Pazar

Büyük hatâlardan biri, dünyayı cennet haline getirmek istemeleridir. Kesinlikle bilinmelidir ki, dünya ile cennet ayrı yerlerdir ve bu fânî cihan asla cennet olmaz. Bu dünyaya güvenilmez. Gençlik, servet, güzellik, güç… bütün bunlar gelip geçici şeylerdir. Hepsinin zevali vardır. Nice kudretli sultanlar gelip geçmiştir ki, saltanatları feci şekilde sona ermiş, cellat elinde can vermişlerdir. Dünya bir kahbedir, onun sadakatine asla güvenilmez. Kader gençlikleri ihtiyarlığa çevirir, güzellikleri çirkinliğe döndürür, zenginken fakir eder, şah iken geda kılar. Dünyayı, içinde ebedî kalınacak ve mutluluk içinde yaşanılacak bir cennet haline getirmek için çırpınanlar ahmak ve beyinsiz kişilerdir. Dünyayı cennet yapmak istemek, İslâm’ın sahih itikadına aykırıdır.

İkinci büyük hatâ, parayı din ve imandan önemli görmektir. Para ve kazanç, geçimini temin etmek, bu dünyada kimseye muhtaç olmadan yaşamak için bir vasıtadır. Para asla bir amaç ve gaye olamaz. Müslümanın dini İslâm dinidir. Dini imanı para olan kişiler, zâhiren Müslüman gibi görünseler de, Müslümanlıkları şüphelidir. Müslüman para kazanırken helâl ve haram ölçülerine dikkat eden kişidir. Müslüman rüşvet almaz ve vermez. Müslüman Şeriat’ın bâtıl saydığı yollardan para kazanmaz. Müslüman, ehil olmadığı emanetleri (işleri, memuriyetleri, makamları) kabul ederek para kazanmaz. Müslüman devletin veya mahallî idarelerin bütçelerini, paravan firmalar kurarak, dalavereler çevirerek hortumlamaz. Müslüman ticaret yaparken yalan söylemez, aldatmaz. Müslüman ihalelere fesat karıştırmaz. Müslüman, “Ben ileride bu paralarla hizmet edeceğim…” şeytanî bahanesiyle yüzlerce trilyonu zimmetine geçirmez.

Üçüncü büyük hatâ, birtakım Müslümanlara düşmanlık etmektir. Bilmiş ol ki, günahkâr da olsa Müslümana düşmanlık edilmez. Tarikat farklılığı, siyasî tercih ihtilâfı (çeşitliliği), görüş ayrılığı, meşreb değişikliği yüzünden Müslümanları dışlayanlar, onlara hakaret edenler, onları düşman gibi görenler yok mu, işte onlar fesatçıların ta kendileridir. Böyle adamlar ve kadınlar, bazen kâfirlere çok yumuşak ve muhabbetli oluyorlar. Peki niçin din ve iman kardeşlerine karşı anlayışlı, sabırlı, tahammüllü, toleranslı hareket etmiyorlar?

Dördüncü büyük hatâ, nefs-i emmâreleriyle mücadele etmeyen birtakım kişilerin kendilerini büyük mücahid sanmaları, yahut öyle göstermeleridir. İslâm’da cihad ikidir. Birincisi nefisle yapılan büyük cihaddır, ikincisi düşmanla yapılan küçük cihaddır. Nefsiyle cihad etmeyen gafillerin düşmanla cihad etmeye iktidarları olur mu? Cihad eder görünseler bile başarılı olabilirler mi?

Beşinci büyük hatâ, birtakım cahillerin, bir hocaya veya şeyhe intisab edivermekle kemal bulacaklarını, kurtulacaklarını sanmalarıdır. Kemal ilimle, irfanla, kültürle, hikmetle, ahlâkla, faziletle, edeble, hayır ve hasenat yapmakla, nefsini gemlemekle elde edilir. Bir cemaate katılacaksın, bir hocaya bağlanacaksın ve böylece kolayca kurtulmuş olacaksın. Bu ne kolay, ne ucuz, ne gülünç kurtuluştur. Böyle düşünen beyinsizler, futbol kulübü tutar gibi cemaat ve tarikat tutarlar, bağlandıkları din baronlarını mehdi, kutub, gavs, sahib-i zaman, yegâne-i cihan sanırlar.

Altıncı büyük hatâ, kemmiyetle meselenin halledileceğini sanmaktır. İslâm dininde kalite (keyfiyet, vasıf üstünlüğü) kemmiyetten (kelle sayısı üstünlüğünden) önce gelir. Keyfiyetçe, vasıfça, güç itibarıyla üstün değilsen savaşı nasıl kazanacaksın?

Yedinci büyük hatâ, ucuz reçetelere, gülünç kurtuluş formüllerine inanmaktır. Her şeyin bir ücreti, bir faturası vardır. Müslümanlar pek kolay, pek zahmetsiz, pek bedava şekilde kurtulacaklarını sanmasınlar. Güney Afrika’da Mandela bile 28 sene feci şartlar altında hapis yattıktan, korkunç çileler çektikten sonra mücadelesinde başarılı olabilmiştir. Müslümanlar bugün içinde bulundukları zilletten, zebunluktan, esaret ve mânevî sefaletten kurtulmak istiyorlarsa bunun ücretini ödemeye hazır olmalıdır.

Sekizinci büyük hatâ, birtakım din sömürücülerinin, şarlatanların, sahtekârların, din rantı yiyicilerin, düzenin kemiklerine tâlip olucuların peşine düşerek, onların rehberliğiyle kurtulunacağını sanmak ahmaklığıdır. Küçük ve sürüngen adamlarla büyük neticelere ulaşmak mümkün değildir.

Dokuzuncu büyük hatâ, bütün suçu, kabahati dinsizlerin ve karşıtların üzerine yıkarak kendimizi zemzemle yıkanmış gibi temiz ve mâsum sanmaktır. Müslümanlar kurtulmak, izzet bulmak, selâmete çıkmak, hürleşmek istiyorlarsa özeleştiri yapmalı, kendilerini tenkit etmeli, hatâ ve kusurlarını araştırmalıdır. Özeleştiri, sorgulama yapmayan, kulaklarını müsbet tenkitlere ve faydalı uyarılara tıkayan gafil fertler ve toplumların iflah olmaları mümkün değildir.

Onuncu büyük hatâ, lükse, rahata, konfora, aşırı tüketime, gösterişe, nümayişe, gurura, kibre kapılmaktır. Bunlara kapılan kişiler ve topluluklar yıkılmaya, hezimete uğramaya mahkumdur.

Onbirinci hatâ, emr-i mâruf ve nehy-i münkerin terkedilmesidir. Bu büyük farzı terkeden Müslümanlar hezimete uğrar, belâ ve musibetlere mâruz kalırlar.

Onikinci hatâ, namazın ve cemaatin terkedilmesidir. Namazı terkeden dinini yıkmış olur; cemaati terkeden üç mezhebte farz, Hanefî mezhebinde vâcibe yakın bir sünnet-i müekkede olan dinî bir emri hafife almış olur.

Onüçüncü hatâ kırsal kesim, gecekondu, varoş, zihniyet ve kafasıyla güçlüklerin aşılacağını, gereken hizmetlerin yapılacağını sanmak eblehliğidir. İslâm yüksek bir medeniyet, kültür, tefekkür dinidir. Ümmet içinde câhiller, ümmiler, aşağı tabaka olabilir ama, bu din asla ve asla sadece onların dini değildir. İslâmî hizmet ve faaliyetler, dinî temsilcilikler mutlaka çok vasıflı, çok güçlü, en üstün Müslümanlara verilmelidir. Cahillerin, gecekondu zihniyetlilerin, düşük kültürlü ve karakterlilerin İslâm’ın temsilcisi olmalarından daha büyük bir felaket düşünülemez.

Ondördüncü hatâ sanatın, estetiğin, güzelliğin ihmal edilmesidir. Hadîste “Allah güzeldir, güzeli sever” buyuruluyor. Güzellik, estetik boyutu olmayan hizmet ve faaliyetler eksiktir. Müslümanların, inşa ettikleri cami, okul ve sair hizmet binalarının mutlaka çok güzel olması gerekir. Müslümanların evleri, dekorasyonları, elbiseleri, kadınların tesettür kıyafetleri, lisan ve edebiyatları güzel olmalıdır. Çirkinlikle, bayağılıkla dine hizmet edilmez.

Onbeşinci hatâ, hizmet ve faaliyetlerde Sünnet’e, Ashab-ı Kiram’ın metodlarına, Selef-i Sâlihîn’in metodlarına aykırı hareket edilmesidir. Din baronlarının bir kısmı Karun kadar zengin olmuştur. Saray gibi meskenlerde oturmakta, pahalı ve lüks otomobillerde gezmekte, Nemrud ve Firavun’u kıskandıracak gösterişli ve tantanalı bir hayat sürmektedirler. Bunlar sapıtmıştır, peşlerinden gidenler de sapıtmaya mahkumdur. 30 Ağustos 1999