Müslümanlar ve Türkiye’nin Düzeni
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 11 Aralık 2018
Bizdeki bugünkü düzen, sistem, rejim nasıl bir düzendir?.. Müslümanlar arasında bu konuda hayli çeşitlilik ve çekişme var.
Önce düzeni ana hatlarıyla anlatalım:
M. Kemal’in ölümünden sonra çıkartılmış
tesiri azaldı ama büsbütün yürürlükten kalkmadı. Paralarda, pullarda, resmî dairelerde, okullarda, her yerde Atatürk portreleri… On binlerce, belki de yekûn olarak yüz binlerce okulun, kurumun, caddenin, meydanın ismi Atatürk
Laik bayramlarda, önemli açılışlarda, yabancı devlet başkanlarının ziyaretlerinde oraya gidiliyor, törenler yapılıyor, boyun bükülüyor, hazır olda duruluyor,
yazılıyor…
Dünyada iki devletin temsilcileri ve ziyaretçileri Anıtkabire gitmiyor.
Ötekilerin gitmesi mecburî..
Ülkemizde pek yakın bir zamana kadar çok katı, amansız ve acımasız
vardı. Gücü kırıldı ama büsbütün beli kırılmadı.
Egemen azınlık sistemini ve rejimini ayakta tutmak için
yapıldı, çok zulümler edildi.
Okullarda Kemalizm ideolojisine göre eğitim veriliyor. Türkiye’nin çoğunluğu Müslüman ama
Bugünkü düzenin bütün özelliklerini detaylarıyla anlatmaya kalksam, özetini yüz sayfaya sığdıramam.
Bu konudaki çeşitliliklerden birkaçını yazayım:
Eskiden kötü idi, şimdi daha iyi diyorlar. Mantık bakımından hatâ ediyorlar. Eskiden kötü olan bir şey bugün daha iyi olamaz. Olsa olsa
olabilir.
Bir kısım Müslümanlar ise
diyorlar. İslam fıkhının bir kuralı vardır:
Arapçada birkaç çoğul vardır. İkili çoğula
denir. Şer bir kötülük, şerreyn iki kötülük…
Bazı Müslümanlar mevcut düzene particilik taassubu ve holiganlığının pembe gözlüğüyle bakıyor ve tenkit edilmesini istemiyor. Onlara göre bugünkü düzen iyidir, yahut en azından eskisine göre iyidir, her geçen gün iyiye gitmektedir,
Hepsi için söylemem ama bazı dinî cemaatler veya sektler de düzencidir. M. Kemal’e
olduğunu duydum. Onlar Kemalizme vurulan darbelerden çok üzülüyordur ve içleri kan ağlıyordur her halde…
Okullardaki mecburî din derslerinde gerçek İslama uymayan bilgiler veriliyor, beyinler yıkanıyor.
ve
Müslüman çoğunluğu bölmüş, parçalamış, ortaya bir
çıkartmıştır.
Peki Müslümanların içinde İslamî bir düzen taraftarı olanlar yok mudur? Vardır ama onlar da parçalanmıştır.
Bununla da kalmıyor…
Mısırlı ve Pakistanlı
ve
peşinden gidenler…
Sözü uzatmayayım:
Bu düzende İslâm’a, Kur’ana, Sünnete, Şeriata temelden ve esastan aykırı çok zıt çok hükümler vardır.
Bu gibi konularda halkı şahıs ve kurum olarak kimler aydınlatıp bilgilendirecektir? Medreseler kapalı olduğu için icazetli ulema ve fukaha yoktur veya çok azdır.
Ümmet teşkilatı yoktur. Rejimden bağımsız bir
yoktur… Binaenaleyh düzen konusunda her kafadan ayrı ses çıkmaktadır.
, Kur’ân’ın ve Peygamberin
istediği gibi
olsalar, başlarında, kendisine biat ve itaat edilen
bulunsa bugünkü kaos, anarşi ve tefrika olmazdı.
Kesinlikle benimsemem, doğru ve hak bulmam.
Resullah
ile biatli ve irtibatlı olan gerçek din alimleri, fakihleri, mürşidler
kesinlikle gururlu, kibirli değildir. Onlar, kendilerini aşırı şekilde övdürmezler, erbablık taslamazlar.
Biz öyle bir Resulün ümmetiyiz ki,
buyurmuş ve akabinde
cümlesini ilave etmiştir. O Resul-i Kibriya herkesle görüşürdü. Çocuklarla bile ilgilenir konuşurdu. Bir meclise geldiğinde safları yara yara gidip baş köşeye oturmaz, nerede boş yer varsa oraya ilişirdi.
Mescidi temizleyen zenci bir kadıncağız vardı. Kimsesiz, fakir, itibarsız… Bir gün onu göremedi Efendimiz, sordu
Öldü, cenazesini defn ettik dediler. Üzüldü, kırıldı,
dedi.
Gerçek İslam hocaları, gerçek fakihler, gerçek mürşidler, gerçek şeyhler, gerçek din büyükleri; Resulullah Efendimizin yolundan giden, Sünnetini hayata uygulayan kimselerdir.
Onlar asla büyüklük taslamazlar. Büyüklük Allaha mahsustur.
Selatin-i Âl-i Osman (nevvarallahu kuburihim) Efendilerimiz yollardan geçerken, kendi paralarıyla tuttukları münadilere “Padişahım, senden büyük Allah var!” diye nida ettirirlermiş.
Hazret-i Ömer Kudüs’ün anahtarlarını almak üzere yanında birkaç kişi ile yaptığı uzun ve yorucu yolculuktan sonra mukaddes şehre yaklaştığında kendisini karşılayan kumandanları, üzerlerindeki elbiseler ve atlarının takımları güzel ve şatafatlı olduğu için azarlamış, onlar da buranın adetidir, halk baştakilerin kılığına bakar diye beyan-ı mazeret eylemişlerdi. Faruk hazretlerinin gömleği yolda yırtılmış ve kirlenmişti. Bana ödünç bir gömlek verin, onu giyeyim, benimkinin de hemen yırtığını dikin ve yıkattırıverin demişti. Verilen gömlek ketendendi. O zamana kadar hiç keten kumaş görmemişti. Bu nedendir demiş, ketendir cevabını alınca hayret etmişti.
İslam alimlerinde, fakihlerde, mürşid ve şeyhlerde enaniyet, gurur, kibir elbette olmaz. Çünkü bunlar İslam ahlakına, fazilete aykırı kötü mezmum huylardır. Mağrurlar ve mütekebbirler gerçek, muhlis, mürüvvetli alim, fakih, şeyh, mürşid değildir.
Bendeniz eski şeyhleri gördüm. Birbirlerini ziyaret ederlerdi.
her bayram Eminönü müftüsü
hazretlerinin ziyaretine gelirdi. O muhterem zat o kadar mürüvvetli idi ki, Yekta efendi vefat ettikten sonraki bayramda da damadı
gelmiş,
denilince, “Siz, o merhumun bize bir vediasınız, hiç ziyaret etmez miyiz” meâlinde cevap vermiştir.
Eski büyük ulema, fukaha, meşayih, mürşidler birbirlerini ziyaret ederler, bazısı zaman zaman bir araya gelip sohbet yaparlardı.
hazretlerinden sonra gavs olan
son derece mütevazı idi. Bir gün, ziyaretine gelen birisi, şehrin öbür ucunda hasta ve perişan bir köpek gördüm. Uyuz olmuş, derisi iğrenç yaralarla kaplı, kimse yanına yaklaşıp da onu tedavi etmiyor, karnını doyurmuyor deyince o devirde Resulullah Efendimizin varisi, vekili, halifesi durumunda olan o mübarek gavs, yanına bir yardımcı almış, gitmiş köpeği bulmuş, yaralarını eliyle temizlemiş, yıkamış, üzerine merhem sürmüş ve zavallı hayvancağızın karnını doyurmuştu.
Asr-ı Saadette yemeklerin en mütevazı olanı
idi. Fahr-i Kainat efendimiz
buyurmuşlardır.
Gerçek ulemanın, gerçek fukahanın, gerçek şeyhlerin, gerçek mürşidlerin, gerçek büyük hizmetkârların birbirleriyle buluşmaları, sohbet etmeleri, Ümmetin meselelerini müzakere etmeleri, istişare etmeleri gerekir.
Dervişlik gurur ve kibir kabul etmez… Şeyhlik ve mürşidlik ise hiç kabul etmez… Müslümanın büyüklüğü ve kemali tevazu ve mahviyet iledir. 29 Aralık 2012