Müslümanlar Seslerini Duyuramıyor
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 06 Mart 2019
Cumartesi
Bilgi, iletişim, globalleşme çağında yaşıyoruz. Devletlerin mutlak hükümranlığı kalmadı. İnsanlık çapında değerler güç kazandı. Sovyetler Birliği dağıldı, Marksizm yıkıldı, Güney Afrika’daki ırkçı rejim tarihe karıştı, Kosova yüzünden Sırbistan’a savaş ilan edildi.
Böyle bir devirde Türkiye Müslümanları, inançlarından ve dinlerinden dolayı zulme ve haksızlığa uğruyor. Acaba onlar bu haksızlıkları ve dertlerini insanlık âlemine duyurabiliyor, yardım isteyebiliyor mu?
Maalesef Müslümanlar seslerini duyuramıyor ve bu yüzden de yardım ve destek göremiyor.
Zamanımızın dünya dili İngilizcedir. Bu dil ile gazeteler, dergiler, bültenler, risaleler çıkartmak gerekir. Uğranan haksızlıkların ve zulümlerin başarılı fotoğraflarla belgelenmesi gerekir. Müslümanlar bunları yapamıyor.
Çağımızda uluslararası insan hakları mahkemeleri vardır. Büyük ve güçlü hukukçuların hazırladıkları dilekçelerle mağdur ve mazlumların (haksızlığa uğrayanların) bu mahkemelere müracaat etmesi gerekir. Müslümanlar bu işi de başarıyla yürütemiyor. Hattâ, en haklı oldukları konularda, kendi yetersizlikleri yüzünden, açılan dâvaları kaybediyorlar.
Amerika Birleşik Devletleri dünyanın en güçlü devletidir. Dünyanın jandarması odur. Türkiye Müslümanları uğradıkları haksızlıkları, mâruz kaldıkları insan hakları ihlâllerini ABD idarecilerine, medyasına, halkına duyuramıyor, onların desteğini kazanamıyor.
Türkiye’de olup bitenler dünyanın insaf ve vicdan sahibi aydınlarına, seçkin kişilerine, nüfuzlu ve tesirli sınıflarına anlatılamıyor.
Bu yetersizliğin sebebi nedir? Müslümanların parası mı yoktur? Hayır, aksine Müslümanlar çok zengindir. Peki asıl sebep nedir?
Maalesef Türkiye Müslümanları ilim, irfan, kültür, ihtisas, araştırma, aksiyon konusunda yetersiz durumdadır. Bırakın dünyayı aydınlatmak için İngilizce yayın yapmak, onlar Türkiye içinde bile güçlü, tesirli, nüfuzlu bir medyaya sahip olamamışlardır.
Baronluklar mozayiği sistemi (veya sistemsizliği) Müslümanların belini bükmektedir. Birbirinden kopuk, çoğu birbirine rakip, herbiri kendi başına buyruk; her biri kendi gazetesine, kendi televizyonuna, kendi medyasına sahip olmak isteyen bir düzine kadar din baronluğu vardır. Bunların baronları yılda iki kere dinî kutsal bayramlarda bile bir araya gelip de el sıkışmaz, kucaklaşmaz. Her birinin ayrı bütçesi, ayrı programı, ayrı siyaseti bulunmaktadır. Ümmet bitmiş, kabile ve aşiret zihniyeti hâkim olmuştur. Türkiye’deki islâmî hareket bir kırsal kesim ve gecekondu hareketine dönüşmüş; Müslümanlar İslâm’ın ve çağın gerisinde kalmıştır.
Bu bozuk sistemde din istismarı ve mukaddesat mıncıklaması almış yürümüştür. Emanetler ehil olanlara verilmediği, aşiret zihniyetiyle “bizdenlere, ihvanlara” dağıtıldığı için işler hakkıyla yürümemektedir.
Böyle bir ortamda mükemmel bir İngilizce ve mükemmel bir üslub ile broşürler ve başka yayınlar çıkartılıp da dünyanın yardımını istemek, dikkatini çekmek mümkün olabilir mi?
İstanbul civarındaki büyük bir köyde resmî bir müdürlük tarafından bir arıcılık kursu açılmış, buna civar köylerden birçok kişi iştirak etmiş, bilgi sahibi olmuş. Kursu başarı ile bitirenlere arı kovanları verilerek yardımcı olunacakmış. Kim verecekmiş bu kovanları?
verecekmiş. Ücretsiz olarak…
Bal üretmek hem kolay, hem zor bir iştir. Kolaydır, zira balı arılar yapar. Zordur, çünkü arılara iyi bakmak gerekir. Onların da bir sürü hastalığı vardır. Arıcılık konusunda bilgisi, ihtisası yetersiz olanlar bu işte başarılı olamaz.
Masonik, kökü dışarıda olan, laiklik ve çağdaşlık için çalışan, dine ve dindarlığa pek sıcak bakmayan Rotary teşkilatı böyle sosyal faaliyetler yapıyor. Köylerde sağlık ocakları açıyor, vatandaşlara iş ve aş temini için kurslar tertipliyor, yardımcı oluyor.
Hangi islâmî vakıf, dernek, cemaat köylere gidip de halka bu şekilde yardımcı olmaktadır?
gibi konularda Müslümanlar şimdiye kadar kaç yerde kurs açmışlar, tezgah kurmuşlar; kaç kişiyi ve âileyi kalkındırmak için çalışmışlardır?
İslâmî kesimde hayırlı hizmetler ve faaliyetler yapmak üzere halktan ve zenginlerden büyük paralar toplanmakta ve bunların büyük kısmı hizipçilik, fırkacılık, cemaatçilik, baronculuk sahalarında ziyan ve israf edilmektedir.
Ülkemizde işsizlik var. On beş milyon vatandaşımız işsiz veya yarı işsiz. Topraklarımızı hakkıyla değerlendiremiyoruz. Bir kısım köylerimizde ve gecekondu mahallelerimizde sefalet var. Halka yardımcı olmak için aile ekonomisi çapında, küçük atölyeler şeklinde binlerce, onbinlerce, yüzbinlerce yeni iş sahasının açılması gerekir. Müslüman kesim bu sahada çalışıyor mu
İslâm bir hayat dini değil midir?
Halka, bilhassa ezilen sınıflara yardımcı olmaları gerekmez mi?
Köylerde neler olup bitiyor haberimiz var mı?
Müslümanların başını çeken din baronları, hazretler, pabucu büyükler ülkenin, halkın, sosyal yapının çatırtılarını duymuyorlar mı?
Hayat bir bütündür, dinî olan ve dinî olmayan diye ikiye ayırma yanlıştır. Bilgili, irfanlı, ahlâklı, faziletli, kültürlü, sorumlu Müslümanlar hayatı bütünüyle kucaklayan faaliyetlere girişmek zorundadır. İşsizlere iş, hastalara tedavi ve ilaç, ezilenlere yardım ve destek temin etmek Müslüman seçkinlerin boyunlarına borçtur.
Misyonerler, masonlar, diğer masonik teşkilatlar sosyal yardım ve hizmetler konusunda ne kadar çalışıyorsa, bizim onlardan yüz kere daha fazla çalışmamız gerekir. Aksi taktirde hayata hâkim olmaktan ümidi keselim. 16 Mayıs 1999