Cumartesi

 

Son otuz kırk yıl içinde Müslümanları bölmek, bozmak, kafalarını karıştırmak için bir yığın fesat tohumu ekildi. Zihinler allak bullak edildi, bir ve beraber olmaları gereken mü’minler birbirleriyle tartıştırıldı; hadsiz ve hesapsız fitneli ihtilâf çıkartıldı.

1. Mezhepsizlik diye bir anti-mezhep çıkartıldı. Neymiş efendim, her Müslüman bizzat kendi aklıyla Kur’ân’dan, Sünnetten hüküm çıkartabilirmiş… İctihad derecesine yükselmemiş kimselerin Kitabullah’tan, hadîslerden fıkıh hükümleri çıkartmaları mümkün müdür? Değildir ama fesatçılar cahilleri kandırdılar. Büyük din alimi Said Ramazan el-Butî “Mezhepsizlik İslâm Şeriatını tehdit eden en tehlikeli bid’attir” diye kitap yazmıştır ama cahil ve gafiller okumazlar ve dinlemezler. Nice ukala “Asr-ı Saadet’te mezhep var mıydı? Yoktu… Öyleyse mezhep bid’attir…” diye lâf ediyor. Asr-ı Saadet’te Mushaf da yoktu, o halde bugün elimizde bulunan Mushaflar da mı bid’attir? Mezhepsizliği tervic ve teşvik edenlerin delillerinden biri de şudur: Ebu Hanife hazretleri, “Benim ictihadımı doğrulamayan bir hadîs gören o hadîse tâbi olsun…” sözüdür. Fitneciler bir hususu unutuyorlar, yahut sükût ile geçiştiriyorlar. Ebû Hanife bu sözü halka, mukallidlere değil; (varyantlarıyla birlikte) yüzbinlerce hadîsi ezbere bilen ve müctehid derecesine yükselmiş olan fukaha için söylemiştir. Yoksa, ezberinde kırk hadîs bile bulunmayan bakkal, kasap, tacir, doktor, mühendis, veteriner, terzi Müslümanlar için söylememiştir.

2. Dinde yenilik ve reform. Bizim dinimiz ilâhî vahye, Kur’ân’a dayanmaktadır. İslâm’ın ikinci kaynağı ise Resûl-i Kibriya aleyhisselâtü vesselâmın Sünnetidir. Peygamberimiz, Kur’ân’ın beyan ettiği üzere kendi kafasından konuşmaz. Onun Sünneti de ilâhî vahye ve ilhama dayanır. İslâm dininin itikada, ibadetlere, muamelâta ait temel hükümlerinde hiçbir değişiklik, yenilik, reform yapılamaz. Böyle bir şeyi istemek, İslâm’ın mükemmel (en olgun ve tamamlanmış) din olduğunu inkâr etmek olur. Dinde reform ve yenilik, dini bozmak demektir. Bizim dinimiz tahrife uğramamıştır ki, onun reforma ihtiyacı olsun.

3. Tasavvuf düşmanlığı. Şeriata, dinin zahir hükümlerine uygun olmak şartıyla tasavvuf ve tarikat dinimizin kalp, bâtın, ahlâk boyutudur. Tasavvuf Hazret-i Peygamber zamanında da vardı. Tasavvuf Müslümanın olgunlaşması, daha iyi kul, daha iyi Müslüman, daha iyi insan olması için çalışan bir müessesedir. Tasavvuf olmasaydı, Müslümanlar bugünlere gelebilirler miydi? Tasavvuf olmasaydı Osmanlı devleti altı yüz küsur sene şanla şerefle payidar olabilir miydi? Tasavvuf demek ihlâs, takva, büyük ve küçük cihad, mürüvvet, fütüvvet, fazilet demektir. Tasavvuf kötü ve helâk edici huylardan kurtulmak demektir. Tasavvuf nefsini terbiye etmek demektir. Tasavvuf mânen Allah’a yönelmek demektir. Bunları hangi Müslüman istemez?

4. Menfi ve din düşmanı milliyetçilik. Bu tür milliyetçiliği düşmanlarımız çıkartmıştır. Kitaplarında “Kahrolsun Şeriat!” diye yazan Tekin Alp kimdir? Sahte ve takma isimle yazan Moiz Kohen değil midir? Bu adam, niçin Türkçülük ve milliyetçilik yapmıştır? Türklerin kara gözlerine aşık olduğu için mi? Yoksa, Türkleri İslâm’dan uzaklaştırmak için mi? Hakikî Türkçüler ve milliyetçiler bu gibi adamların tuzağına düşmezler. Hiçbir gerçek milliyetçi ve Türkçü İslâm dinine ve onun yüce Şeriatına saygısızlık etmez. Gerçek ve samimî Türkçülerin pîri ve önderi Ahmed Yesevî hazretleridir.

5. Cemaatçilik fanatizmi. İslâm ümmeti içinde farklılıklar ve çeşitlilikler olması çok tabiîdir. Ancak asıl olan birliktir, vahdettir. Ümmet bünyesi içinde mezhep, tarikat, cemaat, zümre olabilir ama kesinlikle mezhepçilik, tarikatçılık, cemaatçilik, zümrecilik yapılamaz. Müslümanlardaki asıl duygu ve şuur “Ümmet mensubiyetidir.” Ümmet duygu ve şuuru zayıflatılır, hattâ büsbütün ortadan kaldırılır; onun yerine şuculuk, buculuk, oculuk fanatizmi ve militanlığı getirilirse Ümmet-i Muhammed, şirazesi dağılmış, sayfaları birbirinden ayrılmış bir kitaba döner, darmadağınık olur. Sonunda esarete ve zillete uğrar.

6. Osmanlı devleti ve hilâfeti düşmanlığı. İlhamlarını Arap dünyasındaki bir takım aşırı kişilerden, fırka ve hiziplerden alan, onlardan teşvik gören birtakım adamlar Osmanlı’nın İslâm uygulamasını alabildiğine tenkit etmişlerdir. Osmanlının tenkit edilecek bazı tarafları olabilir ama Asr-ı Saadet ve Hulefa-i Raşidîn devrinden sonra, bugüne kadar gelip geçmiş islâmî uygulamaların en başarılısı Osmanlı uygulamasıdır. Zerre kadar insafı olan kişi bunu kabul eder. Osmanlı sistemini, devletin gerileme ve çökme devrindeki birtakım eksikliklere bakarak değerlendirmek yanlış olur. Osmanlının bir yükseliş ve kemal devri vardır. Ancak ona bakarak değer, hüküm verebiliriz. Osmanlı düşmanlarına soruyorum: Ona denk bir uygulama gösterebilir misiniz? Türkiye Müslümanları, örneği kendi tarihlerinde aramalıdır.

7. İslâm düşmanlarının plan ve programlarının birinci maddesi “Böl, parçala, hükm et” prensibine dayanır. Müslümanlar birleşirse onların saltanat ve hakimiyetinin sonu gelir. O halde Müslümanlar mümkün olduğu kadar çok cemaate, hizbe, fırkaya, zümreye, gruba ayrılmalı ve bunlar birbiriyle çatıştırılmalı, çekiştirilmelidir. Günümüzdeki Müslüman topluma bakınız. Birbirinden kopuk parçalar, birbirleriyle tartışıp tepişen gruplar, fitne fesat, nifak şikak, tartışma, ‘ben iyiyim sen kötüsün’ salaklıkları, dinî konuları mıncıklamalar…Bu durumdaki Müslümanların zilletten kurtulup izzet bulmaları mümkün olur mu? Maalesef bir takım ahmak din kardeşlerimiz, kâfirlerin kendileri için kazmış oldukları kuyuya kendi iradeleriyle atlamışlardır.

8. Azılı İslâm düşmanları, Müslümanları güçsüz bırakmak için din sömürücülerini dolaylı şekilde desteklemişler, onları Müslümanların başına musallat, tebelleş etmişlerdir. Son otuz kırk yıl içinde din sömürüsüyle yüz milyarlarca dolar toplanmış ve bu paraların büyük kısmı ziyan edilmiştir. Din sömürücüleri Müslümanları plansız, programsız, çaresiz, çözümsüz bırakmışlardır. Din sömürücüleri İslâm dâvâsını ve siyasal İslâm’ı mıncıklamışlar, kirletmişlerdir. Bu hamur çok su kaldırır, fazla konuşmak istemiyorum.

9. Dinlerarası Diyalog ve Evrensel Kardeşlik tuzağı. Kur’ân ne diyor: Allah katında yegâne hak din İslâm’dır diyor… İslâm’dan önceki Şeriatlar hükümsüzdür diyor. Diyalogcular ise “Her üç din de ibrahimîdir…” diyor. Musevîlerin, Hıristiyanların Kur’ân’ı hak kitap, Peygamberimizi hak ve gerçek peygamber, dinimizi hak din olarak görmediklerini, inkâr ettiklerini görmezlikten, bilmezlikten geliyorlar. Dinlerarası diyalog hareketi Müslümanlar için hazırlanmış en büyük tuzaktır. 19 Eylül 2004