Geçenlerde Dr. Moon tarikatı ülkemizde toplantılar yaptı. Birtakım reformcu İlâhiyatçılar bile bunlara katıldı. Bizdeki siyasî iktidar yabancı tarikatlara son derece müsamahalı (hoşgörülü) davranıyor. Onları hiç rahatsız etmiyor, aksine hoş geldiniz, safalar getirdiniz, buyurun toplantınızı yapın, ülkemizde demokrasi ve hürriyet vardır şeklinde konuşuyor. Aynı toleransı niçin Müslüman tarikatlara göstermiyorlar? Şah Muhammed Bahaüddin Nakşibend’in, Abdülkadir Geylanî’nin, Ahmed er-Rufaî’nin, Hasan eş-Şazelî’nin, Dr. Moon kadar kadr ü kıymeti yok mu?

Masonluk da bir tarikattır. Bu yüzden Atatürk 1935’te Mason localarını kapattırmıştı. Bence bu kapatma, en büyük Atatürk inkılabıdır. Yazık ki, Atatürk’ten sonra Millî Şef İsmet Paşa devrinde localar tekrar açıldı. Hukuk, demokrasi, insan hakları eşitliği emrediyor. Mason tarikatlarına izin verip İslâm tarikatlarını kapalı tutmak eşitliğe ve adalete sığmaz.

Sadede dönelim. Başörtüsü Cumhuriyet ve ülke için asla bir tehdit ve tehlike değildir. Asıl tehlike kokuşmadır, kötü yönetimdir, insan hakları ihlâlleridir, hukuksuzluktur, eşitsizliktir, çetelerin soygunlarıdır, millî kimliğin, kişiliğin, kültürün darbelenmesidir, başörtüsünü öcü gibi gören gayr-i medenî zihniyettir. 16 Nisan 2002