Çarşamba

 

Bu ülkeye, bu halka, bu devlete çok faydası ve hizmeti olan müteahhitler vardır. Namuslarıyla, şerefleriyle, ahlâk ve fazilet sınırları içinde çalışırlar, ülkenin bayındırlığı konusunda hizmet verirler. Bazı büyük firmalar yurt dışına gider, nice uzak ülkelerde ve bölgelerde yeni şehirler kurar, mahalleler yapar, stadyumlar, havaalanları inşa eder. Kazandıkları dövizleri ülkeye getirirler.

Bütün namuslu, şerefli, haysiyetli, ahlâklı, faziletli, emanete riayet eden, işini kurallara, kanunlara, nizamlara uygun olarak yapan, rüşvete, yolsuzluğa, kokuşmaya bulaşmayan müteahhitleri tebrik ediyorum. Onlar başımızın tacıdır, kendilerine milletçe müteşekkiriz. Kazandıkları paraları afiyetle yesinler.

Şimdi madalyonun arka tarafını çevirip bakalım:

Birtakım yüz karası, namussuz, rezil, sefil, alçak, hain müteahhitler görürüz. Bunlar ihale almak için bin türlü dalavere çevirirler. İşin başında, kapalı kapılar ardında yüzde on komisyon verirler. Mukaveleye, fennî şartlara riayet etmezler; binaları, yolları çürük yaparlar. Malzemeden çalarlar, sözde kâr ederler, bina şiddetli bir zelzelede yıkılır, enkazı altında nice vatandaş can verir. Bunlar müteahhit değil kaatildir.

İstanbul’da binlerce okul, hastahane, kamu hizmeti binası çürükmüş, 7/8 şiddetinde bir sarsıntıda yıkılırmış. Bu binaları kimler yapmıştır? Müteahhitler. İnşaat bittikten sonra bu binalara kimler “Her şey tamamdır, bina nizam ve kurallara uygun olarak yapılmıştır. Parası ödensin” diye rapor vermiştir? Birtakım bürokratlar…

Şu İstanbul’da yol yapımı bitmez. Yol yaparlar, bazen birkaç ay sonra, bazen birkaç sene sonra eskisini kazarlar, yeniden yaparlar. Yol nasıl yapılır? Onun da ilmi, tekniği, mühendisliği vardır. İşin kuralı şudur: Önce beton bir zemin yapılır. Onun üzerine granit kaldırım taşları büyük bir dikkat, itina ile yerleştirilir, araları çimento ile doldurulur. Böyle bir yol elli senede bozulmaz.

Bizde son zamanlarda nasıl yol yapılıyor? Hepsi için söylemem ama bazı yolların nasıl yapıldığını ben görüyorum, vatandaşlar da görüyor. Gayr-i muntazam berbat ve toprak bir zemin üzerine kum dökülüyor, onun üzerine taşlar gayet laubali şekilde yerleştiriliyor, aralarına kum serpiştiriliyor ve oluyor yol. Efendiler siz bu halkla alay mı ediyorsunuz? Böyle yol olmaz. Eşeklere yol yapın denilse bu kadar kötü, bu kadar şişirme yapmazlar. Bu gibi yollar ilk yağmurda bozulmaya başlıyor. Kısa bir müddet sonra yeniden yapılıyor. Çünkü birtakım müteahhitlerin yol yapımı işinden para kazanmaları gerekiyor.

Şu veya bu belediyeyi, şu veya bu şahsı itham etmiyorum. Benim tenkitlerim anonimdir. Namuslu, faziletli, dürüst, şerefli, haysiyetli, yüzde on komisyon almayan, ahlâklı, partizanlık yapmayan, birtakım müteahhitlerle anlaşmalı çalışmayan bütün belediyecilerin başımızın üzerinde yeri vardır. Hangi ideolojiye bağlı olursa olsunlar…Belediyecilikte hizmet esastır.

Ankara’da, şurada burada birtakım müteahhitler görülür. Bakanın odasına girerler:

-Sayın Bakanım…Sayın Bakanım…Sayın Bakanım… diye yağlar yakarlar, yalakalık yaparlar.

Genel Müdürün odasına giderler:

-Sayın Genel Müdürüm…Sayın Genel Müdürüm…Sayın Genel Müdürüm… diye dalkavukluk yaparlar.

Belediye Başkanının odasına girerler:

-Sayın Başkanım…Sayın Başkanım…Sayın Başkanım… diye ne diller dökerler.

Böyle dalkavuk herifleri Bakanlığa, Genel Müdürlüğe, Başkanlık binasına ve makamına sokmamak lazımdır.

Bundan elli yıl önce CHP’nin son zamanında bakan olan merhum Kasım Gülek’in ilk işinin: “Ben burada bakan olarak bulunduğum müddetçe, işadamı olan kardeşimin bakanlığın kapısından içeri sokulmamasını emr ediyorum…” mealinde bir yazı yazdırmak ve personele tebliğ etmek olduğunu duymuştum.

Bakan, yağ yakan, mutabasbıs, alçak, rezil adama sormuş:

-Partimize ne zaman kaydolmuştunuz?

-Eh efendim ben kaalû belâ’dan beri partiliyim…

-Be herif Allah belânı versin!

Namuslu, şerefli, haysiyetli, faziletli, ahlâklı müteahhitlere hitaben “Helâl kazançlarınızı afiyetle yiyiniz” diye yazmıştım. Afiyetle yiyiniz derken tabiî ki, helâl ve meşru işlerde harcamak şartıyla.

Namussuz, şerefsiz, üçkağıtçı, rezil, alçak, şişirme iş yapan, rüşvetle iş alan, bin türlü dalavere çeviren, çürük yapı inşa eden alçak müteahhitlere de:

-Kazandığınız paraları afiyetle yiyemeyiniz. Kazandığınız yüz milyarlar, trilyonlar size zehir zıkkım olsun. Cehennem ateşi olsun. Dünya ve ahirette sürüm sürüm sürünün… diyorum. Çok mu ağır yazıyorum? Azdır bile. 17 Ağustos büyük depreminde ölen onbinlerce vatandaşın bir kısmı bu gibi müteahhitlerin kurbanı olmuştur. Ben beddua etsem de etmesem de zaten onların hali dumandır. Kazandıkları onlar için azap olacaktır. Ne kendileri, ne çoluk çocukları o büyük paraları afiyetle yiyemeyecektir. Bin türlü dert, belâ, rezillik, kepazelik içinde yaşayacaklardır. Öteki dünyada da rüşvetlerin, suiistimallerin, emanete hıyanet etmenin, çürük çarık yapılar yapmanın, ölüme sebebiyet vermenin cezasını göreceklerdir.

Söğüp sayarken sadece kötü müteahhitleri hedef almak doğru olmaz. Onların işbirlikçileri vardır. Kötü bürokratlar…İhalelere fesat karıştıranlar. Nizamlara, şartnameye uygun olarak yapılmamış yapılara “Tamamdır, uygundur” raporunu verenler… Yüzde oncular, alavere dalavereciler… Allah hepsinin belâsını versin!

17 Ağustos depreminde yaptıkları binalar yıkılıp, binlerce vatandaşa mezar olan müteahhitlere ne yapıldı? Başlangıçta medya büyük yaygara kopardı. Bunları asmalı kesmeli edebiyatı… Sonra her şey unutuldu. Yolsuzlukların üzerine bir kasap süngeri çekildi ve mezarcı müteahhitler yine icra-i faaliyete başladı.

12 Eylül 1980 kahramanlarından bir zat, iktidar olduktan sonra kolay para kazanmak için İstanbul civarında bir kaldırım taşı fabrikası açmıştı. Yollar bu zatın taşları ve parkeleri ile kaplanıyordu. Üç ay önce yapılmış kaldırımlar bozuluyor, başka renkten bir taş ile yeniden yapılıyordu. İstanbul köstebek yuvasına dönmüştü. Time mi Newsweek mi hangisiydi unuttum, büyük bir Amerikan dergisi bu zat hakkında alaylı bir yazı yazmıştı, derginin o sayısının Türkiye’ye sokulması yasaklanmıştı.

Bugün de bazı kalantorların kaldırım fabrikaları olduğu söyleniyor.

Son yirmi yıl içinde Türkiye’mizde büyük sayıda türedi, şaibeli zengin yetişmiştir. Hayata beş parasız başlayan nice serseri, maceraperest, sahtekâr kısa zamanda akıl almaz servetlere nail olmuştur. Bazısı yüz milyonlarca dolar, birkaçı milyarlarca dolar. Nasıl kazanılmıştır bu paralar? Normal ve helâl ticaretle, sanayi ile, ciddî hizmetlerle mi? Hayır, bunların servetleri kara para dediğimiz haram, şaibeli paralardır. Yekûn olarak ülkemizde ikiyüz milyar dolar kara para olduğu söyleniyor. Bu haram paralar vatanımız, devletimiz, milletimiz için uğursuzluk, felâket, âfet, gazab-ı ilâhî kaynağıdır. Bu paralarla köy olmaz, kasaba olmaz. Bunlardan kimseye hayır gelmez. “Para değil mi, helâli de haramı da aynı paradır; hem helâl haram ne demekmiş, bu gibi kavramlar lâikliğe, çağdaşlığa aykırıdır” diyen pozitivist kafalar (Pozitif ilimlerle pozitivist zihniyeti birbirine karıştırmamak gerekir) bazı boyutları eksik kimselerdir. Renk körlüğü gibi onlarda da körlükler vardır. Devlete, Cumhuriyete, vatana, millete yapılacak en büyük kötülük haramı teşvik etmektir. Haram servetler, onlarla yapılanlar, harama dayalı lüks ve ihtişamlı hayatlar, saltanatlar feci şekilde gümbür gümbür yıkılmaya mahkûmdur. Tarih bunların örnekleriyle doludur.

Rüşvetle, ihaleye fesat karıştırarak, bin türlü dolap çevirerek elde edilen servetlerin sahipleri hem bu dünyada, hem ahirette rüsvay olacaklardır.

Haram yiyen eşkiyaya acımam da oğullarına, kızlarına çok acırım. O haram, necis, kirli, ateşli, yakıcı paralarla okuyorlar, gezip tozuyorlar, lüks bir şekilde yiyip içiyorlar. Onların da akıbeti kötü olacaktır. Yazık!

Ben bu satırları yazarken onlar yeni haram kazançlar, yeni dolaplar, fesatlar peşinde koşuyorlar. Onlara dünyayı verseniz yine doymazlar, yanında Ay’ı da isterler, onların gözlerini toprak doyurur. 28 Ağustos 2003