Pazartesi

 

Millî Eğitim Bakanlığı ders kitaplarındaki millî, milliyetçilik, istiklâl gibi kelimelerin ayıklanmasına karar vermiş. Öte yandan Kültür Bakanlığı da Nâzım Hikmetçilik yapıyor. Peki Nâzım büyük şair de Mehmet Âkif ve Necip Fazıl değil mi? Niçin Âkifçilik ve Necip Fazılcılık yapılmıyor?

Bu konuda bazılarının ucuz bir savunması vardır: “Âkif ve Necip Fazıl Kemalizme karşıdır, o yüzden Kemalist iktidarlar onları sevmez, desteklemez. Bunu tabiî karşılamak gerekir…” Böyle bir müdafaanın ve bahanenin tutar tarafı yoktur. Atatürk’e, Kemalizme en büyük muhalefeti ve düşmanlığı Nâzım yapmıştır. Bu yüzdendir ki, Atatürk devrinde tutuklanmış, yargılanmış, ağır hapse çarptırılmıştır. Nâzım Atatürkçü rejimi yıkmak suçuyla on beş sene hapiste kalmış; 1950’den sonra çıkan afla serbest bırakılmış, bir Romen şilebine binerekTürkiye’den kaçmış, oradan Moskova’ya gitmiş ve havaalanında ilk sözleri “Sovyetler Birliği benim vatanımdır, beni Stalin yarattı…” olmuştur.

Şimdi kalkmışlar bu Nâzım’ı yere göğe koyamıyorlar. Kimler? Atatürkçüler, Kemalistler… Fesübhanallah! Bu adamların tersi mi döndü nedir.

Nâzım komünist olmadan önce mâneviyatçı bir şairdi. Mevlânâ hakkında, Beyoğlu’ndaki Ağacamii hakkında güzel şiirleri vardır.

Atatürkçülükle Nâzımcılık bir arada yürümez. Bu iki zıddı bağdaştırmak mümkün değildir.

Bazıları bu halkı sersem mi sanıyor ki, ipe sapa gelmez şekilde Nâzımcılık propagandası yapıyorlar?

Bu dolapların ardında eski Marksistler vardır. Sovyetler Birliği çökünce, Marksizm iflâs edince onlar yeni kimliklerle karşımıza çıktı. Hepsi de demokrat, çağdaş, laik oluverdi kaşla göz arasında. Mübarekler sanki bukalemun. Akşam komünist olarak yattılar, sabah demokrat kalktılar.

Eski hızlı komünistlerden nicesi şimdi kalantor kapitalist olmuştur. Ayda on bin, yirmi bin, otuz bin… yetmiş bin dolar maaş alanlar varmış. İçlerinden biri Akmerkez’deki lüks, çok lüks, en lüks bir dairede bir ara aylık on bin dolar kira ile oturuyordu. Boğaz’a nâzır bahçeli köşkler, şahane yalılar… Kralların bile binemediği lüks limuzinler… Görülmemiş bir dolce vita, hovardalıklar. Halktan, ülke gerçeklerinden kopuk bu adamlar şimdi Nâzımcılık bayraktarlığı yapıyor. Tam onlara göre bir iş.

Âkif’in, Necip Fazıl’ın pabuçları dama atılmış. Onlar dinci, onlar gerici… Nâzım ilerici… Yaşasın Atatürkçülük…

Nâzım bir şair mi? Elbette şair ama büyük şair olduğu tartışma konusudur. “Trim tram trum makinalaşmak istiyorum…” gibi tekerlemelerle şair olunmaz, manzumeci olunur.

40’lı yıllarda, Nâzım Rusya’ya kaçtıktan ve “Beni Stalin yarattı” dedikten sonra 50’li yıllarda “Boğaziçi Aşireti” mensubu bu Polonya asıllı kişi hakkında büyük şairdir diyenleri hemen yakalıyorlar, canlarına okuyorlardı. O zaman bu yakalamalar, sindirmeler, canına okumalar yine rejim adına, Atatürkçülük adına yapılıyordu. Şimdi aynı kafa, aynı zihniyet Nâzım diyor başka bir şey demiyor.

Nâzım’ın özellikleri şunlardır:

1. Gençliğinde mânevî, milliyetçi bir zihniyete sahip olmuştur.

2. Sonra Marksizmi benimsemiş, Atatürk rejimini yıkmak için gizli faaliyetlere bulaşmıştır.

3. Atatürk devrinde yakalanmış, muhakeme edilmiş, ağır hapse mahkum edilmiştir.

4. Onbeş sene hapis yattıktan sonra, Sabataycı gazeteci Ahmet Emin ve arkadaşlarının açtığı kampanya sayesinde af kanunu ile serbest bırakılmıştır.

5. Bir Romanya gemisi ile gizlice Rusya’ya kaçmıştır.

6. Benim vatanım Sovyetler Birliği’dir, beni Stalin yaratmıştır şeklinde beyanat vermiştir.

7. Türkiye’ye düşman yabancı bir devlete kaçarak bizdeki Atatürkçü rejimi yıkmak, yerine Marksist bir rejim kurmak için çalışmalara başlamıştır.

8. Polonya asıllıdır.

Âkif’ten ve Necip Fazıl’dan nefret eden birtakım İslâm düşmanları Nâzım’ı bayraklaştırmak istiyor. Çünkü Nâzım ateisttir, çünkü Nâzım marksisttir. Başta Kültür Bakanlığımız olmak üzere iktidarın bu oyunlara alet olmamasını dileriz.

Şu husus çok iyi bilinmelidir ki, bir kimse hem Atatürkçü hem Nâzımcı olamaz. İki zıt bir arada bulunamaz.

Bazıları Nâzım’ı şair olduğu için değil, ideolojik sebeplerle gündemde tutmakta, göklere çıkarmaktadır. Siyasî iktidarın, yönetimin bunlardan uzak durması gerekir.

Hür ve demokrat bir ülkede elbette Nâzımcılar da olabilir. Ancak devleti temsil edenlerin bu gibi tartışmalı ve şaibeli konularda dikkatli hareket etmeleri, birtakım oyunlara gelmemeleri icab etmez mi?

Nâzımcılar manevralarını, manipülasyonlarını Atatürk’ü alet ederek yapmasınlar.

Tarih çarpıtılmamalıdır. 12 Mart 1971 hareketinden sonra muhakeme edilip asılan Deniz Gezmiş ve arkadaşları da, bazı kişiler ve çevreler tarafından kahraman haline getirilmiştir. O gençler istedikleri devrimi yapmış olsalardı, büyük bir ihtimalle Türkiye’de de Pol Pot Kamboçyasında olduğu gibi milyonlarca insan öldürülecek, dereler gibi kan akacaktı.

Bazıları ateist veya Marksist olabilir. Demokrat bir ülkede bu görüşlere sahip olmak yasak değildir. Ancak aşırı, militan, saldırgan din düşmanlığı medenilik değil, bedevilik ve vahşettir. Din evrensel bir değerdir; din, inanç, inandığı gibi yaşamak hürriyeti temel insan haklarındandır. Ateist de olsa hiçbir medenî vatandaş ve aydın dine kuduzca saldırmamalıdır. Dünyanın hiçbir ileri, hukuklu, medenî, ciddî, kalkınmış ülkesinde militan din düşmanlığı yapılmamaktadır. Böyle vahşetler, bedevilikler kızıl muz cumhuriyetlerine, ananas rejimlerine mahsus ayıplar ve çirkinliklerdir.

Bugün Türkiye’de en koyu Atatürkçüler Farmasonlardır. Halbuki Atatürk onların localarının kapatılmasını istemişti ve bu emri yerine getirilmişti. Peki Masonların Atatürkçülüğü samimî midir?

Küçük oyunlara, riyâkârlıklara, tek tip vatandaş yetiştirme hayallerine, hem Atatürkçü hem Nâzımcı, hem Farmason hem Kemalist görünmek gibi makyavelistliklere artık tenezzül etmeyelim. Hazret-i Mevlânâ ne güzel demiş: Ya göründüğün gibi ol, ya olduğun gibi görün. 22 Ocak 2002