(12) Bir ülkede çeşitli iktidarlar vardır.

Seçimlerle başa geçen siyasî iktidar… Yüksek finans ve iktisat iktidarı.. Medya iktidarı… Gizli lobilerin iktidarı…

ve saire ve saire… Müslümanlar son otuz beş yıl içinde, sadece siyasî iktidara sahip olmakla gerçekten iktidar olacaklarını ve düze çıkacaklarını sandılar ve feci şekilde aldandılar… Bir ülkede siyasî iktidarla iktisadî iktidar arasında anlaşmazlık çıkarsa bunun sonunda iktisadî iktidar galip gelir. Hukukun üstünlüğünü kabul etmiş, hürriyetçi ve demokrat ülkelerde medya dördüncü kuvvettir. Bizde ise birinci kuvvet… Siyasî iktidarla medya iktidarı savaşırsa bu mücadeleyi medya kazanır… Ülkemizin siyasî yapısı dıştan demokratik gibi görünse bile gerçekte demokrasi değildir. Demokrasilerde her şeyin üzerinde âdil hukuk vardır. Son sözü hukuk söyler. Bizdeki demokrasi ise vesayetli demokrasidir. Millî iradenin, millî kimliğin, millî kültürün, Büyük Millet Meclisi’nin, seçimle işbaşına gelmiş siyasî iktidarın üzerinde birtakım vasiler, güçlü ve gizli lobiler, çoğunluktan “daha eşit olan” azınlıklar bulunur. Bunları bilmeden, bunları hesaba katmadan yapılan siyasî faaliyetlerin fazla faydası dokunmaz.

(13) Son otuz kırk yıl içinde ülkemizde kokuşmanın, pisliğin ve pislenmenin boyutları dehşet verecek şekilde büyümüştür. İhalelere fesat karıştırmak, rüşvet, emânete hıyanet, haram yemek yaygın hale gelmiştir. Birtakım işadamları, birtakım bürokratlar, birtakım politikacılar ahlâka ve fazilete uymayan kötülükler sergilemiştir. Adam bir süre “Ağaçlık Sahalar Bakanlığı” yapıyor; yapılaşmaya açık olmayan çok kıymetli, şehrin akciğeri durumunda bir arazi, lüks villa inşaatına açılıyor, bu bölge devlet içinde devlet oluyor. Devletin kolluk kuvvetleri, bürokratları buraya gidemiyor ve bir de bakıyorsunuz bizim “Ağaçlık Sahalar Bakanının” burada 12 villası olduğu anlaşılıyor. Peki, büyük medya kör müdür ki, bu korkunç yolsuzluğu, bu dehşet verici tahribatı öğrenip de yazmıyor? Öğreniyorlar ama yazmıyorlar. Çünkü onlardan bazılarına da sus payı olarak milyon dolarlık villalar verilmiştir. Maalesef Türkiye’miz bir yolsuzluklar, pislikler, kokuşmalar meşheri haline gelmiştir ve Müslüman kesim de bunlardan nasibini almıştır. Temiz, faziletli, haram yemez, yüksek karakterli Müslümanları tenzih ederek söylüyorum. Birtakım radikal İslâmcılar ellerine fırsat geçince deveyi hamuduyla yutmuşlardır. Nice mücâhid, müteahhit olmuştur. Bundan yirmi sene önce beş parası olmayan birtakım çulsuzlar, şimdi doların milyarlarıyla oynamaktadır. İslâmiyet’in temel emirlerinden biri, Din ve Şeriat nasıl emretmişse o şekilde dosdoğru olmaktır. Müslümanlar İslâm’ın bu temel prensibine uyabildiler mi? Maalesef son zamanlarda şeytandan alınmış bazı fetvalar var: “Bu düzen bozuktur, bozuk düzenlerde bozukluk yapılabilir, haram yenilebilir.” İblisten fetvayı aldılar ya, ondan sonra yemedikleri halt kalmadı.

(14) Şimdiye kadar yapılmış ciddî ve gerçek hizmetleri inkâr etmiyorum. Bunları yapanlara minnet ve şükran borçluyuz. Kendilerini tebrik ediyor ve hayır dualarla anıyoruz. Ancak gerçek hizmetlerin yanında sahte hizmetler, hizmetimsi işler de yapılmıştır. Bunlar için milyarlarca dolar harcanmış, saf Müslümanların ümitleri, paraları, imkânları, zamanları, fırsatları heba edilmiştir. Gerçek İslâmî hizmet ne demektir? Belli başlılarını sayayım: İnsanları imana çağırmak… İman edenlerin akidelerinin tashihi için gayret sarf etmek…Müslümanların, yaratılışın hikmet ve gayesi olan ibadete yönelmeleri için dâvet ve propaganda yapmak… Müslümanların içinden yeterli miktarda vasıflı, güçlü, üstün, hizmetkâr ve eleman yetişmesi için faaliyette bulunmak…Müslümanların bir İmam-ı Kebir etrafında birleşip tek bir ümmet haline gelmesi için çalışmak… Müslümanların iktisat, ziraat, sanayi, ticaret sahalarında (İslâm Dini’nin ve Şeriatı’nın öngördüğü metodlarla) çalışıp başarılı olmaları için ne lazım geliyorsa onları yapmak… Müslümanların hayat tarzlarının Müslümanca olması için gerekeni yapmak… Yeterli sayıda islâm davetçileri, İslâm tebliğcileri, İslâm müjdecileri, İslâm uyarıcıları yetiştirip onları toplumun hizmetine vermek…Son yarım asır içinde bu saydıklarım yeterli şekilde yapılmış olsaydı, Müslümanlar zilletten izzete, esaretten hürriyete, aczden güce, iktidarsızlıktan iktidara geçmiş olurlardı. Kur’ân-ı Kerîm’de Allahu Teâlâ’nın müminlere zafer vaadi vardır. Allah vaadinde hulf etmez, O söz verirse yerine getirir. Ancak Müslümanların bu ilâhî vaade nail olmak için yapmaları gerekenler vardır. Sahih ve tahkikî bir inanca sahip olacak, başta beş vakit namaz olmak üzere ibadet edecek, emr bi’l-maruf nehy ani’l münker yapacak, birlik ve beraberlik halinde olacak, bütün müminler de birbirini sevecek ve koruyacak, kâfirleri dost ve veli ittihaz etmeyecek, şeytan yolu olan lüks, israf, aşırı tüketim, gösteriş, gurur, kibirden uzak duracak… Resûlullah Efendimizin sünnetine ve tavsiyelerine uygun olarak kanaatli ve zâhidâne bir hayat sürecek… Her türlü azgınlıktan fuhşiyyattan, kuduzluktan uzak duracak… Dünya için dünyada bulunacağı müddet nisbetinde, âhiret için âhirette kalacağı zaman (ebediyyen kalacak) nisbetinde çalışacak…

(15) Resulullah Efendimiz Âhirzaman alâmetlerinin belli başlılarını beyan buyurmuşlardır. Bunlar ikiye ayrılır: Küçük alâmetler, büyük alâmetler. Muteber, güvenilir din kitaplarında hepsi yazılıdır. Küçük alâmetlerin tamamı zuhur etmiştir. Büyük alâmetlerin bir kısmı… Ulemanın bu konuda Müslümanları sıkıca uyarması gerekir. Alâmetler belirmiş, dünya allak bullak, bitişiğimiz Irak’ta oluk oluk Müslüman kanı akıtılıyor, Afganistan yangın yerine dönmüş, Filistin’de yürekleri parçalayan zulümler, şenaatler icra ediliyor, kendi ülkemizde de bin türlü dinsizlik, densizlik, rezalet, kepazelik… Maşaallah! Türkiye Müslümanlarının bir kısmı vur patlasın, çal oynasın keyif ve eğlence içinde. Yedi yıldızlı otellerde boy göstermeler… Nemrud’un ve Firavun’un sarayından daha lüks kâşanelerde zevk u sefa sürmeler… Yüz bin dolarlık deccalî otomobiller… Neron’un bile sahip olmadığı lüks ve ihtişamlı yazlıklar… Eski Romalıların “orgie”lerini gölgede bırakacak ziyafetler… Ramazanlarda papazlar ve hahamlarla vur patlasın, çal oynasın ziyafetler… Helâl, haram demeden kazanç ve servet peşinde koşmalar… Böyle Müslümanlık olur mu? Bunlar, bu saydığım işleri yaparken uykudadırlar, öldüklerinde uyanacaklar… İş işten geçmiş olacak. Yüce İslâm dini bir “müjdeleme ve uyarma” dinidir. İman edersen, Allah’a ve Peygamberine itaat edersen, Kur’ân’a ve Sünnet’e uyarsan, hayırlı işler yaparsan, kötülüklerden ve azgınlıklardan uzak durursan sana müjdeler olsun. Allah seni cennetine koyacak, ebedî mutluluğa sahip olacaksın… Aksine hareket edersen şu dünya hayatında fitne ve fesat çıkartır, azıp kudurursan âkıbetin çok kötü olacaktır. Ebedî saadetini yitireceksin ve cehenneme atılacaksın… Müslümanların başını çeken ileri gelenlerin, kodamanların, pabucu büyüklerin vazifesi ilâhî müjdeleri ve yine ilâhî uyarıları onlara iyice anlatmak değil midir?

İçindeki ve dışındaki şeytanlara uyup yüz bin dolara lüks bir otomobil alan Müslüman’a nasihat ediliyor mu? O bu konuda uyarılıyor mu? Maalesef öğüt verilmiyor, uyarılmıyor. Hatta bazıları “Oh!” Hacı bey, maşaallah otomobiliniz ne kadar da güzelmiş, güle güle kullanınız efendim…” diye yağcılık ve yalakalık yapıyor. Efendi!.. Bu cehennemî dabbe ile Sırat köprüsünden nasıl geçeceksin? Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem “Din nasihattir” buyurmuşlar. Yazık ki, zamanımız Müslümanlarına yeteri kadar nasihat edilmiyor. Edilmediği için de bunca kötülük, günah, isyan, tuğyan, tehâvün, teseyyüb müşahade ediliyor. Nasihat edilse, yüzde yüz tesiri olmasa bile halkın yüzde ellisi uyanır, hatâlarından döner. Şimdi bazıları ve birileri Müslümanlardan iki şey istiyor: Para ve bağlılık… Bunları versinler ve sonra ne halt ederlerse etsinler. Vah vah!.. 01 Aralık 2006