• Tâhir beylere misafirliğe gitmiştim. Evlerinin içi leş gibi kokuyordu. Ben soramadım, o anlattı, “kusura bakmayın, bizim çocuklar dün gece geç vakte kadar televizyon seyretmişler, ekrandan sızıntı yapmış, içerisi ondan kokuyor pis pis”, dedi. Meğerse televizyon lağıma bağlıymış, müstehcen yayın esnasında içeriye necâset kokusu yayılıyormuş.
  • Hüdaylnâbit bey göz süzerek, gerdan kırarak konuşuyordu: “Ben gıybet yapmam, gıybet haramdır. Anlattığım herifin bu yüzden ismini vermeyeceğim. Gıybet olmasın diye. Hani şu şu şu özellikleri olan, şu işle meşgul bulunan şu yaşta, şu mahallede oturan kişi var ya, işte o mırmır mırmır mırmır, hımmm talan filan, anladınız ya… Yooo, ismini bana asla söyletemezsiniz onun, ben gıybet yapmam ki…”
  • Duhanî bey sigaranının birini söndürüyor, ötekini yakıyordu. Niçin bu kadar çok ve sık tütün içtiğini sordum. Hışımla: Mübahtır, dedi. Cevaben: Öyleyse bazan iç. bazan içme. Bu halini görenler, farz olduğuna itikad ettiğini sarılacaklar.
  • Kadın hak ve hürriyetlerinin bilmem kaçıncı yıldönümü dolayısıyle her tarafta konuşmalar yapılıyor, heykeller dikiliyor, nutuklar atılıyor, balonlar uçuruluyor. Seçme, seçilme, açılma, saçılma, takma takıştırma, boyanma hürriyetleri. Ama bir şeyi unutuyorlar. Eskiden Müslüman asıllı kadınların fâhişelik yapması yasaktı, ancak Müslüman olmayanlara vesika verilirdi. O konu da da hürriyet geldi. Resmî antetli T.C. damgalı vesikalar verilerek fahişelik, fuhuş hürriyeti getirildi. Bu konuda mâlum ve mâhut Madamı da konuştursalar ya.
  • Hacı Âkil bey, İslâm’ı Yayma ve Yaşatma vakfının yemekli toplantısında fıstıklı saray çorbası, kuzu tandır, Buhara pilâvı, zeytinyağlı enginar, kaymaklı ayva tatlısı, salatalar, çerezler, ayran ve saireden ibaret mönüyü çifter porsiyon gövdesine indirdikten sonra kahve içerken yanındaki Hacı Şârib beye bu dinî hizmet ve faaliyetler beni mutlu ve huzurlu kılıyor” diyordu.

Ekselans beyefendi: Bugün hava ne güzel.

Dalkavuk: He he he… Aman ne güzel söylediniz.

Zengin Hacı bey: Geçen haçta. Medine de yediğimiz hurmalar parmak gibiydi

Dalkavuk: He he he… Ne güzel anlattınız.

Ortalık dalkavuk doldu. Ciğer bekleyen kediler gibi bekleşiyorlar. En saçma lâfları, en budalaca icraatı alkışlayıp pohpohluyorlar. Şâir bunlar için “Ne utanmaz köpekleriz, kimi görsek etekleriz” demiş. Yüksek mevki sahipleri, büyük zenginler böyle dalkavuk haşaratı ile sarılmış vaziyetteler. Bu haşere ile nasıl mücadele etmeli acaba? Dalkavukluğu önleyici kanun çıkartılsa, bunlar kanunu da delerler. Köklerine DDT musibetlerin!

Bazı kelimeler hakkında izahat:

BAKKAL: Fiyatları görünce halk bakakaldığı için öyle denmiş.

ŞAŞAL: Benzinden daha pahalı menba suyunu şaş da al.

KİRALIK: Aylığı 7 bin dolardır, kirala da içeriye gir a alık! (Gir alık’dan muharref).

İkinci dünya savaşından sonra, Amerikan ekonomisi silâh, cephâne ve harp vasıtaları üretiminden, sivil üretime geçmişti. Türkiye’ye ilk çamaşır makinaları girmeğe başladı. O tarihlerde buzdolabı ancak sayılı ailelerin alabileceği lüks bir eşyaydı. Ortahalliler, fakirler yemeklerini teldolapta saklarlardı. İşte o yıllarda çamaşır makinası alabilenler bunları ya misafir odasına ya evin görülebilecek başka bir yerine koyarlar, üstüne de işlemeli bir örtü örterlerdi. Tüy diker gibi. Görmemişlik, gösteriş hastalığı… Kimisinin salonunda buzdolabı bir duvarda, çamaşır makinası karşı duvarda arz-ı endam ederler, âilenin varlıklı oluşunun bir timsali (simgesi) gibi gelenlere göz kırparlardı. Şimdi buzdolapları, çamaşır makinaları mutfaktaki, banyodaki yerlerini aldılar, fakat tahtları boş kalmadı. Müzik setleri ve televizyonlar tahta kuruldu. Yaratan’ı unutanlar günlerinin birkaç saatlerini Şeytan kutuları önünde geçiriyorlar.

 

Bir okuyucuya açık cevap:

  • Salonunuza sanat değeri olan ve geleneksel tezyini sanatlarımızın örneklerini teşkil eden hatlar asınız. Bu hatlar ya (a) tezhibli, (b) ya ebrulu, (C) yahut da siyah veya çividî zemin üzerine altın yaldızla yazılmış olmalıdır.
  • Maddi imkânınız orijinal yazı almağa müsait değilse, kıymetli ve sanatlı eski hatların fotoğraf veya fotokopi usulüyle röprodüksiyonları ebrulanıp çerçeveletilebilir.
  • Çerçeve de çok mühimdir. Tahtakale işi andavallı çerçeveler zevksizlik ve câhillik göstergesidir. İtalya’dan gelen çok güzel ve ucuz çerçeveler kullanılmalıdır.
  • Hüsnühat sanatı açısından hiçbir kıymeti olmayan, çerçevenin içine abuk sabuk bir saat, saçmasapan yaldızlar, kadife üzerine baskılar, kitap yaprakları konulmuş levhalar, zevkinizin değil, zevksizliğinizin göstergesi olur.
  • Hattan başka ebru, gravür, tarihî bir fotoğraf, berat vs. gibi şeyleri de paspartulu veya paspartusuz çerçeveleterek asabilirsiniz. Başka Müslümanlara örnek teşkil eder ve onların da taklit etmelerine yol açar ümidiyle, arzu ederseniz herhangi bir menfaat talep etmeksizin salonunuzun dekorasyonu için ehven fiyatla malzeme bulmanız hususunda size yol gösterebilirim.

 

“Hayırlar Yaptırmak, Yaşatmak, Yaymak ve Yüceltmek Vakfı” başkanı Hacı İmâdüddin Efendi, haftalık idare kurulu toplantısı için yola çıktı. İstanbul trafiği bir mahşer manzarası arzediyordu. Altındaki 200 milyonluk lüks arabanın tıkanıklığa bir yararı yoktu. Üstelik o gün şehirde garip, sinirli, endişeli, tedirgin bir hava esiyordu. Teröristler iki general ve onlara ilâveten yarım düzine kadar adam öldürmüşlerdi. Sokaklar, caddeler, meydanlar polis doluydu. Her yerde arama tarama vardı. Yol güzergâhı pislik içindeydi, çöpler her tarafa yığılmıştı. Belediye kadrolarına özel şekilde doldurulan ve Orta Anadolu’da bir vilâyete mensup bulunan muayyen bir mezheb mensubu işçiler, militanlık yapmaktan sokakları temizlemeğe vakit bulamıyorlardı. Hacı bey, yanındakine: “Hele şu gazetelerin başlıklarını bir okuyuver bana”, dedi. Keşke dememiş olsaydı: Kısır politika çekişmeleri, yolsuzluklar, hırsızlıklar, fuhuş, içki, kumar, piyango, yüzde yüze yaklaşan fâizler, devlet ve belediye arsalarını işgal eden mafialar, dinâyetler, rezâletler, hıyânetler, ihanetler. Daha fazla dayanamadı, “aman kes!” diye bağırdı. Güzergâhın bir kısmında yol kazılmıştı, tabiî gaz hattı döşenecekti. Çalışma son derece lâubali ve baştansavma yapılıyordu. “Yahu bu şebekeye gaz verilince şehir havaya uçar be!” diye söylendi. Kırmızı trafik ışığı önünde durdu. Ama arkadaki şoför korna çalıp, hemen geçmesini istiyordu. Hacı bey, beklemekte ısrar edince, arkadaki zıpır “sakallı yobaz, karşıdan karşıya geçen olmadığını gördüğün halde niçin ilerlemiyorsun be!” diye hakaret etti. Hacı bey lâ havle çekti. Bu minval üzere, iki saatlik bir mâceradan sonra vakıf binasına geldi. Hemen toplantı odasına koştu. Diğer üyeler onu bekliyorlardı. Hacı bey gözlüğünü taktı, başkan sıfatıyla oturumu açtı ve gündemi okumağa başladı: “Madde 1: Kurban etlerini muhafaza etmek üzere soğuk hava deposu yaptırılması. Madde 2. Hoparlör tesisatının modernleştirilip yenilenmesi. Madde 3: Yurt yatakhânelerine yeni ranzalar ilâvesi. Madde 4: Vakıf lokalinde her hafta iki konferans, bir panel, bir açık oturum, bir de seminer yapılması. Madde 5: Vakfın himâyesındeki câmiin bahçesine modern ve de asri bir yeraltı helâsı yaptırılması ve su meselesi için de arteziyen kuyusu açtırılması. (Bu kuyu konusu şiddetli tartışmalara yol açacaktır. Üyelerin bir kısmı, su mühendisleri vasıtasıyla yapılmasını isterlerken, bir kimi da radyestezistler kanalıyla bulunmasını teklif edeceklerdir.)

09.12.1991