Namuslu Aydınlara
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 17 Şubat 2019
Cumartesi
Sağcılar Solcular, Sünnîler Alevîler, Türkler Kürtler, Dinciler Lâikler, şucular bucular biz hepimiz Türkiyeliyiz; bizim müşterek kimliğimiz Türkiyeliliktir.
Türkiye çok bozulmuş, çok kirlenmiştir ama yukarıda saydığım kesim ve zümrelere mensup tertemiz, namuslu, mal ve serveti helâl aydınlar, okumuşlar, seçkinler vardır muhakkak. Bunlardan on-onbeş kadarı niçin arada bir, bir araya gelmez, şu memleketin ve milletin halini müzakere etmez, kurtulması için çareler ve çözümler araştırmaz, kötülüklere karşı birlikte tepki göstermez? Anlamak zordur bu dağınıklığı.
Dindarlar ayrı bir kesim, laikler onların zıt kutbu ayrı bir kesim; sağcılar kendi aralarında, solcular kendi aralarında; Sünnîlerin içinde Alevî yok, Alevîlerin içinde Sünnî yok… Olur mu böyle kutuplaşmak böyle kopukluk.
Bu ülkeyi, bu halkı, bu devleti soymak, bitirmek, babalarının çiftliği gibi keyfe mâ yeşâ (Canının istediği gibi) kullanmak, sömürmek isteyen dış düşmanlarımız ve onların içteki ajanları Türkiyelileri birbirine düşman gruplara, kutuplara ayırıp, “Böl parçala ve hükmet” ilkesi uyarınca bitirmek ve batırmak istiyorlar.
İsviçre’de Almanca, Fransızca, İtalyanca, Rotoromans diliyle konuşanlar var, orada Katolikler ve Protestanlar var; lakin birbirlerine düşman değiller. Almanya’da Protestanlar ve Katolikler var, onlar da birbirine düşman değil. Hafif sürtüşmeler, rekabetler olsa da o ülkelerde toplumsal barış, millî mutabakat hüküm sürüyor.
Bizde niçin bu kadar fitne, fesat, nifak, şikak, çekişme, tepişme, kutuplaşma, zıddiyet, düşmanlık hüküm sürmektedir?
Resmî ideoloji toplumsal barışı, uzlaşmayı sağlamıyor. O halde, evrensel insan hakları ve hürriyetleri ilkelerinin, Tabiî ve İlahî Hukuk prensiplerinin, kendi millî kimlik, kültür ve kişiliğimizin ışığında iç barışı, sosyal uzlaşmayı sağlamaya çalışmamız gerekmez mi?
Türkiye demokrasinin beşiği değildir. Demokrasi bize dışarıdan gelmiştir, ithal edilmiştir. 1920’de ilk kurulan Büyük Millet Meclisi’nde çoğulculuk vardı. Cumhuriyet kurulduğunda da çeşitlilik ve çoğulculuk havası bulunuyordu. Sonra tek parti rejimine geçildi, oligarşik bir yönetim sistemi benimsendi. Arada Terakkiperver Parti, Serbest Parti tecrübeleri yapıldı. Halk akın akın muhalefeti destekleyince vaz geçildi. 1945’e kadar tek parti rejimi devam etti. O yıl demokrasi taraftarı Müttefik Devletler (Amerika, İngiltere, Fransa) Türkiye’ye baskı yaptılar, çok partili rejime geçilmesini sağladılar. İlk kurulan muhalif parti, Nuri Demirağ’ın “Millî Kalkınma Partisi” idi. Sonra başka partiler ve bu arada Demokrat Parti kuruldu. Demokrat Parti’nin bir muvazaa partisi olduğu iddia edildi. Celal Bayar Demokrat Parti’nin lideri idi ama CHP’lilerden daha CHP’li bir zihniyete sahipti.
Aradan elli seneden fazla zaman geçti, demokrasinin de içine ettik. Mübarek hem var, hem yok. Bazılarının canları isteyince var, istemeyince yok.
Demokrasinin beşiği, anavatanı İngiltere’dir. İlhamımızı oradan alalım. İngiltere’de bir sürü çeşitlilik var. İngilizler var, İskoçlar var, Galler var; Anglikanlar var, Katolikler var, milyonlarca Müslüman var, büyük bir Yahudi cemaati var. Onlar bu çeşitlilik içinde beraberce yaşıyabiliyorlar da biz niçin çeşitliliklerimiz yüzünden çekişip tepişiyoruz? Efendim Müslüman kızlar okullara, üniversitelere başörtüsü ile gidemezmiş, Müslüman memureler başörtüsü takamazmış, başörtülü bir hanım Meclis’e giremezmiş. Kim çıkarmış bu hükümleri? Demokrasinin, insan haklarının, din ve vicdan hürriyetinin olduğu İngiltere’de böyle yasaklar, tabular, sınırlandırmalar var mı?
Hem demokratız diyorlar, hem de demokrasiye, insan haklarına, adalete aykırı işler yapıyorlar.
Hangi medenî, ileri, hukuklu ülkede başı örtülü Müslüman kızlar üniversite kapılarından geri çevriliyor? İslâm dininde tesettür emri var, biz ise İlahiyat Fakülteleri’ne bile başları eşarplı kızlar almıyoruz. Demokrasi bu mudur? İnsan haklarına saygı ve riayet bu mudur?
Başörtüsü konusunda zerre kadar taviz (Ödün) vermiyorlar ama yolsuzluklar, kokuşma, hortumlama gırla gidiyor. Kokuşma konusunda din hürriyeti ile savaştıkları kadar kararlı olsalar, pislikler kısa zamanda temizlenir.
Ülkeye, halka, devlete karşı işlenmiş suçların, kokuşma suçlarının affı, zamanaşımı olmaz. Bizde niçin nice saygın haydut af ve zamanaşımı ile paçasını kurtardı.
Vatandaşları fikirlerinden, inançlarından, görüşlerinden dolayı, Devlet Güvenlik Mahkemeleri’nde muhakeme ediyorlar ama devleti, milleti, ülkeyi milyarlarca dolar dolandıranları bu mahkemelerden kurtarıp dosyalarını başka mahkemelere aktarıyorlar.
Uzun sözün kısası: Çoğunluğa mensup Müslüman bir vatandaş ve okur-yazar olarak başka kesimlere mensup aydınlarla görüşmeye, birlikte hareket etmeye hazırım. İki şartım var:
1. Benim dinime, inançlarıma saldırmayacak, hakaret etmeyecek.
2. Kara ve kirli para işlerine bulaşmamış olacak, mal ve servet beyanı açık ve şeffaf olacak.
Bu ülke hepimizindir, Türkiye bizim müşterek vatanımız, evimizdir. Bu halk bizim halkımızdır, bu devlet bizimdir. Devlet ile kötü yönetimi özdeşleştirmemek gerekir. Kötü yönetime kızıp da “Batsın bu devlet!” diyenlerin kuş kadar, böcek kadar akılları ve firasetleri yoktur. Devlet (Allah saklasın) batarsa enkazı altında hepimiz birden kalırız.
Türkiye birtakım crypto’ların, iki kimlikli gizli ve esrarlı lobilerin çiftliği değildir. Bu ülkeyi sevmek şartıyla en küçük azınlıkların bile hakları vardır ama Türkiye iki kimlikli gizli ve esrarlı bir lobinin Tekelistan’ı ve sömürgesi durumuna düşürülemez.
Müslüman olduğum halde, dürüst ve temiz olmayan İslâmcılara, din sömürücülerine verip veriştiriyorum. Onlar aleyhine yazdığım yazılar kadar ağır yazıları kimse yazamaz. Her kesime mensup namuslu ve şerefli aydınlardan, gazetecilerden, fikir adamlarından da, kendi zümreleri içindeki namussuzları tenkit etmelerini, onlarla mücadele etmelerini bekliyorum.
Mukaddes İslâm dinini rant konusu yapan alçaklar ne kadar şerefsiz ve namussuzsa; çağdaşlık, resmî ideoloji, solculuk, milliyetçilik, Türkçülük, Kemalizm sömürüsü yapanlar da o derece alçak ve namussuzdur.
Her kesimde elbette namuslu, temiz, şerefli, haram yememiş, vicdanını ve kalemini kiraya vermemiş Türkiyeliler vardır. Pısırıklığı, mıymıntılığı, korkaklığı, nemalazımcılığı bıraksınlar ve bir araya gelsinler. Meydanları hırsızlara, soygunculara, talancılara, hortumculara, çetelere, eşkıyaya, yiyicilere, kara para babalarına bırakmasınlar.
Hepimiz bu devletin, bu halkın, bu ülkenin nimetleriyle yetiştik. Türkiye’nin hepimizin üzerinde tuz ve ekmek hakkı vardır. Şimdi devlete, millete, ülkeye sahip çıkma zamanıdır. 10 Şubat 2002