PazartesiPakistan’da üniversitede din tahsili görmüş üç genç hoca ile görüştüm. Onlara, bu kardeş ülke Müslümanlarının namazla ve cemaatle ilgili durumunu sordum. Orada beş vakitte camiler doluyormuş, halkın namaza ve cemaate büyük ilgisi ve bağlılığı varmış. Hattâ cuma namazlarında kadınlar da camilere geliyor, kendilerine ayrılan bölümlerde ibadet ediyormuş.

Türkiye Müslümanları maalesef namaz ve cemaat konusunda büyük bir ihmal ve gevşeklik sergilemektedir. 1908’e kadar, Sultan Abdülhamid devrinde sünnî halkın hemen hemen tamamı namazı kılarmış, erkekler farz namazlarını cami ve mescidlerde eda edermiş. Meş’um ve menfur İkinci Meşrutiyet devriminden sonra bu konuda gevşeklik başlamış, gide gide bugünkü feci ve vahim duruma gelinmiş.

İstanbul civarında bazı köylerde namaz vakitleri camilere uğrarım, hiç genç göremem. Genellikle yaşları altmışın üzerindeki kimseler gelir camiye. Gençler cumadan cumaya alınlarını secdeye koyarlar.

İstanbul’da sabahları binlerce caminin minare şerefelerine yerleştirilmiş onbinlerce hoparlörden ezan okunur. Camiye gidersiniz ki, birkaç kişi gelmiştir.

Bazı yerlerde öğle ve ikindi namazlarında biraz cemaat olur. Kimi yerde yatsılarda biraz kalabalık görülür. Lakin genelde namaz kılan da azdır, cemaate gelen de.

Aklı başındaki hocaların, Müslüman liderlerin, dindar yazarların, (varsa) İslâm aydınlarının, sorumluların bu konu üzerine eğilmeleri, durumu araştırıp incelemeleri, çare ve çözümler arayıp bulmaları, ortaya müsbet ve işe yarar teklifler getirmeleri gerekmez mi? İşte maalesef bu da yapılmıyor. Türkiye’de, ümmet çapında bir namaza dâvet, cemaate dâvet faaliyeti yok.

Halk namaza ve cemaate davet edilse, herkes kılacak mı, cemaate katılacak mı? Böyle bir şey demedim. Ancak, bir emr-i mâruf ve nehy-i münker vazifesi olarak bu dâvetin, bu uyarının mutlaka yapılması gerekir.

Öncelikle Diyanet bu sahada bir şeyler yapmalıdır. Namaz ve cemaatin siyasetle, lâiklikle ilgili bir tarafı yoktur. Namaz İslâm’ın birinci ibadetidir. Beş vakit namazın farziyeti Kur’ân’la, Sünnetle, icmâ-i ümmetle sâbittir. Diyanet, vazifesi icabı elbette böyle bir farzın yerine getirilmesi için çalışacak ve propaganda yapacaktır. Cuma namazlarında camilere, diğer günlerde namaz kılmayan din kardeşlerimiz de gelmektedir. Önümüz Ramazan’dır. Hutbelerde münasip ve tesirli bir lisan ile onlar beş vakit namaz kılmaya, imkân oldukça cemaate katılmaya çağırılmalıdır.

Ülkemizde, yıllık bütçeleri yüz milyonlarca dolar olan, hattâ birkaçı senede birer milyar dolardan fazla para toplayan büyük dinî cemaatler, benim tâbirimle “Özel Diyanetler” bulunmaktadır. Bunlar da, namaz ve cemaat hakkında hem şifahî (sözlü) propaganda yapmalı, hem de milyonlarca basılacak güzel ve vasıflı broşürlerle halkı, bağlılarını namaza, camiye, cemaate çağırmalıdır.

İslâmcı kesimin büyük kısmı rant peşine, maddî menfaat peşine, para peşine, ikbâl peşine düşmüştür. Onlardan ne bu ümmete, ne bu ülkeye, ne de kendilerine fayda gelir. Samimî İslâmcılar varsa, onların da namaz için, cemaat için çalışmalarını bekliyoruz.

Namaz herhangi bir mezhebe, tarikata, cemaate, gruba, hizbe, fırkaya ait bir vazife değildir. Umum Müslümanları, Ümmet’in bütününü ilgilendiren İslâmî bir ibadet, bir eylem, bir kurumdur. Sevgili Peygamberimiz Efendimiz Hazretleri

(Salât ve selâm olsun O’na)

“Namaz dinin direğidir. Kim onu ayakta tutarsa (kılarsa) dinini ayakta tutmuş olur. Kim onu yıkarsa dinini yıkmış olur”

buyurmuştur. Şu anda Türkiye Müslümanları, namaz ve cemaat konusundaki ihmalleri, tehâvünleri, tembellikleri dolayısıyla dinlerini kendi elleriyle yıkmak durumundadır. Halka bu husus tesirli bir şekilde anlatılmalıdır. Tesirli dedim. Bu husus çok önemlidir. Tesirsiz nasihatler, uyarılar, çağrılar fayda getirmez. Bu iş sıradan hutbelerle, sıradan vaazlarla, sıradan broşürlerle halledilmez.

Hazret-i Ömer radıyallahu anh, uzak vilâyetlerin valilerine mektup ve tâlimat gönderdiğinde ilk olarak namaz konusunda durur; onları, emir ve kumandası altındaki halk yığınlarına namazı emr etmek, namazı teşvik etmek, bizzat imamlık yaparak bu konuda onlara önder ve örnek olmak hususunda uyarırmış.

Zamanımızda kaç derin hoca, kaç gerçek şeyh gördümse hepsi de, istisnasız beş vakit namazı kılıyordu, etrafına da kılmaları hususunda emirler veriyor, teşvik ediyordu.

Namaz kılınacak, camiler dolacak da ne olacak… diyen hafif akıllılar çıkabilir. Böyle konuşan ve düşünenlere cevap vermeye bile değmez. Allah, Peygamber, Ashab-ı Kirâm, Selef-i Sâlihîn, her asırda yaşamış ulema, süleha ve meşayih, bütün akıllı ve firasetli Müslümanlar namaz ve cemaati öğütlüyor. Bizim bu konudaki öğütleri dinlememiz, yerine getirmemiz gerekir.

Bilhassa son yıllarda islâmî hareketin, siyasal İslâm’ın içindeki bâzı münâfıklar dinî hizmet ve faaliyetleri kendi şahsî ikballeri, menfaatleri ve rantları uğrunda âlet ve istismar etmeye başlamışlardır. Bu konuda büyük bir kirlilik ve pislik görülmektedir.

Din sömürücüleri, din bezirgânları, din rantı yiyen alçaklar niçin camiye gelmezler? Çünkü camiye gelmekte, cemaatle namaz kılmakta bir rant yoktur! Rant olsaydı, maddî menfaat olsaydı, cemaati yara yara, Müslümanların üzerine basa basa ön safa geçerlerdi musibetler.

Vakit namazlarını evlerinde, yazıhânelerinde, işyerlerinde kılan musalli (namazlı) Müslümanlar her zaman gidemeseler de, zaman zaman, meselâ günde en az bir kere (bu bir fetva değildir) camiye gitmeli, cemaat-i müslimîn (Müslümanlar topluluğu) içindeki yerlerini almalıdır. Unutulmamalıdır ki, her farz namazda yoklama yapılmakta, Allah’ın ve Peygamberin emrine uyarak cemaate katılıp katılmayanlar tesbit edilmektedir.

Bazı kardeşlerimiz haklı olarak birtakım imamlardan şikâyet edebilir, bazı din görevlilerini yetersiz bulabilir. Onlara, beğendiğiniz, ehliyetli imamları arayıp bulunuz, onların arkasında saf tutup cemaat olunuz derim.

Kötü büyükler ve ebeveynlerinin yanlış telkinleri yüzünden bir kısım Müslüman gençlerde para, bol gelir, menfaat, makam ve mevki, lüks evler edinmek, lüks otomobiller satın almak, lüks ve gösterişli bir hayat sürmek konusunda büyük bir istek ve hırs görülmektedir. Bir Müslüman bunlara tâlip olmaz. Hayatın gayesi bunlar değildir. Genç bir Müslüman iyi insan olmak, adam olmak, iyi bir vatandaş olmak için çalışmaya yönlendirilmelidir. Para ve mal gaye (amaç) değil, sadece bir vasıta ve alettir.

Paranın en büyük değer, en birinci gaye ve maksat olması bir toplumu yıkmaya yeterli bir felâket ve sapıklıktır.

Eski Yahudiler gibi Altın Buzağıya

(paraya, mala, menfaate)

tapanlar muvahhid

(Tevhid ehli)

değil, gizli müşriklerdir. 21 Ekim 2003