Cumartesi

Hazret-İ Mevlânâ Mesnevî’nin 3044’üncü beytinde meâlen şöyle buyuruyor: “Her kim Hak kapısında ‘ben’ ve ‘biz’ diyecek olursa o kimse ‘lâ’ vâdisinde dönüp dolaşıyor demektir. Öyle olanlar dost kapısından kovulur.”

Bu beyitten sonra Mesnevî’de şöyle bir fasıl başlığı bulunmaktadır:

“O kimsenin kıssası beyanındadır ki, yârin kapısını çaldı. Yâr içeriden ‘Kim o?’ diye seslendi. Kapıyı çalan ‘benim’ cevabını verince yâri ona ‘madem ki, sen sensin, kapıyı açmam. Yaranımdan benlik mertebesinde kalmış kimse tanımıyorum’ dedi.”

Tahirü’l-Mevlevî merhum, Mesnevî’nin bu kısmını şerhederken şu satırları yazmıştır: “Hadîs kitaplarından Mesâbih’te rivayet olunur ki: Câbir radiyallahu anh dedi ki: Nebiyy-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellemin hücresi kapısına gittim, kapıyı çaldım. ‘Kim o’ dedi. ‘Benim’ cevabını verdim. Benim ‘ben’ deyişimden hoşlanmamış gibi ‘ben… ben…’ buyurdu. Mesâbih’in şerhi olan Tenvir’de bu hadîs için şu izahat vardır: Yâni aleyhissalatü vesselam Efendimiz Câbir’in ‘ben’ lafzını söylemesinden razı olmadı. Çünkü ‘ben’ lafzında benlik, yâni kibir ve azamet (büyüklük ve ululuk taslamak) vardır.” (Mesnevî Dersleri, 1’inci cilt, S. 1223. 1949-50 baskısı)

Bu hadisten ve Mesnevî’deki kıssadan anlaşılacağı üzere insanın en büyük günahı ve düşmanı kendi nefsidir. Yüce İslâm dini, nefis terbiyesine çok önem verir. Nefis, olgunlaşmak yolunda, Hakk’ı bulmakta en büyük engeldir. Nefsin kötülüğünü rasyonalist ve pozitivist kafa ile anlamak mümkün değildir. Bu konuda dinin, ilâhî vahyin, nebevî öğütlerin ve evrensel hikmetin akla rehberlik etmesi, ışık tutması gerekir.

Bugün ülkemizdeki fenalıkların ana sebebi insanların nefislerinin terbiye edilmemiş olmasıdır. Nefis terbiye edilip dizginlenmeyince canavarlaşır, azdıkça azar, her kötülüğü, günahı, hıyaneti yapmaktan çekinmez.

Nasıl bir toplumda yaşıyoruz?

Para ve maddî menfaat en büyük değer olmuş. Eline fırsat geçen, imkân bulan herkes lükse, israfa, gösterişe, aşırı tüketime yönelmiş…

Şu yetmiş milyonluk halkın iki milyonunun tuzu kuru, geri kalan çoğunluğun onbeş milyonu işsiz, sefalet içinde. Yine on milyonlarca halk geçim sınırlarının çok altında kazanıyor, fakr u zaruret içinde yaşıyor…

Bu durumdaki bir memlekette lüks, pahalı, gösterişli, masraflı otomobilden geçilmiyor. Hayatın ana gayesi lüks ve gösterişli meskenlerde oturmak, o meskenleri lüks ve pahalı eşya ve mobilya ile doldurmak, iyi yemek, iyi giyinmek, eğlenmek, gezip tozmak, aşırı tüketmek olmuş.

Faydalı ve yarayışlı ilmin, irfanın, gerçek kültürün, edeb ve görgünün, hikmetin, terbiyenin, nezaketin, mürüvvetin; iyi insan, iyi vatandaş, iyi Müslüman olmanın ancak ismi kalmış…

Erkekler kadınlara benziyor, kadınlar erkeklere… Çocuklar ve gençler iyi yetiştirilmiyor… Çoğu yabancı marka olmak üzere sigara, alkollü içkiler, sağlığa zararlı lüks besin maddeleri tüketimi arttıkça artmış…

Allah korkusu gidince ne kanun fayda veriyor, ne de ahlâk kurallarına kulak asılıyor. Hırsızlık, haram yiyicilik, soygun, hortumlama, devlet ve belediye bütçelerini talan, emanetlere hıyanet almış yürümüş…

Koskoca bir ülke, koskoca bir millet Dönmelerin ve Dönmeleştirilmişlerin oyuncağı haline gelmiş. Birtakım terbiyesiz, soytarı, şarlatan, kendini bilmez kişiler yüce İslâm dinine uluorta saldırıyor, sokaklarda birtakım güruh-i lâ yüflihûn’lar “Kahrolsun Şeriat” diye uluyor da dindar kesim bu saldırı ve tecavüzlere yasal sınırlar içinde gereken tepkiyi gösteremiyor…

Yüzölçümü, nüfus, imkân bakımından Türkiye’nin çok altında olan nice ülke ilerleyip, kalkınıp dururken; ilim, kültür, eğitim, üniversite, sanat, mimarlık, hukuk tefekkürü sahasında başarıdan başarıya koşarken biz bu konularda nal topluyoruz.

Ülke, devlet, halk olarak 215 milyar dolar borca batmışız, batırılmışız. Bundan on sene, yirmi sene sonra doğacak çocuklar bile şimdiden borçlandırılmıştır. Müzmin ve yüksek enflasyonla Türk ekonomisi, Türk finansı, Türk toplumu çökertilmiştir. Yüksek ve uzun süreli enflasyon öyle bir belâdır ki, sadece parayı, iktisadı, maliyeyi çökertmekle kalmaz, bütün yapıyı tahrip eder… İşte bütün bu kötülükler insanlarımızın, hele yüksek tabakanın nefislerinin terbiye edilmemiş olmasından ileri gelmiştir.

Şu yaşlı karı kocaya bakınız. Saltanatlarından, hakimiyetlerinden, koltuklarından asla vazgeçmiyorlar. Memleket batıyormuş, devlet temellerine kadar sarsılıyormuş, halk perişanmış, ülke parçalanma tehdit ve tehlikesi ile karşı karşıyaymış; onların umurunda mı? Nefs ihtirasları, saltanat şehveti içinde çırpınıyorlar.

Şu birtakım prenslere bakınız. Bunların çoğu Made in USA damgasını taşıyor. Kimi Chicago’da, kimi Yale’de, kimi Colombia, kimi Harvard’da okumuş. Okumuşlar ama ahlâk ve fazilet notları sıfır. Çünkü nefs terbiyesi görmemişler. Haydi dinden, İslâmî terbiyeden uzaklaşmışlar da nefs terbiyesi yok; peki bazı İslâmcı geçinenlere ne oluyor? İslâmî kesimde de bazı alçaklar rant yiyorlar. Din rantı, mukaddesat rantı yiyorlar. Haram helâl ayrımı yapmıyorlar. “Bozuk bir düzende her bozukluk yapılır her … yenilir, biz bu götürdüğümüz büyük paralarla dinimize hizmet edeceğiz…” diyorlar. Haram paralarla, gayr-i meşru servetlerle yüce İslâm dinine hizmet edeceklermiş… Bre kaltabanlar! Bari geliriyle hizmet etmek üzere meyhaneler ve kerhaneler de açınız!

Olgun geçinen, kâmil Müslüman görünen bazı riyakâr ve münafık kişiler var ki, bütün varlıkları ben’den, benlikten ibarettir. Onların tevazularının ardında bile korkunç, nemrudî bir benlik, kibir ve azamet bulunmaktadır.

Şeyh Kenan Rifaî hazretlerinin telif etmiş olduğu “Ahmed er-Rufaî” adlı kitapta (Matbaa-i Âmire, İst. 1340) okudum. İslâm tasavvufunun büyük simalarından Kutub, Gavs, pîr Hazret-i Ahmed Rufaî hazretlerinin iki dervişi bir gün çekişmişler. Şeyh efendi geceleyin abdest tazelemek için çıkınca, hırsını yenemeyen bu kavgacılardan biri, Ahmed er-Rufaî hazretlerini öbür derviş sanarak, üzerine hücum etmiş, yumruklamış, yerlere yuvarlamış, tekmelemiş; yapmadığı hakareti ve tecavüzü bırakmamış. Gürültüyü duyanlar ayırmaya gelmişler; fenerlerin ışığında bir de bakmışlar ki, derviş ulu şeyhi yerlere sermiş, yumruklamış, tekmelemiş…

Şeyh efendi bu esnada ne diyormuş biliyor musunuz?

– Biliyorum yanlışlık oldu oğlum… Hiç zararı yok, üzülme… Bunda da bir hayır ve fayda vardır… Önemi yok, önemi yok… İşte nefsini yenen olgun insan böyle olur.

Hepimizin, bütün halkın, bütün okumuşların, gençliğin, hele hele Müslümanların nefs terbiyesine ihtiyacı vardır. Nefs terbiyesi kitap okumakla, kuru nasihat dinlemekle olmaz. Ehliyetli, liyakatli, olgun, icazetli bir muallim, rehber, mürşid bulunacak, onun eğitimi altında nice çileler çekilecek, imtihanlar verilecek; nasibi varsa sonunda benliksiz adam olunacak.

Resûl-i Kibriya aleyhisselatü vesselâm Efendimiz “Ölmeden önce ölünüz” buyurmuşlar. Ölmeden önce ölmek, nefsini öldürmek demektir. 20 Ekim 2002