Nasıl Bir Cumhurbaşkanı Seçilmelidir?
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 03 Ocak 2019
Perşembe
Yasal olarak olabilir. AKP Meclis’te çoğunluktadır. Prosedür bakımından Çankaya’ya kolaylıkla çıkabilir. Bu yükselişte hiçbir hukukî mahzur (sakınca) olmaz.
İşte bu çok zor olur. Yükseklere çıkmak başka şeydir, oralarda durmak, oturmak başka şey. Kendisini kesinlikle rahat bırakmazlar, dehşetli bir çekişme başlar, büyük gerginlik ve kriz oluşur.
Böyle bir adayda bulunması gereken birinci şart onun bir MUTABAKAT/UZLAŞMA adayı olmasıdır. Yani ülkedeki güçlerin en az yüzde doksanı bu adayı kabulde anlaşacaklardır.
Değildir. Zaten gürültü ve gerginlik de bundan kaynaklanmaktadır.
Değildir. Seçimlerden önce söz verdikleri halde üniversitelerdeki başörtüsü meselesini bile halledecek güce sahip olamadılar.
Birincisi bildiğimiz siyasî muhalefettir, bunun başını CHP çekmektedir. İkincisi “derin muhalefettir”. Bu konuda fazla konuşulamaz.
Bu çalışmaların sadece birini söyleyeyim: Başbakanın evinin (hukukî ikâmetgâhının) bulunduğu Üsküdar bölgesinde kadrolaşma yapıyorlar. (Be adam ne demek istiyorsun, biraz açık konuşsana!.. Daha açık yazamam…)
Katılırım…
Dindar olmayacak ama din, inanç, inandığı gibi yaşamak, düşünce hürriyetine taraftar olacak. Dinî tatbikatı olmayacak. Eşi ve ailesi Batı hayat tarzını benimsemiş olacak. Resmî ideoloji takıntısı olmayacak. Ülkenin dominant dini olan İslâm’a karşı kin, düşmanlık, nefret beslemeyecek. Sefarad, Eşkenaz, Sabataycı kökenli olmayacak. Etnik kökeni Oğuz Türkü olursa tercihe şayandır. İçki içebilir. Laik olacak ama kesinlikle “laikçi” olmayacak. Üç-beş yabancı dil bilecek. Eşitlikçi olacak, ayırım yapmayacak. Mal ve servet beyanı şeffaf olacak. Cumhuriyet bayramı resepsiyonuna beni ve benim gibi Türkiyelilerden birkaç kişiyi davet edecek kadar geniş ve kucaklayıcı olacak. (Sayın Ahmet Necdet Sezer, Çankaya’ya çıktığı yılın resepsiyonuna beni de resmen çağırmıştı, gitmiştim, sonraki yıllarda onda yüz seksen derecelik bir dönme ve katılaşma oldu…)
Birincisi HİKMET/BİLGELİK, ikincisi en geniş şekliyle toplumsal/millî UZLAŞMA/MUTABAKAT.
Eski tâbirle ism ve resm olarak bağımsızdır ama gerçekte değildir. Ülkemizde çok ağır ve kasvetli bir İsrail-ABD baskı ve tesiri vardır. Sabataycı lobinin ağırlığı ve tesiri normalin çok üzerindedir. Devletin yanında derin devletler, seçimle işbaşına gelmiş hükümetin yanında derin iktidarlar bulunmaktadır.
Emanetlerin ehline verilmemesi, başka bir tâbirle emanetlere hıyanet edilmesidir. Emanetlerin neler olduğunu da açıklayayım: Makamlar, mevkiler, memuriyetler, köşebaşları, vazifeler, toplum işleri, ihaleler vs… vs…
Kokuşma veya ahlâk bozukluğudur.
Bugünkü halleriyle diyemezler. Çünkü onların büyük kısmı da düzenin pastasından veya rantlarından nasiplerini almakta, yağlı kemikler yalamaktadır. Nice eski mücahid ve radikal İslâmcı şimdi müteahhit olmuştur ve malı götürmektedir. Bugünkü kötü gidişi ancak ve ancak vasıflı ve temiz Müslümanlar durdurabilir.
Vasıflı ve temiz Müslüman yalan söylemez, halkı aldatmaz, haram yemez, “Bozuk düzenlerde bozuk işler yapılır” şeytanî fetvasını kabul etmez, şeffaf ve samimî mal ve servet beyanında bulunur, hizmet esnasında mal edinmez, mütevâzı bir hayat sürer, başkanlıklara tâlip olmaz, matlup (istenen) olursa ancak ve ancak ehil olduğu taktirde kabul eder, adalet ve hakkaniyetten kıl kadar ayrılmaz, partizanlık yapmaz. Tek cümleyle vasıflı ve temiz Müslüman iyi insan ve iyi vatandaştır. Şereflidir, namusludur, haysiyetlidir, âdildir.
İslâmcılar imtihanı kayb etmişlerdir. Onları destekleyen Müslümanlar da kayb etmiştir.
Maalesef değildir. Ufukta büyük buhranlar, fırtına alametleri görülüyor.
Parçalanmış Türkiye haritalarını görmediniz mi?
İyi ki, sordunuz, ne demiş olduğunu bir kere daha yazayım: “BİZ BU KAFAYLA GİDERSEK, BU TOPRAKLARI ELİMİZDE TUTAMAYIZ…”
Desinler… 1912’den önce birtakım gafil, cahil Jön Türkler de yaşasın hürriyet, yaşasın müsavat, yaşasın adalet, yaşasın uhuvvet!..” diye haykırıyorlardı. Sonra ansızın Balkan harbi patladı ve kısa zamanda Edirne’den Adriyatik denizine kadar uzanan koca Rumeli’yi kaybettik.
Çelik Gülersoy, Mine Kırıkkanat’a ne demişti? “Mine hanım göreceksiniz, gelecekler, İstanbul’u bizden alacaklar…” (7 Temmuz 2003 tarihli Radikal’da Mine G. Kırıkkanat imzasıyla yayınlanan “Bu KentTürklere kalmaz” başlıklı yazıyı okuyunuz.)
Milliyet’in internet anasayfasında yeşil bir mikrofon resmi ve altında şu cümleler var:
başlığı kin ve düşmanlık kokuyor. Ciddî bir gazetenin bir habere böyle sübjektif, taraflı, düşmanca bir başlık koyması medya etiğine sığar mı? Milliyet’in internet sayfasının alt tarafında haberin geniş metni ve tafsilatı (ayrıntıları) yer alıyor. RTÜK
Bir ülkede din, inanç, düşünce, medya hürriyeti varsa isteyen her vatandaş elbette çarşafı beğenebilir, övebilir. Böyle bir beğeni ve övgüye uyarı vermek evrensel insan haklarına, hürriyete ve eşitliğe aykırıdır.
Korkuyorlar ve yayınlamıyorlar… Atatürk’ün annesi çarşaflı… Eşi Latife hanım sımsıkı tesettürlü…
Çok sevdikleri
1915’te yayınlanan
başlıklı yazısında kadınlara ne demiş? “Bu çirkin dünyada, bu çirkin ortamda sizin çarşaflarınızdan ve peçelerinizden başka güzellik olarak ne kaldı…” demiş.
Kur’ân, hür Müslüman kadınların kıyafet olarak başlarını, boyunlarını, göğüslerini örten cilbab’a (bol ve geniş örtüye) bürünmelerini emr ediyor. Birtakım vatandaşlar da “Bu devirde Kur’ân’daki cilbaba en uygun kıyafet çarşaftır” diyorlar ve onu savunuyorlar. TC vatandaşı olan, devlete vergi ödeyen, askerlik hizmeti yapan, bu ülkeyi, bu devleti, bu halkı seven, bu vatandaşlara inançlarından, görüşlerinden dolayı hakaret etmek demokrasiye ve medeniyete uyar mı?
Milliyet’in sinirlerini bozan, cinlerini başına toplayan kara seslerden biri de şu: Radyo Ankara
başlıklı programda şöyle demiş: “Sevgili kardeşim dinler yok… Başka din yok ki, İslâm ondan üstün olsun. İslâm zaten kâinatın tek dini…”
Katolikler tek hak dinin Katoliklik olduğuna inanıyorlar ve bu inancın propaganda ve savunmasını yapıyorlar da, aynı hak niçin Müslümanlara tanınmıyor? Kur’ân’da kesin âyet var:
buyuruluyor. RTÜK’ün, Milliyet’in bu konuya karışmaya hakları ve yetkileri var mıdır?
Bir Müslüman, Allah katında kabul edilen tek dinin İslâm olduğuna inanmasa dinden çıkmış, imanını yitirmiş olur. Çünkü, muhkem (kesin) bir âyeti inkâr eden, dinden çıkar. Bu ülkede çeşitlilik var. Kendisi inanmayabilir ama Müslümanların inançlarına karışamaz, inançları dolayısıyla onlara
diyerek hakaret edip saldıramaz.
Türkiye’de yaşayan ve sayıları bir buçuk milyon tahmin edilen Sabataycılar ne kadar hür ve serbest. Müslümanlara da onlar kadar hürriyet ve serbestlik verilmelidir. Masonların sayısı çok düşüktür. On bin kişi oldukları tahmin ediliyor. Onların yüzde yüz masonik hürriyetleri var da, Müslümanların niçin yüzde yüz din hürriyeti yok.
Efendi elbette tenkit edebilirsin, elbette aleyhte yazabilirsin ama kesinlikle
falan diyemezsin. Çünkü Kara Ses demek hakaret etmektir, saldırganca bir üslûp kullanmaktır. Böyle bir şey ahlâka, medeniyete, demokrasiye, insan haklarına, millî barışa, toplumsal uzlaşmaya aykırıdır.
Türkiye, demokrasinin beşiği değildir. Demokrasi İngiltere’de gelişip dünyaya yayılmıştır. Demokrasinin ne olduğunu öğrenmek için o ülkeye, benzerlerine, meselâ Norveç’e, Kanada’ya bakacaksın. İngiltere’de çarşaf ve peçe serbesttir. Tartışılan, okullarda peçeli kıyafet olup olmayacağıdır. Hiçbir ciddî ve seviyeli bir İngiliz gazetesi dindar Müslüman kadınların çarşafına hakaret etmez,
Bu bir seviye meselesidir.
Milliyet gazetesi dindarlara hakaret ederek gerçekten ayıp ve utanç verici bir tutum sergilemiştir.
Kur’ân’da ve İslâm’da tesettür vardır, farzdır, kadınların seksi kıyafet giymeleri yasaktır. İslâm’ın bir farzını savunanlara Kara Ses demek yobazlıktır. Kur’ân İslâm’ın Allah katında kabul edilen tek din olduğunu bildiriyor. Her Müslüman bunu kabul eder.
iddiası Kur’ân’a, İslâm’a, mantığa aykırıdır. Hiçbir aklı başında Müslüman böyle bir iddiayı ve inancı kabul edemez. Mayo giymek, mini etekle dolaşmak, erkeklerin şehevî bakışlarını üzerine çekmek serbest oluyor da çarşaf veya cilbab niçin olmayacakmış?
Biz Müslümanların inançlarını ve tercihlerini paylaşmayabilirler ama kesinlikle
gibi hakaretler savuramazlar. İslâm’da onları çileden çıkartan başka yasaklar ve emirler de vardır:
İslâm’a inanırsın veya inanmazsın, lâkin Müslüman bir memlekette dindarlara saldıramazsın, hakaret edemezsin. Ülkemizde dün olduğu gibi, bugün de, çarşaf giymeyi yasaklayan bir kanun yoktur. Kanunsuz suç ve ceza olamayacağına göre, çarşafı beğenenleri, çarşafı savunanları suçlamak hukuka aykırıdır, despotluktur. Çarşaflılara hakaret etmek, çarşaf taraftarlarına kara ses demek iç barışa, toplumsal uzlaşmaya hizmet mi eder, yoksa bunları berhava mı eder?
Biz bu coğrafyada bin yıldan beri varız. Bu varlığın 900 küsur yılında
İslâm hanımları tesettürlü olmuştur.
Çarşaf da tesettürün bir çeşididir. Niçin hoşgörüyle bakmıyorlar, tahammül etmiyorlar? Çanakkale şehitlerinin, Sakarya şehitlerinin annelerinin ve eşlerinin hepsi tesettürlü değil miydi? 31 Mart 2007