Müslümanlara Mektup
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 05 Şubat 2019
Pazar
Sevgili din ve iman kardeşlerim. Biz hepimiz bir ümmet teşkil ediyoruz. Bizim tamamımızı meydana getiren topluluğa Allah Kur’ân-ı Kerîm’de, Peygamber hadîs-i şeriflerinde, İslâm uluları kitaplarında ümmet demişlerdir. Ümmet en medenî, en olgun, en faziletli, en şerefli topluluk demektir. Maalesef biz gerçekten bir İslâm ümmeti, bir Ümmet-i Muhammed olmamışız ve bugünkü perişan ve acınacak hale düşmüşüzdür. Bizim topluluğumuz şu anda ümmet değil, yığınlardan veya sürülerden ibaret bir kuru kalabalıktır maalesef.
Nâçizâne sizlere yazmış olduğum bu mektubu dikkatle okumanızı istirham ediyorum.
Biz 1950’den bu yana, yarım asrı aşan bir müddet içinde neler yaptık? Önce onları sıralayayım:
1. Kırk senede kırk bin cami binası yaptık. Bu iş için yekûnu trilyonlarca dolar tutan harcamalar yaptık. Binaları yaptık ama bunlar İslâm medeniyetine ve kültürüne uygun güzel, estetik, vasıflı binalar olmadı. Sık sık yazıyorum, kırk yılda kırk bin yeni cami yaptık, bunların ancak 40’ı güzel oldu, geri kalan 39.960 tanesi çirkin ve sanatsız oldu.
Bunca cami yaptırdık ama bunların mihraplarına geçecek kaliteli imamlar, minberlerine çıkıp hutbe okuyacak kaliteli hatipler, kürsülerine çıkıp Müslümanları uyaracak kaliteli vaiz ve nâsıhlar (öğütçüler) yetiştirmeyi düşünmedik. Bütün din görevlilerini suçlamak istemem ama bugünkü kalite son derece düşüktür, yetersizdir.
Yetmiş bin camiye helâ yaptırdık… Meşruta (İmam ve müezzin lojmanı) yaptırdık…
On binlerce camiye kalorifer yaptırttık… Pahalı serinletme (klima) cihazları taktık… Camileri hoparlörle, şarzlı ışıldakla, vantilatörle doldurduk…
Yeni cami binalarını halılarla, mermerlerle, çinilerle, yaldızlarla, âvizelerle süsledik veya süslediğimizi zannettik. Kıymetli ve sanatlı eldokuması eski halı ve kilimleri attık da yerlerine paçavra gibi âdi makina halıları ve yaygıları serdik. Evet bütün bunlara yekûn olarak trilyonlarca dolar harcadık son elli yıl içinde.
Bütün gücümüzü Kur’ân Kursu, İmam-Hatip mektebi, İlâhiyat fakültesi açmaya sarfettik. Bunların yanında meslek liseleri, güzel sanatlar kolejleri, geleneksel sanatlarla ilgili mektepler, halkı ve gençliği eğitecek müesseseler kurmayı düşünmedik. Kur’ân kursları ve İmam-Hatip okulları için hesabı yapılırsa akıllara durgunluk verecek miktarlar harcadık.
Daha bitmedi… Birtakım din baronları için her yıl milyarlarca dolar para topladık. Bu paraların yerli yerinde, akıllıca; İslâm medeniyetinin, aklın, hikmetin, çağın gereklerine uygun bir şekilde harcanıp harcanmadığını hiç sorgulamadık, kontrol etmedik…
Bir ara neydi o manzara… Ramazanlarda büyük şehirlerde birtakım dini cemaatler beş yıldızlı lüks otellerde bin kişilik ihtişamlı, israflı, gösterişli, bid’atli, günahlı iftarlar veriyorlardı. Mutfaklarında domuz eti pişirilen, et ve balık yemeklerine beyaz veya kırmızı şarap dökülen, pilava bile şeri (kiraz likörü) konulan o fısk u fücur yuvalarında verilen iftarlar yüce dinimize, yüce Şeriatımıza uygun muydu? Hazret-i Peygamberin (Salat ve selâm olsun O’na) ruhaniyeti böyle bir şeyden hoşnud olur muydu? Bunları düşünmedik…
Zengin olan Müslümanların çoğu ipin ucunu kaçırdı, şaşırdı, dağıttı. Milyon dolarlık lüks meskenler, yüzbinlerce dolarlık yazlıklar, yüz-ikiyüzbin dolarlık lüks limuzinler, israf, safahat, rezalet gırtlağa kadardı.
Allah, Peygamber, onların emir ve yasaklarını ümmete bildiren din uluları bize “Bir ve beraber olup, sakın ayrılıp parçalanmayın, Allah’ın ipine (Şeriata) sımsıkı sarılın, tefrikadan kaçının…” diye emrettiği halde biz bir sürü hizip, fırka, grup, cemaat ve tarikata ayrıldık ve birbirimizle çekişip tepişmeye başladık. İçimizdeki beyinsizler ve pusulasızlar fırka, tarikat ve meşreblerini din ile özdeşleştirdiler, hepsi kardeş olan mü’minleri “Bizden olanlar…Bizden olmayanlar…” diye ayırdılar. Bazılarımız azgınlıkta o kadar ileri gittik ki, din kardeşliği hukukunu ayaklar altına alarak birbirlerini tekfir ettiler (küfürle suçladılar).
Ümmet olmaktan çıkıp, yığın ve sürü haline gelen on milyonlarca Müslüman şu anda vahim bir şifahî kültür, kırsal kesim ve varoş zihniyeti, marjinallik, parçalanmışlık içindedir. Bu yüzden de haklarımızı, hürriyetlerimizi, haysiyetimizi koruyamıyoruz. Davul bizde olsa bile tokmak başkalarında oluyor. Medenî insanlık âlemi tarafından tanınmış olan evrensel ve temel haklarımız, hürriyetlerimiz, haysiyetlerimiz ihlâl edilip duruyor.
O kadar âciz ve güçsüz hale gelmişiz ki, yasal sınırlar içinde bulunan imkânları bile kullanıp da haksızlıkları protesto edemiyoruz. Din düşmanlarının ve din sömürücülerinin oyuncağı ve maskarası durumuna düşmüş bulunuyoruz.
Kırk yılda kırk bin cami, kırk bin cami helâsı, kırk bin meşruta yaptık, bu yeni camilere on binlerce hoparlör taktırdık ama henüz İslâmî bir bilgi bankası, İslâmî stratejik araştırmalar enstitüsü, İslâmî plan ve program merkezi, İslâmî çareler ve çözümler üretme enstitüsü kurabilmiş değiliz.
Ehl-i Sünnet geçiniyoruz ama sistem ve metod itibarıyla tam batınîler gibi hareket ediyoruz. Hazretim yanılmaz… Bizim cemaatin ulu zatı hatâ etmez… Ehl-i Sünnet İslâmlığında cemaatlerin, zümrelerin, hizip ve fırkaların başındaki zatların ismeti (günahsızlığı) diye bir inanç var mıdır? Bizim dinimiz ümmet ve dünya işlerinin danışma ile halledilmesini emr etmiyor mu? Hazret-i Peygamber bile ashabı ile istişare etmemiş miydi?
Hazret yanlış yapmaz, Hoca yanlış yapmaz, Hocaefendi yanlış yapmaz, bizim Ulumuz yanlış yapmaz… Sorgulama yok, hesap sorma yok, kontrol yok… Bu şartlar altında Ümmet’in işleri elbette kötüye gider.
İslâm ümmeti medenî ve şehirli bir toplumdur. İslâm’ın nurları şehirden, medeniyet merkezinden taşraya, kırsal kesime doğru uzanır ve aydınlatır.
Kurtulmak istiyorsak var gücümüzle şehir-medeniyet kültürüne yönelmemiz gerekir. İlme, irfana, eğitime, kitaba, sanata, hikmete sahip olmak için olanca gücümüzü ve imkânımızı sarfetmeliyiz.
Müslümanlar çok faydalı, çok lüzumlu, çok kıymetli kitaplar hazırlatıp, bunları yüz binlerce adet basıp okutmalıdır. Kitabın sadece basılması ve satılması yeterli değildir. Okunması, anlaşılması, içlerindeki bilgilerin beyinlere ve gönüllere taşınması ve hayata uygulanması gerekir.
Müslümanlar bugünkü yığın ve sürü halinden kurtulup şuurlu, akıllı, hikmetli, faziletli, örnek, model bir Ümmet haline gelmelidir. Bizi mahvedenler militan din düşmanları değil, içimizdeki din sömürücüsü, din rantı yiyen, işbirlikçi hain alçaklardır.
Bir toplum kendisini bozmadıkça Allah onları bozmaz. Bir toplum kendini islah etmek için hareket etmezse Allah onları kurtarmaz. Allah’ın bizi kurtarmasını istiyorsak, önce biz kendimize yardım edelim. 30 Haziran 2003