Nasıl Kurtulacağız?
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 03 Mart 2019
Pazar
Din konusunda çatışan, çekişen, birbirlerine düşmanlık eden fırkalara ayrılan, doğru yoldan sapan Müslüman topluluklar güçlerini yitirmişler, zillete duçar olmuşlardır. Din konusunda böyle bir duruma düşmekten kurtulmak için Müslümanların şu önemli hususları bilmeleri gerekir:
(1) Sünnî kökenli olan her Müslümanın Ehl-i Sünnet ve Cemaat mezhebine sıkıca bağlanması gerekir. Hem itikad, hem de amel hükümlerinde.
(2) Mezhebsizlik çok tehlikeli bir bid’attir. “Ben hiçbir mezhebe bağlı olamam; kendim Kur’an’dan ve hadîslerden hüküm çıkarır, ona göre İslâm’ı hayata uygularım” diyenler büyük bir yanılgı içindedir. Vaktiyle, İmamı Gazalî’nin hocası, “İmamü’l-Haremeyn” unvan ve şerefini kazanmış ve ilim rütbesinin en yüksek makamı olan mutlak müctehidlik şahikasına çıkmış olan Cüveynî hazretleri bile, zamanının yeni bir fıkıh ekolü kurma zamanı olmadığını görmüş ve Şafiî mezhebini taklide devam etmişti.
(3) Telfik-i mezâhib, yâni hak mezheblerin hükümlerini birbirine karıştırarak uygulamak da mezhepsizlik gibi yanlış bir metoddur. Türkiye’de maalesef bazı ilahiyatçılar ve onların peşlerinden gidenler bu kötü yolun propagandasını yapmaktadırlar. Son devrin büyük din âlimlerinden merhum Ahmed Davudoğlu hoca, “Dini Tâmir Dâvasında Din Tahripçileri” adlı eserinde bu gibi ilahiyatçıları tenkit etmiştir. (Bedir Yayınevi, 0212 / 519 36 18)
(4) Müslüman Kur’an tercümeleri, meâlleri, Türkçe tefsirler, hadîs kitapları edinsin ve onları okuyarak dinini öğrensin… Bu metod ve zihniyet de son derece sakıncalıdır. Bir nevi Protestanlık ve parçalanma metodudur. Dinî bilgiler, Kur’an tercümeleri ve hadîs külliyatları ile değil, muteber ilmihal kitaplarını okuyarak öğrenilir. Meal ve hadîs külliyatı okuyarak iki rekat namaz kılmayı öğrenmek iki senede bile mümkün olmaz. İlmihal veya namaz hocası okuyarak bu iş iki saatte halledilir.
(5) Bir Müslüman için dinî konular kutsal konulardır. Bunların ayağa düşürülmemesi, ihtisası (uzmanlığı) olmayanların dinî mevzularda kendi kafalarından, re’ylerine, heva ve heveslerine göre konuşmamaları, hüküm vermemeleri gerekir. Zamanımızda maalesef büyük sayıda Müslüman bu işi yapmaktadır. Dinî bilgiler ehliyetli, liyakatli, icazetli, güvenilir din ve Şeriat âlimlerinin kitaplarından öğrenilmelidir.
(6) Okullarda okutulan din dersleri bir aldatmacadan ibarettir. Egemen azınlıklar, esrarlı güçler, Lozan’ın gizli protokollarını yürütmekle vazifeli olanlar hayattan kopmuş, çağdaşlık için tehlikeli olmaktan çıkmış, şer’î ve fıkhî ahkamsız bir İslâm hümanizmasını din gibi göstermek istiyor.
(7) Bize Arap dünyasından, Pakistan’dan, İran’dan gelen islâmî aktivizm de çıkar yol değildir. İslâm öncelikle bir dindir, daha sonra bir hayat nizamı ve sistemdir. İslâm’da elbette din ve dünya ayırımı yoktur. Lakin dinimizi siyasî bir ideoloji gibi görmek ve göstermek yanlıştır.
(8) İslâm’ın üç önemli prensibi vardır: İhlas, istikamet ve emanete riayet. Bu üç haslete sahip olmayanlar din hizmeti yapamazlar. Dini zengin olma vasıtası gibi gören, din rantı yiyenler yararlı değil, zararlı kişilerdir. İhlaslı hizmetkâr ücretini kullardan değil, Yaratan’dan ister ve bekler.
(9) İslâm’ın diğer önemli bir kuralı da istişare-danışmadır. İşler, ehil kimselere danışılarak görülecektir. İstişare Kitab ve Sünnet ile emir ve tavsiye buyurulmuştur. Buna uymayanlar rezil ve rüsvay olurlar.
(10) İslâm büyük metropol, şehir, medeniyet, yüksek kültür, ilim, irfan, sanat dinidir. İslâm’ı bedevî, “a’rabî”, kırsal kesim, gecekondu, varoş, taşra dini gibi gösterenler çok büyük bir kötülük yapmaktadır. İslâm’ın büyük ve güçlü üniversiteleri, güçlü ve üstün eğitim sistemi, yeterli sayıda çok güçlü ve üstün aydın ve okumuş sınıfı olması gerekir. Sadece halk yığınlarıyla bir şey yapılamaz.
(11) Bütün insanlar Hazret-i Muhammed’in ümmetidir. İman edenler ümmet-i icabettir, henüz etmemiş olanlar ümmet-i dâvettir. Kur’an’da Müslümanlar, “Siz insanlar için çıkartılmış öyle hayırlı bir ümmetsiniz ki, mârufla emr eder, münkerden alıkoyarsınız…” buyurulmaktadır. Müslümanların ümmet şuuruna ve idrakine sahip olmaları icab eder. Bu şuura sahip olmayıp da hizip ve fırka asabiyetine batmış olanlar dengesiz Müslümanlardır.
(12) İyi Müslüman olmak için sadece ilim yetişmez. Firaset sahibi olmak da gerekir. Firasetsiz kişi kendi önünü göremez, nerede kaldı ki; Müslümanlara yol göstere.
(13) İslâm’ın ahlâka dair de hükümleri, emir ve yasakları, öğütleri vardır. İnsanın en büyük düşmanı kendi nefsidir. Nefsini dizginleyememiş, terbiye edememiş kimse rehber, kılavuz, önder olamaz.
(14) Klikçilik, kabile ve aşiret taassubu Müslümana yakışmaz. İşler, emanetler, makam ve mevkiler ehil ve layık olanlara değil de, “Bizdenlere”, hoca ve baron bendelerine, ehliyetsizlere verilince fesat başlar ve Müslümanlar zillete duçar olur.
(15) İslâmî amellerin (iş, eylem) en kolayı beş vakitte camiye giderek cemaat ile namaz kılmaktır. Farz namazları cemaatle kılmak, Müslümanın ihtiyarına, keyfine kalmış bir şey değildir. Yirmi kadar şer’î özürlerden biri kendisinde yoksa cemaate katılmaya mecburdur. Zamanımızda İslâmcı, rehber, yol gösterici, kurtarıcı rolleri oynayan kimseleri camilerde görmek mümkün değildir. Böyle önemli ve hayatî bir sünneti terk edenlerin Ümmet-i Muhammed’i kurtarmaları nasıl mümkün olacaktır?
(16) Hadîste “Güçlü Müslüman zayıf Müslümandan hayırlıdır” buyuruluyor. Büyük güç kaynakları ise ilim, irfan, ahlâk, fazilet, sanattır. Müslümanların bu konularda vasıflı, güçlü, üstün vatandaşlar yetiştirmeleri, bunlardan müteşekkil kadrolar kurmaları ve hayata hâkim olmaları gerekir. Önemli olan keyfiyettir. Kuru kalabalıkla, kelle sayısı çokluğu ile üstünlük kazanılmaz.
(17) Zamanımızın en büyük ve güçlü silahı medyadır. Müslümanlar medya konusunda ikinci ligte oynuyor, çok geriden koşuyorlar. Niçin? Hürriyet mi yok, para mı yok? İkisi de var. Lakin birlik, beraberlik, uzmanlık, emanetleri ehil olanlara vermek yok.
(18) Din baronlukları sistemi islâmî bir sistem değildir. Müslümanlar, tarihî ârızalar yüzünden bir fetret devrine girmişler ve din baronlukları bu ortam içinde gelişip kökleşmiştir. Üniter ve merkezî bir hiyerarşi olması, Ümmet’in başında bir İmam-ı Kebir bulunması gerekir.
(19) Müslümanlar şikayet ve bahane edebiyatı ile bir yere varamaz, selamet sahiline çıkamazlar. Yüksek Müslüman tabakanın çareler, çözümler, teklifler sunması ve bunların hayata uygulanması icab eder.
(20) Dini imanı para olan sefillerle, müctehidlik taslayan nefs-perestlerle, hizip ve fırkalarını din ile özdeşleştiren mutaassıplarla, din ve mukaddesat rantı yiyen sömürücülerle izzet ve zafer elde edilemez.
Peygamberin hayatı, sünneti, ahlâkı, uygulaması bellidir. Ashab nasıl çalışmış, Sâlih Selefler ne yapmış, kitaplar yazıyor. Bir de bugünkü Müslümanlara bakalım. Kendimizi islah etmezsek nasıl kurtulacağız? 10 Nisan 2000