Müslümanların Dağınıklığı
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 26 Şubat 2019
Pazartesi
Müslüman kesimde birlik yok. Birbirlerinden tamamen bağımsız, aralarında hiçbir irtibat bulunmayan on kadar büyük, yüz kadar orta, binlerce küçük cemaat, hizip, fırka, tarikat, grup halindeler. Ne bir federasyonları, ne de bir konfederasyonları mevcut.
Laik rejimin kabinesinde, din işlerinden sorumlu bir devlet bakanı bulunuyor. Eski şeyhülislamlar, Evkaf ve Şer’iyye vekilleri gibi. Rejim, kendisine bağlı Diyanet İşleri Başkanlığı vasıtasıyla İslam’ı ve Müslümanları kontrol ve baskı altında tutmak istiyor.
Resmî Diyanet’ten ayrı olarak özel Diyanet’ler de var. İsimlerini saymaya hâcet yok.
Pakistan’da, Mısır’da olduğu gibi bizde de siyasal bir İslam var. Demokrasi kuralları işletilse iktidara geçebilecek. Lakin, Türkiye’de demokrasinin üzerinde resmî ideoloji var, o izin vermiyor. Cezayir’de siyasal İslam seçimleri kazanmıştı ama iktidar olamadı.
Bence Türkiye’de islâmî güçler üç ana gruba ayrılır:
Siyasal İslâm, İslâmcılık cereyanı ve hareketleri ve geleneksel İslâm.
Siyasal İslâm’ın kendisini İslâmla özdeleştirmesi yanlış olmuştur.
İslâmî hareket geniş bir yelpazedir. Vehhabî, İbn Teymiyeci, Selefî, mezhebsiz, şiddete yönelik aktivist gruplar… Mısır’daki ve diğer Arap ülkelerindeki İhvan hareketinin metodlarıyla hizmet etmek isteyenler… Pakistan’daki Mevdudî hareketinin taraftarları… Şucular, bucular, ocular… Yüzlerce grup.
Geleneksel İslâm kesimi içinde tarikatlar var. Ancak, tarikat cephesinde de bozukluklar, eski usûl, âdab, erkâna uymayan yenilikler görülüyor, Holdingleşen, dev müesseseler kuran, şeyhleri veya üstadları hükümdar gibi yaşayan neo-tarikatlar… Bunları klasik ve geleneksel açıdan normal tarikat olarak görmek mümkün değildir.
Türkiye’de İslam’ın ve Müslümanların, son otuz yıllık çalkantıların ilmî usullerle incelenmesi, kitaplar, raporlar yazılması gerekir.
Cevaplandırılması gereken birinci soru şu olmalıdır: Siyasal İslam, İslamcılar, Müslümanlar hedeflerine niçin ulaşamadılar, niçin başarılı olamadılar?
Yıllardan beri, Türkiye’deki İslâmi hareketin ve Müslümanların köylü, kırsal kesim, gecekondu, varoş zihniyet ve kafasıyla hareket ettiği, böyle bir zihniyetle hedefe ulaşmanın mümkün olamayacağını iddia ediyorum. Bu konuda da çok ciddî, çok seviyeli, çok objektif ilmî araştırma kitapları ortaya konulmalıdır.
İslâmî kesimde bir kaos ve anarşi görülmektedir. Eski geleneksel islâmî düzen yıkılmış, islâmî müesseseler ortadan kalkmış ve yerlerine bir şey konulamamıştır.
Diyanet İşleri Başkanlığı eski Meşihat’in yerini tutabilir mi?
Hilafet 1924’te kaldırıldı ve yeri boş kaldı. Başlarında bir İmam-ı Kebir bulunmadan Müslümanlar toparlanabilir mi?
Medâris-i islâmiyye de kapatıldı. İmam-Hatip okulları eski medreselerin yerini doldurabildi mi?
Tekkeler, tarikatlar da kapalı ve yasak. Bu boşluk nasıl dolacak?
Tabiat boşluğu sevmezmiş. Eski tarikatların bir kısmı yaşıyor, yaşatılıyor. Lakin onların yanında şimdi bir sürü sahte tarikat, sahte şeyh, arivist de var. Bunların zararları nasıl önlenecek?
Gecekondu ve varoş kafalı zihniyet ülkeyi kubbeli, uzun minareli, bol şerefeli, hoparlörlü, kaloriferli, ışıldaklı, zırıldaklı, fırıldaklı, boyalı, yaldızlı camilerle doldurdu. Bu binalar için yekûn olarak milyarlarca dolar harcandı. Fakat ilim, aksiyon ve estetik boyutları itibariyle güçlü, vasıflı, üstün, yeterli din hocaları, islâm hizmetlileri yetiştirmek için hiçbir şey yapılmadı. Kafa şuydu: İmam-Hatip mektebi binasını yaptırıyor ve anahtarını rejime teslim ederken, “Binası bizden, burada İslâm’a hizmet edecek elemanlar ve kadrolar yetiştirmek sizden…” deniliyordu. Ahmaklığın, eblehliğin, saflığın, zekâ özürlülüğün bu kadarına pes doğrusu!
İslâmî kesimin en büyük zaafı, açığı, problemi vasıf, keyfiyet, kalite konusundadır. Müslümanların güçlü, çağ seviyesinde, karşıtlarından üstün eğitim müesseseleri, üniversiteleri, gazeteleri, dergileri, televizyonları, yayınevleri, sanat ve kültür merkezleri yoktur. Müslümanlar hâlâ bir bilgi bankası, bir stratejik araştırmalar enstitüsü, bir plan ve program dairesi kuramamışlardır. Bütün bu eksikliklerin ana sebebi kırsal kesim, gecekondu, varoş kültürüne, kafasına ve zihniyetine sahip olmaktır.
Bir ülkedeki islâmî hareketin başarılı olması için, o hareketin kurmaylarının, kadrolarının vasıflı, güçlü ve üstün olması gerekir. Vasıflı Müslüman nasıl bir insandır? İnsan kişiliğinin üç boyutu vardır: Bilgi, aksiyon (amel, ahlak) ve estetik. İşte vasıflı Müslüman bilgi, kültür; ahlak, fazilet, istikamet; sanat, estetik, güzellik bakımından çok güçlü olacak, karşıtlarının üzerinde bulunacaktır.
Şirk, küfür, nifak, şikak; yalanı, emanete hıyaneti, şarlatanlığı kaldırır ve kabul eder ama böyle şeylerle İslâm’a hizmet etmek mümkün değildir. İslâm’ın iki büyük ahlak temelinden biri ihlâs, diğeri istikamettir, yâni doğruluktur. İhlâs ve doğruluk ya yüzde yüz olur, yahut olmaz. Bu adam yüzde doksan ihlâslıdır sözünün bir mânası yoktur. Yüzde doksan dokuz ihlâslı denilse bile o gerçekte ihlâssız bir kişidir. Son otuz yıl içinde, islâmî hareketin içindeki bazıları ihlâs ve istikamet konusunda çok kötü bir imtihan vermişlerdir.
Emanete riayet etmeyen, aksine hıyanet eden adamlar bu dine, bu ümmete, bu ülkeye hizmet edemezler. Benim bu konuda fazla açıklama yapmama hâcet yoktur, manzara meydandadır.
Bu devirde, sosyal, siyasî, kültürel bir savaşı kazanmanın birinci şartı çok güçlü, çok üstün, çağdaş bir medyaya sahip olmaktır. Müslümanlar, karşıtlarının sahip oldukları günlük gazetelerden, dergilerden, televizyonlardan, yayınevlerinden, dağıtım müesseselerinden daha güçlü ve üstün olanlarına sahip değillerse savaşı kazanmaktan ümitlerini kessinler.
İmanla küfür arasındaki mücadele topyekûn bir mücadeledir. Bu topyekûn savaşın en önemli cephesi eğitim cephesidir. Müslümanların kendi eğitimlerini kurmalarına resmen izin verilmiyorsa, onların “Paralel ve alternatif” bir eğitim sistemi ile bu sahada var güçleriyle çalışmaları gerekir.
Sadece siyasetle iş bitmiyor. Mimarlık, hukuk tefekkürü, sanat, ilmî araştırma gibi konularda da hizmet verilmelidir. Bazen büyük bir mimar dünyaya bedeldir. Kanunî Sultan Süleyman Han’ın saltanatı devam etmiyor ama Mimarbaşı Sinan’ın saltanatı sürüyor.
Müslümanlar elli seneden beri “Bizi masonlar, siyonistler, Dönmeler, Jön Türkler, dinsizler mahvetti” şikayetleriyle uyutulmaktadır. Hiçbir ümmet, toplum, millet şikayet ve bahane edebiyatı ile kurtulamaz.
Zilletten ve esaretten kurtulup izzet bulmak istiyorsak ilme, hikmete, irfana, kültüre, ahlaka, fazilete, sanata önem vermeli ve bu konu ve sahalarda en üstün biz olmalıyız. 29 Ağustos 2000