Müslümanlarla Hasbihal (4)
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 05 Ocak 2019
Cuma
Sevgili Müslüman kardeşlerim, maddî hastalıklardan korunmak, yakalanıldıysa şifa bulmak için tedâvi olmak, ilaç kullanmak gerekir. İslâm dini bütün hastalıkların şifasını temin edecek reçeteleri ve ilaçları bildirmiştir. Öncelikle bunları öğrenmemiz gerekir. Asr-ı Saadet’ten sonra İslâm büyükleri çok kıymetli, çok faydalı ve kalıcı eserler yazarak hem kendi çağlarındaki Müslümanlara, hem daha sonra gelecek insanlara İslâm’ın çarelerini, çözümlerini, reçetelerini, ilaçlarını bildirmişlerdir. Bu konuda sayısız eserler vardır. Hüccetü’l-İslâm Zeynüddîn İmam-ı Gazalî Hazretlerinin İhyâ’sı tek başına kurtulmamız için yeterlidir. Yazık ki, biz Müslümanlar kitap almıyoruz. Alırsak okumuyoruz, okursak, mânâsını iyice idrak ederek içindeki faydalı ve kurtarıcı bilgileri hâfızamıza ve gönlümüze nakş ve hâkk etmiyoruz… Farz edelim ki, kitabı aldık, okuduk ve içindeki bilgileri öğrendik; bu sefer de öğrenmiş olduğumuz feyizli bilgileri ve hikmetleri hayata tatbik etmiyoruz. Öyle Müslümanlar var ki, dolaplar dolusu Kur’ân tefsiri, Hadis külliyatı, vaaz ve irşat kitaplarına sahip; yaşayış tarzına bakıyorsunuz bu kitaplarda anlatılanların yüzde yüz zıddı. A mübarek!.. Bari şu kitaplardaki bilgilerin, nasihatlerin, uyarıların onda birini hayatına uygula. Meselâ Kur’ân ve Sünnet’ten süzülmüş bir ahlâk ve mev’ize kitabında lüksten, israftan, şatafattan kaçınmak gerektiği anlatılıyor. Bu gibi azgınlıkların kişiyi helâka ve ateşe götüreceği beyan ediliyor. Hayal edelim: Zengin Müslüman bu konudaki sahifeleri ve satırları okuyor, ağlamaya başlıyor ve en kısa zamanda yüz elli milyar liralık lüks ve şeddadî otomobilini satarak daha az lüks bir arabayı elli milyara alıyor. Elde edeceği yüz milyar lira ile de birkaç fakirin çalışıp aş temin edebileceği bir işyeri açıyor… Siz hiç böyle bir şey duydunuz mu? Ben duymadım. Demek ki, vicdanlarımız o kadar nasırlaşmış ki, tenkid ve uyarı okları onları delemiyor. Çok yazık…
Büyük İslâm âlimlerinden Ebu’l-Leys Semerkandî Hazretlerinin telif etmiş olduğu “Tenbihü’l-Gâfilîn” adında çok mübarek, çok feyizli bir nasihat, irşad, mev’ize kitabı vardır. Benim çocukluğumda medrese tahsili görmüş eski vaizler önlerine bu kitabın Arapçasını koyarak camilerde vaaz ederlerdi. Eskiden Tenbih’ül-Gâfilîn’in Türkçe tercümesi yoktu. Artık birkaç yayınevinin ayrı ayrı hazırlatmış oldukları birçok tercümesi var. Bunlar yekûn olarak belki de bir milyon nüsha basılmış ve yurt sathına dağılmıştır. Heyhat ki, içlerindeki kurtarıcı, feyizli, ıslah edici bilgiler hayata hakkıyla geçirilemiyor.
Zaman zaman yakınlarımızın, dostlarımızın, tanıdıklarımızın, komşularımızın, ünlü kişilerin cenazelerine gidiyoruz. Musalla taşında tabut içinde yatan mevta oraya gelmiş olan kimseler için en büyük bir nasihat ve ibrettir. Bendeniz bazen Fatih’e cenaze namazına gidiyorum. Hayli kalabalık oluyor. Hiç hüzünlü, düşünceli, durgun bir hava yok. Herkes için söylemiyorum, bazıları çok güler yüzlü, neşeli, dişleri görülecek derecede gülüyor, hal hatır soruyor. Sanki cenazede değiliz de, bayramlaşma veya seyran yerindeyiz. Demek ki, oradaki mevta bu neşeli kişilere bir hüzün verememiş.
Yaş ilerliyor, aynaya bakıyoruz saçımızda, sakalımızda beyaz teller. Bunlar, ibret almasını bilenler için ne büyük bir nasihattir. Rivayet edildiğine göre Hazret-i Ömer bir adam tutmuş, vazifesi her gün yanına gelip “Ey Ömer, öleceksin!..” demekmiş. Aradan zaman geçmiş, Faruk Hazretleri adamın işine son vermiş. Niçin sorusuna da, “Saçımda sakalımda aklar peydahlandı, onlar bana ölümü hatırlatıyor, senin uyarmana lüzum kalmadı” demiş.
Dinimizin hikmetli sözlerindendir: “Ölüm sana vâiz olarak yetişmez mi?”
Bundan yarım asır önce Müslümanlar klasik Ehl-i Sünnet kitaplarını okurlardı. Bu kitapların çoğu öğüt, vaaz, nasihat, irşad, ahlâk kitaplarıydı. Sonra Arap dünyasından, Pakistan’dan, şuradan buradan başka konular işleyen din kitapları geldi. Bunlar tercüme edildi, Müslümanlara sunuldu ve hayli okuyan oldu. Hepsi için söylemiyorum, çoğu “aktivist” kitaplardı. Cihad konusu ayağa düşürüldü, İslâm’ın siyasî yorumu hakkında geleneksel çizgi ve zihniyete uymayan tezler ortaya atıldı. Yeni yeni kavramlar dinî platformda konuşulup tartışılmaya başlandı. İslâm kapitalizmden de, komünizmden de, faşizmden de üstündür… İslâm’da iktisat… İslâm’da devlet idaresi… Müslümanlar, bu konularla uğraşırken dinimizin ahlâkla, faziletle, yüksek karakterle ilgili hüküm ve direktiflerini unutur gibi oldular. İslâm’da dünyevî, ruhanî ayırımı yoktur. Lâkin “Yeni Müslümanlar” siyasete, dünya çekişmelerine fazla bulaştılar. Bu hay u huy içinde ahiret için azık toplamak, takvalı ve zâhidane bir hayat sürmek, yaratılışın gaye ve hikmeti olan ibadete kendini vermek gibi ana konular ve vazifeler ya ihmal edildi yahut hafife alındı.
1969’da Beyrut’ta üç ay geçirdim. Ev kiralamıştım, yazı yazmaktan ve dolaşmaktan başka işim yoktu. Arap dünyasının meşhur aktivist İslâmcı şahsiyetlerinin ciltli kitapları seyyar satıcılar tarafından tekerlekli arabalarda satılıyordu. İslâm’da Cihad, İslâm’da İktisat, İslâm Maliyesi, İslâm Devleti…Bunları okuyanlar klâsik nasihat kitaplarını pek cazip bulmuyorlardı… 1974 sonbaharında Türkiye’ye döndüğümde aynı durumu bizde de gördüm. Ahirete yönelik takvalı, zâhid, kanaatli, âbid Müslüman yetiştiren kitapların pabuçları dama atılmıştı.
Merhum emekli zabit Numan Kurtulmuş’un “Amentü Şerhi” adında çok faydalı, çok mübarek bir kitabı vardı. 1950’li 60’lı yıllarda, nüfusu otuz milyonun altında olan Türkiye’de bu kitap her defasında on bin, bazen on beş bin nüsha basılırdı. Halk alır, bilgilenir, nurlanır ve ahlâklanırdı. 2000’li yıllara geldik, artık Amentü Şerhi basılmıyor.
Dünya Müslümanları ve bu arada bir kısım Türkiye Müslümanları metod ve meşrep itibarıyla, olması gerekenin dışındaki yollara saptılar. Bu yollardan biri Cemaleddin Afganî’nin yoludur. Bu zat, Afgan değildir, İranlıdır. Kendisini Sünnî göstermiştir, değildir, Şiîdir. Bazıları Şiî olmak suç mudur diyecekler. Hayır, öyle bir iddiam yok. Ancak bir insan Şiîyse Şiîyim, Sünnîyse Sünnîyim demelidir. Müslümanları aldatmak doğru değildir. Afganî ictihad kapısının sonuna kadar açılmasına ve herkesin kendi kafasına göre, kendi re’yi ve hevası ile ictihad yapmasına taraftardı. İslâm dünyasındaki bugünkü anarşide onun hayli tuzu biberi vardır.
Arap dünyasında, Pakistan’da yetişen aktivist yazarlar ve hocalar da Müslümanları kışkırtıp durdular. İslâm’da elbette cihad vardır ama cihad terör demek değildir, vurup kırma hiç değildir.
Sonunda bugünkü duruma düştük. Karmakarışık bir İslâm dünyası… Nasihatsiz, irşadsız, rehbersiz kalmış Müslüman yığınlar, bir yanda yüz milyonlarca Müslüman sefalet içinde, hatta açlıktan kıvrananlar, ölenler az değil. Diğer yanda korkunç şekilde zenginleşmiş bir azınlık, vur patlasın, çal oynasın… Oh kekâh!..
Bir yanda ucuz belediye ekmeği satan büfelerin önünde kuyruğa girmiş zavallılar, öbür tarafta yedi yıldızlı otellerde zevk u sefa, gurur ve kibir içinde dünyaya tepeden bakan hacı beyler, hace hanımlar, umre beyler, umre hanımlar…
Gaflet içinde, tezatlar içinde bir toplum. Nasıl ve ne zaman uyanacağız? 02 Aralık 2006