Pazar

Yargıtay başkanı bizde de İngiltere, Kanada, İsveç, ABD’de olduğu gibi gerçek bir demokrasi olmasını, sözde bir hukuk devleti değil, hukukun üstünlüğünün olmasını, temel insan hak ve hürriyetlerine tam saygı gösterilip riayet edilmesini, yargının bağımsızlığını istiyor. Ülkemizi haraca kesen birtakım güçler bunlara razı olurlar mı? Hele, üzerine titredikleri çarpık lâiklik prensibinin değiştirilmesine ve gerçek lâikliğin uygulanmasına izin verirler mi?

Vermezler. Kimsenin bu konularda hayallere, kuruntulara kapılmaması gerekir.

Şu anda ülkemizde kırk ile elli milyar dolar miktarda olduğu tahmin edilen bir kara para vardır ve bunların babaları bulunmaktadır. Bu muazzam kara para, uyuşturucu imalatı, ticareti, trafiği ile elde edilmiştir. Bundan başka birtakım yüksek tabaka mafyalar, çeteler, klikler devleti soymakta, bütçeyi hortumlamaktadır. Rüşvet, talan, hırsızlık, soygun, haramilik almış yürümüştür. Tefecilik, faizcilik, repoculuk, rantçılık ekonominin temeli olmuştur ve birkaç bin kişi, aile, şirket, grup bu yolla katrilyonlar kazanmaktadır.

Bu çeteler, bu mafyalar, bu sömürücüler ülkemizde demokrasi, hukuk, insan haklarının hâkim olmasını istemezler. Çünkü bunlar onların kirli menfaatlerine zarar verecektir. İsviçre’de böyle şeyler var mı?

Bir de, işin içinde başka faktörler bulunmaktadır. Ülkemizde, Sabataycılar denilen gizli, garip, iki kimlikli bir cemaat yaşamaktadır. Sayılarını bilen yoktur, çünkü bunlar hakkında hiçbir istatistik mevcut değildir. Bu vatandaşların bir kısmı k endi hallerinde yaşamaktadır, bir kısmı ise ülkemizde çok güçlü, çok esrarlı, çok gizli bir saltanat kurmuştur. Kabinede bir bakanları vardır. Çok önemli bir bakanlığın bütün üst teşkilâtı onların elindedir. Medyanın yüzde kırkını onlar kontrol etmektedir. Liseleri, üniversiteleri, dış ülkelerde okumuş aydınları, uzmanları, yüksek bürokratları, köşe yazarları ile bu gizli ve esrarlı Yahudi cemaati ülkemize yön vermektedir. Bunlar da statükoda köklü bir değişiklik yapılmasını istemezler.

Türkiye’de amansız bir rant kavgası yaşanmaktadır. Ülkemizde imtiyazlı sınıflar vardır. Devletin, ülkenin, toplumun nimetlerinden, ballarından ve kaymaklarından öncelikle onlar yararlanmaktadır. Rejimin, sistemin, düzenin rantını yiyen bu sınıflar ve tabakalar, ülkeye gerçek demokrasi, hukukun üstünlüğü, bağımsız yargı hâkim olduğu takdirde imtiyazlarını kaybedeceklerini, eski yaptıklarından dolayı hesap vereceklerini bildiklerinden sımsıkı bir şekilde düzeni savunmakta, statükonun muhafazasını istemektedir.

Onbeş yıldan beri halkın bir bölümü küstürülmüştür. Doğuda ve güneydoğuda binlerce köy tahrip edilmiş, halkları başka yerlere sürülüp sefil bir vaziyete düşürülmüştür. Kürt çeteciler saklanamasınlar diye çalılıklar, ağaçlıklar bile yakılmıştır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde, devletimiz aleyhinde binlerce şikâyet ve dâvâ dosyası bulunmaktadır. Mahkeme peyderpey bunları incelemekte ve mahkumiyet kararları vermektedir.

Türkiye içinden çıkılamaz bir duruma düşmüştür. Demokrasi, hukukun üstünlüğü sistemi, insan hak ve hürriyetlerine riayet, bağımsız yargı… Bunlar güzel şeyler, lâkin ülkemiz bunlara nasıl kavuşacaktır? Referandum yapılır, Meclis kanunlar hazırlar ve bugünkü bozuk düzenden, İngiltere’deki hukuk sistemi gibi bir düzene geçilir… İş bu kadar kolay değildir. Hayra yönelik köklü değişiklikler yapılması için büyük mücadeleler, büyük fedakârlıklar gerekmektedir. Her şeyin bir ücreti olduğu gibi, bunları elde etmenin de bir ücreti ve faturası olması tabiidir. Bu kadar büyük değişiklikler bedava ve kolay olmaz. Kimse bu konuda hayallere kapılmasın, kuruntularla hareket etmesin.

Müslümanlar son otuz yıl içinde bu konularda büyük hizmetler yapabilirlerdi. Yapamadılar. Çünkü islâmî hareketin içine sızmış olan eyyamcı, arivist, dini imanı para ve şöhret olan, nefs-i emmarelerine put gibi tapan, çilesiz, idealsiz, yalan söyleyen, emanete hıyanet eden, dimağları cemaat taassubuyla dumura uğramış olan birtakım haşarat İslâm dâvâsını kendi şahsî menfaat ve emelleri uğrunda istismar etmişler, Türkiye’yi selamete çıkartacak alternatifi kirletmişlerdir.

Ülkemizde gerçekleşmesi istenilen köklü değişiklikler ancak ve ancak güçlü, vasıflı, üstün aydınlarla, muktedir bir seçkin tabaka ile başarılabilir. Biz böyle bir sınıfa sahip değiliz. İstisnalar olabilir ama onlar kaideyi değiştirmez. Ülkemizin eğitimi ve üniversiteleri uzun yıllardan beri, millî kimliğin ve çağ kültürünün dışında ve gerisinde robotlar, zombiler, yetersiz adamlar yetiştirmektedir. Bunlar kendi anadillerini bile doğru dürüst bilmemekte, edebî ve yazılı zengin Türkçeye yabancı bulunmaktadır.

Gerçekleşmesi istenilen büyük ve köklü değişiklikler için büyük ve köklü bir irade gerekiyor. Bizde bu irade var mı?

Fırsatlar

Gaflete düşmeyin, gevşemeyin, yan gelip yatmayın. Ağustos’taki büyük zelzele zihinleri heyecana vermiş, insanımızı tedirgin etmişti. Bir uyanma başlamıştı. Heyecanların, tedirginliklerin, sıkıntıların iyi kullanılması gerekirdi; millet hayra, doğruya, iyiye, güzele doğru yönlendirilmeliydi. Millî kimliğe ve kültüre bağlı aydınlar, eğitimciler, din hizmetlileri, medyacılar seferber olmalı, milyonlarca insanımızı İslâm’a, ahlâka, fazilete çekmeliydi. Maalesef zelzele ile doğan fırsatlar kullanılamadı.

Militan lâikler, Müslümanların yardım yapmasını istemiyorlar. Yardımların kurulu düzen tarafından alınmasını ve dağıtılmasını istiyorlar. Çünkü, yardımı halka bizzat veren islâmî şahıs ve kuruluşlar, doğrudan doğruya veya dolaylı olarak din ve iman lehinde propaganda yapmış olacaklar, halkta İslâm’a ve Müslümanlara karşı bir sempati belirecektir.

Karşı taraftan bazıları böyle ince düşünüyor ama Müslümanlar düşünemiyor.

Müslümanların yardım dağıtmasını istemiyorlar, engelliyorlar. Bu sahada elimiz kolumuz bağlansa bile, yüksek merkezlerde hazırlanmak şartıyla, zelzeleden sonra milyonlarca faydalı ve uyarıcı broşür bastırıp dağıtamaz mıydık? Fırsatları kullanamıyoruz, ziyan ediyoruz. 04 Ekim 1999