Salı

 

Tehlike çanları bizim için çalıyor. Uyanmazsak, kendimize gelip toparlanmazsak bizi büyük ve korkunç tehlikeler bekliyor.

Japonya, Güney Kore, Çin, Tayvan, Singapur hakkında kitaplar okuyorum, oraları gezmiş kimselerle konuşuyorum. O ülkelerin bize örnek, model ve ibret olması gereken birtakım özellikleri var:

Birincisi: Üretiyorlar.

İkincisi: İyi çalışıyorlar.

Üçüncüsü: Ürettikleri malları bütün dünyaya ihraç ediyorlar.

Dördüncüsü: Ticaret yapmasını iyi biliyorlar.

Türkiye bunların tam tersine:

-Yeteri kadar üretmiyor; gerekenden çok daha fazla tüketiyor.

-Türkiye halkı iyi çalışmıyor. Dünyada en fazla kahvehanesi yani tembelhanesi olan ülkeyiz.

-Nüfusumuza, potansiyelimize yakışacak bir ihracatımız yok.

-Büyük çapta uluslararası ticaret yapamıyoruz.

Bir milyar üç yüz milyonluk Çin çok sıkı çalışıyor.

-Haftada yedi gün çalışıyorlar. Senede sadece 15 gün tatil yapıyorlar. Çinli bir fabrikatör, bir Türk işadamına “Haftada iki gün tatil yaptığınıza göre çok zengin olmanız gerekir…” demiş.

-Çinli işçiler ayda ortalama 50 dolar alıyor ve bununla geçiniyor, geçinmesini biliyor.

-Çin devleti, fabrika ve atölye kurmak, üretmek isteyenlere bütün kolaylıkları ve imkânları sağlıyor.

Uzakdoğu ülkeleri, başka bir kelimeyle “Kaplanları” çok iyi, çok sıkı, çok verimli çalışıyor, çok üretiyor, çok ucuza mal ediyor.

Yapılan araştırmalar bizde işçilerin, onlar kadar sıkı ve verimli çalışmadığını gösteriyor. Çay, sigara, işi ağırdan alma… Böyle giderse Türkiye batar. Türkiye bir sömürge haline düşer. Türkiye, çalışkan ve üretken ülke ve milletlerle yarışamaz.

Ülkemizde yirmi milyon işsiz olduğu söylenmektedir. Bu işsizlere nasıl iş bulunacaktır? Çalışma Bakanlığı ve Sendikalar işsizleri düşünmüyor, sadece çalışanlarla ilgileniyor.

Türkiye’de fabrika, atölye kurmak çok zordur. O kadar zorluk ve engel çıkartılmaktadır ki, sanki üretim sabote edilmektedir. Vergiler son derece ağırdır. Yetersiz bir eğitim sonucu genç nesiller cahil ve yeteneksiz bırakılmıştır.

Toplumumuzu ayakta tutan bütün değerler yıkılmış, onların yerini:

-Para, maddî menfaat.

-Bencillik.

-Seks, zevk ü sefa.

-Az çalışarak kazanmak ve geçinmek… almıştır.

Ziraatimiz ve hayvancılığımız kasıtlı olarak çökertilmiştir. Ticaret ahlâkımız son derece bozuktur.

Rüşvet, kokuşma, haram yeme, millet ve devlet malını zimmetine geçirme bireysel olmaktan çıkmış, sistemin bir ilkesi haline getirilmiştir.

Kanaat felsefesi bırakılmış, onun yerini aşırı tüketim, lüks, gösteriş, israf almıştır. Çinli ayda elli dolarla geçinebiliyor da biz 450 dolarla geçinemiyoruz.sÜlkemizdeki şu kredi kartı çılgınlığına ve beyinsizliğine bakınız. Vatandaş birkaç kredi kartı alıyor ve hesapsız kitapsız harcama yapmaya başlıyor. Sonunda, borç gırtlağa çıkıyor ve ödeyemiyor. Gelirinden, imkânlarından daha fazla harcayan bir kişi akıllı mıdır, beyinsiz midir?

Son otuz-kırk yılda Türkiye aşağıdaki sahalara ve işlere trilyonlarca dolar yatırdı:

-Lüks meskenler… Kullanışlı olmayan, ev halkının yararlanamadığı, misafirlere mahsus salonlar… Zevksiz, saçma sapan eşyalar…

-Lüks mutfaklar ve banyolar…

-Lüks otomobiller… Yedek parça, yakıt, zaman israfı…

-Lüks cep telefonları,

-Lüks televizyonlar,

-Lüks yazlıklar.

Millî kültürümüze, millî kimliğimize, ahlâka, fazilete, hikmete (bilgeliğe) uymayan, ucuz, basit, köksüz bir hayat felsefesi… Halkımız, tacirlerimiz, iş adamlarımız sermayenin değerini bilemediler.

-Bir milyon doları olan bir iş adamı, ne oldum delisi oldu, kendine bir milyon dolarlık köşk aldı ve sonunda battı.

-Ahlâkımız bozuldu. Nice yuvalar yıkıldı. Adamın eline para geçince azdı, kudurdu, çıldırdı; yirmi senelik emektar eşini boşadı, taze ve fırıldak bir karıyla evlendi. Sonra israf israf israf… Ve battı, rezil oldu.

İş, ticaret, iktisat, finans mensuplarını yüzde yüz suçlamıyorum. Elbette doğrular, dürüstler, haysiyetli, namuslu, şerefli olanlar, işini bilenler, azıp kudurmayanlar vardır. Vardır ama iş onlarla bitmiyor. Çoğunluğun öyle olması gerekiyor.

Tarihte bizi ayakta tutmuş olan loncalar, ahîlik, fütüvvet ahlâkı ve zihniyetinin yerlerinde şimdi yeller esmektedir. Türkiye’deki şahsî teşebbüs (kişisel girişim) zihniyeti yetersizdir. Türkiye çok kötü idare edilen bir ülkedir. İyi idare edilmiş olsaydı bugünkü hale düşer miydi?

Son otuz-kırk yıl içinde üç yüz milyardan fazla iç ve dış borç alındı. Bu para yerli yerinde, faydalı şekilde kullanılmış olsaydı biz de Güney Kore, Tayvan gibi üreten, zenginleşen bir ülke olurduk.

Türkiye’nin politikacıları yetersiz ve kalitesiz kaldılar. Genelleşen, toplumu pençesine alan, sistemin ana ilkesi haline gelen kokuşma, asalaklık, çalışmadan kazanma, vurgun vurma felsefesi ve zihniyeti bizi batırmıştır. Problemlerimize çare ve çözüm üretemiyoruz.

Ülkeyi, halkı, devleti kurtarmak için canla başla, akıllı ve hikmetli bir şekilde çalışması gereken bir kısım İslâmcılar rant peşinde koşuyor. Türkiye’nin imdadına koşması gereken Türkçüler ve milliyetçilerin bir kısmının geçen koalisyon devrinde neler yaptıklarını, nasıl vurduklarını, malı nasıl götürdüklerini gördük.

Şu anda ülkemiz bir iç-sömürge haline gelmiştir. İki milyonluk bir mutlu ve putlu azınlık servet, bol gelir, zevk ve eğlence içinde yaşıyor; geri kalan altmış sekiz milyon sürünüyor, kıvranıyor, bin türlü sıkıntı içinde bulunuyor.

Ülkenin belini PKK ile yapılan uzun savaş yıkmıştır. Bu savaş niçin bu kadar uzun bir müddet sürmüştür? Gazeteci Avni Özgürel bir ara Abdullah Öcalan ile (yakalanmadan önce) konuşmuş, Apo ona: “Avni bey, bu savaşı bitirenleri bitirirler…” demiş.

Bu cümle korkunç bir gerçeği aydınlığa çıkartmaktadır. PKK savaşının tozu dumanı içinde “birileri” yüz milyonlarca dolar vurgun vurmuştur.

Uyuşturucu ticareti yapılmıştır. Meclis Tahkikat Komisyonu’nun raporunda uyuşturucunun helikopterlerle taşındığı yazılıdır. Silâh ve cephane ticareti yapılmıştır. PKK’dan alınan silâhlar bir müddet sonra tekrar PKK’nın eline geçmiştir.

Gazeteci Uğur Mumcu bunları yazmaya hazırlanıyordu, önemli belgeler bulmuştu. Havaya uçuruldu, vücudu bin parçaya ayrıldı. Ölüler konuşmaz! Türkiye’yi bugünkü hale hangi felsefe, hangi ideoloji, hangi zihniyet getirmiştir? Eski değerlerimize nasıl döneceğiz?

Biz de, Güney Kore, Tayvan, Singapur gibi işlerimizi nasıl düzelteceğiz, nasıl üretken olacağız? İsrafı ve lüksü nasıl bırakacağız? Tembelliği, asalaklığı, verimsizliği nasıl yeneceğiz? Politikaya nasıl kalite getireceğiz? Biz de Japonlar gibi nasıl çok kitap okuyan bir toplum olacağız?

Bir kısım halkımızı, kredi kartı çılgınlığından ve beyinsizliğinden nasıl kurtaracağız? İş, ticaret, sanayi, finans hayatına nasıl ahlâk, prensip, hikmet getireceğiz? Birtakım ahlâksız, şerefsiz, vatan haini, rezil, namussuz, hırsız, haram yiyici, ikbal avcısı, türedi, soysuz, rüşvetçi, komisyoncu, hortumcu, asalak haşarat ile nasıl başa çıkacağız?

Bunları düşünecek, bunları müzakere edecek, bu konularda çare ve çözüm üretecek, bunlarla ilgili teklifler getirecek beyin kalmadı mı şu Türkiye’de? 02 Şubat 2005