Çarşamba

Ehl-İ Sünnet Müslümanlığı garip kaldı. Bunca bozuk fikir ve görüş ortaya konuyor da, bunları reddeden, çürüten, Kur’ân ve Sünnet’e dayalı mezhebi müdafaa eden çıkmıyor.

Ehl-i Sünnet dışı bir mezhebe mensup kişilerin yayınladığı bir dergide “Buharî’de bir tek sahih hadîs yoktur” meâlinde bir yazı yayınlandı, cevap veren çıkmadı.

İlahiyatçı olmayan bir ilahiyat dekanı İslâm dininde tesettür olmadığını, Müslüman kadınların başlarını örtmelerinin gerekmediğini iddia eden bir kitap çıkarttı. Diyanet buna küçük de olsa bir cevap vermedi, veremedi. “Dinimizde diş fırçalamanın ve diş fırçasının önemi” konulu hutbeler okutturuluyor.

Mürted Reşad Halife’nin talebesi bir başka ilahiyatçı bin türlü hezeyan, zındıklık üretiyor; dinimizin tek kaynağının Kur’ân olduğunu söyleyip öteki kaynakları inkâr ediyor; Kur’ân’ı da kendi heva, re’y, hevesine göre yorumluyor, binlerce vatandaşın zihinlerini karıştırıyor. Ona da yeterli cevap verilmedi.

Birtakım câhiller akıllarını hoparlörlerle, zırıldak ve fırıldaklarla, cami ışıldaklarıyla bozmuşlar. Din elden gidiyormuş, umurlarında mı? Yeter ki hoparlörlerin sesi gür olsun. Hoparlörleri niçin bu kadar yüksek sesle çalıştırıyorsunuz? Bizim dinimiz yüksek değil mi, öyleyse hoparlörün sesinin de yüksek olması gerekir… Bu kafadaki adamlardan ehl-i sünneti müdafaa etmeleri beklenir mi?

Bir İslâmcı yazar “Bugünkü pısırıklığımızın, zilletimizin sebebi sünnîlik, hanefîliktir…” meâlinde bir makale yazmış. Bu genç adamın kulağını çekecek âlim ve fâdıl kalmadı mı bu memlekette?

Mezhepler putmuş…Tarikatlar sapıklıkmış.. Bugünkü ilmihal Müslümanlığı bozukmuş… Farmason ve takiyyeci Afganî en büyük rehbermiş… Böyle yüzlerce hezeyana hangi makamlar, hangi âlimler, hangi cemaatler cevap verecek?

Her yıl İslâmî hizmet ve faaliyetler için milyarlarca dolar toplanıyor. Bunların birkaç milyon doları ile bozuk fikirlerin red ve cerh edilmesi gerekmez mi?

Ümmet paramparça oldu? Dinî konularda münakaşalar aldı yürüdü. Kur’ân tefsiri diyeceğine “Kur’ân tesviri” diyen kara cahiller bile din hakkında işkembe-i kübralarından atıp tutuyor.

Para hırsıyla ortalık binlerce hatâlı, faydasız, kafa karıştırıcı din kitabı ile doldu.

Herkes eline bir Kur’ân meâli, bir de hadîs külliyatı alsın; bu iki ana kaynaktan dinini öğrensin… Bundan daha yanlış metod olamaz. Kur’ân ve Sünnet elbette bizim dinimizin iki ana kaynağıdır ama herkes onlardan kendi kafasına göre hüküm çıkartabilir mi?

Dört mezhebe göre fıkıh kitabı… Bu da yanlış bir metoddur. Müslüman hangi mezhebe bağlıysa onun fıkıh kitabını edinir.

Adamın evinde bin çeşit dini kitap var. Tefsirler, hadîsler, İslâm tarihleri… İmtihan etseniz Allah’ın sıfatlarını sayamaz. Zavallı!

Son yıllarda tevhid-i edyan (dinleri birleştirme) toplantıları yapılmaya başlandı. İslâm hocaları, papazlar, hahamlar cümbür cemaat toplanıp nutuklar atıyor. Yahudiler Hazret-i İsa’yı ve Hazret-i Muhammed’i; Hıristiyanlar Hazret-i Muhammed’i kabul etsinler, tevhid-i edyan o zaman olur. Musevîler Hazret-i İsa’yı ve Hazret-i Muhammed’i, Hıristiyanlar Hazret-i Muhammed’i inkâr edecekler ve tevhid-i edyan olacak… Olur mu böyle şey? Biz Müslümanlar hiçbir Peygamberi inkâr etmiyoruz ki…

Osmanlılar zamanında böyle tevhid-i edyan toplantıları olmuş mu? Onlar Ehl-i Kitab’a din ve kimlik hürriyeti verirlerdi ama bu gibi karışık işler yapmazlardı.

Hakikî tarikatları tenzih ederim ama bazı bozuk tarikatlar var, onların bağlıları “Bizim şeyhimiz her şeyi bilir” diye itikad ediyorlar. Böyle bir inanç İslâm’a muhaliftir. Peygamber bile her şeyi bilmezdi. Her şeyi bilen sadece Hak Teâlâ ve Tekaddes Hazretleridir. Şeyhler, Allah’ın kendilerine bildirdiği kadarını bilirler, o bilgi de fazla değildir.

Son yıllarda Arap dünyasından mücessime fikirleri ve inançları girdi Türkiye’li Müslümanlar arasına. Müteşabih âyetleri ve hadîsleri zâhirî ve lügavî mânalarına alıp Allah’a mekân, zaman, el, yüz, ayak izafe ediyorlar. Diyanet makamı bu bozuk fikirler ve inançlarla niçin mücadele etmiyor?

Diyanet’e başı açık bir kadın hoca tâyin edilmiş, Kur’ân okunurken bile hürmeten başını örtmüyormuş. Bu tâyine niçin tepki yok?

Doğruları söylersek işimizden atılırız, başımız derde girer… Peki yarın Rûz-i Ceza’da, Hesap Günü’nde, Mahkeme-i Kübrâ’da Allah’a nasıl hesap vereceksiniz?

“Âhirette en şiddetli azaba, bildikleri ile âmil olmayan âlimler duçar olacaktır” hadîsini niçin düşünmüyoruz?

Ben namazımı kılar, dünyanın kötülükleriyle mücadele etmem, bir köşede kendi halimde yaşarım… diyenler bu felsefe ile kurtulacaklarını mı sanıyorlar? Bizim dinimizde emr-i mâruf ve nehy-i münker diye bir farz yok mu? Peygamberimiz “Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır” dememiş mi?

Selefî’nin biri “Dinimizde kandil geceleri tesbih namazı kılmak yoktur. Bu namazlar bid’attir” diye itiraz ediyor. Peki, bir takım dinsiz militan ve azgın dinsizler caddelerde “Kahrolsun Şeriat” diye bağırırken bu adamın niçin sesi çıkmadı?

Müslümanları tashih-i itikada, beş vakit namaz kılmaya, cemaate devama, emr-i mâruf ve nehy-i münker yapmaya, birbirleriyle kardeş olmaya, dinî konularda tartışmamaya, ilme ve kültüre, ahlâk ve fazilete teşvik eden yüzlerce çeşit broşürün milyonlarca adet bastırılıp dağıtılması gerekmez mi? Bu hizmetleri kimler yapacak?

Birtakım bozuk fırkalar, hizipler, cemaatler kendilerini yüce İslâm dini ile özdeşleştiriyor, karşı gelenleri küfürle ve sapıklıkla suçluyor. Bunlara gereken cevaplar niçin verilmiyor?

Ülkemizde kitap, broşür, gazete, dergi basmak izne tâbi değildir, tamamen serbesttir. Niçin dinî hizmet konularında bu geniş hürriyetten yararlanmıyoruz?

Kendilerini peygamber derecesinde gören birtakım bozuk adamlar sadece ben ben ben diyor, bir türlü biz demiyor. Bu kafadaki kimseler, elbette beklenen dinî hizmetleri yapamazlar. Yüce dinimize bozuk inançlar, yanlış görüşler, zındıklıklar, inanç ve ibadet konusunda bid’atler karıştırılmamalıdır. Dinimiz şahsî menfaatlerin, siyasî ihtirasların, her çeşit sömürücülüğün üzerinde tutulmalıdır. Kur’ân, Sünnet, icmâ-i ümmet esaslarına aykırı aşırılıklardan kaçınılmalıdır. 24 Mayıs 2001