Çarşamba

Sovyetler Birliği Afganistan’ı işgal ettiği zaman ABD ve müttefikleri oradaki İslâmî cihad hareketini desteklemişler, mücahidlere, başta silah ve mühimmat olmak üzere her türlü yardımı yapmışlardı. Daha sonra aynı Amerika ve müttefikleri Taliban hareketini de desteklemişti. Sonra da bilindiği gibi o İslâmî rejimi yıktılar yerine fantoş bir hükümet getirdiler.

ABD’nin Müslümanları desteklemesi, İslâmcı bir rejimi başa geçirmesi olmayacak ve olmamış bir şey değildir. Girift (karmaşık) politika ve diplomasi meselelerini zâhire bakarak anlamaya ve anlatmaya çalışanlar, hiçbir şey anlamazlar, bol bol yanılırlar ve kendilerini de dinleyenleri de aldatırlar.

Müslüman halk yığınları ve okumuş grupları siyasetten ve diplomasiden anlar mı? Nâdir istisnalar dışında anlamazlar. Siyaset ve diplomasi sadece zeka ile, yüksek ve parlak bir tahsil yapmış olmakla anlaşılacak şeyler değildir. Zekânın yanında akıl, siyaset kültürü ve uzmanlığı, mecâzî mânâda bu işlerin satrancını iyi bilmek gerekir.

Müslümanlar içinde siyaset ve diplomasiden anlayanlar, meşhur hadîs-i şerifte “Onlar Allah’ın nuruyla görürler” diye târif edilen firaset (keskin zekâ ve akıl) sahipleridir. Her mü’min firaset sahibi midir? Hayır. O halde firasetli olmak için ne yapmalıdır? Bunun tek çaresi vardır: Anlamadığı şeyleri konuşmaktan, saçma sapan ahkâm kesmekten vazgeçip, firasetli bir zat bularak onun dediklerine kulak vermesi, siyaset konusunda ona tâbi olması gerekir.

Arada şu hususu da belirtmek gerekir: Siyaset çok geniş bir kavramdır. Bazen siyaset yapmamak da bir siyasettir. Nitekim Bediüzzaman Said Nursî hazretleri siyasetin dışında kalarak, siyasetten bahs etmeyerek çok büyük bir siyaset yapmış; İslâmî, imanî, Kur’ânî hizmetler sahasında ulu fütuhata nâil olmuştur.

Merhum ve mağfur Sultan Abdülhamid zamanında halkın, aydınların siyasete karışmaları yasakmış. Memleket böylece otuz üç yıl idare edilebilmiş. 1908’de Dönmelerin, Farmasonların, Jön Türklerin, Yahudilerin ön ayak oldukları Meşrutiyet’le birlikte fikir ve basın hürriyeti de geldi. Herkes politikadan bahsetmeye başladı, korkunç bir anarşi ve kaos oluştu ve 1918’de devlet çöktü.

Önümüzde bir Türkiye var, biz hepimiz bu ülkenin çocuklarıyız, bu gemide, tarih içinde bir seyahat yapıyoruz. Gemi selamette olursa biz de selametteyiz, geminin başına bir felaket gelirse biz de batarız. İşte bu Türkiye’nin yakın tarihini, bugünkü halini hakkıyla ve içyüzüyle bilen kaç Türkiyeli vardır? Türkiye’nin geleceği hakkında ciddî, ipe sapa gelir tahminler yürütecek, senaryolar çizecek kaç kişi çıkar? Maalesef derya içre olup da deryayı bilmeyen balıklar gibiyiz. Doğru dürüst bir şey bildiğimiz yok ama mütemadiyen yazıyoruz, konuşuyoruz.

Medya halk kitlelerinin afyonu olmuştur. Bazı gazeteler, ekleri ile birlikte bazı günler yüz sayfa olarak çıkıyor ve bu yüz sayfa içinde dişe dokunacak bir tek haber ve yorum yoktur. Yüz sayfalık laf salatası…

Gerçekleri gizlemenin iki yolu vardır. Birincisi: Saklayarak, bir sır olarak muhafaza ederek gizlemek. Bu çok zordur. Bir yerden sızar, öğrenilir. İkincisi ise, gerçek incilerini laf, haber, yorum denizlerinde gizlemektir. Bu tür gizleme daha başarılı olur. ABD başkanlarından Kennedy öldürüldüğü zaman, Yüksek Mahkeme Başkanı Warren riyasetinde bir araştırma komisyonu kurulmuş, bu komisyon uzun bir müddet gece gündüz çalışmış ve sonunda on bin sayfalık bir rapor yayınlamıştı. Gerçek, bu on bin sayfanın içine serpiştirilerek gizlenmişti. İşin içyüzünü kimse öğrenemediydi. On bin sayfalık raporu dikkatle okuyacak, gerekirse birkaç defa okuyacak, sonra tahlil yapacak ve sonunda hakikatı öğrenecek…Böyle bir şey mümkün değildi.

Bugün Türk medyası ülkenin ne yakın tarihine, ne bugünkü haline, ne de geleceğine ait bilgi verebilmektedir. Geleceğe ait bilgi verilebilir mi diye soran çıkabilir. Elbette verilebilir. Çünkü gelecekte neler olabileceğine dair senaryolar üretmek de bilgilendirmektir.

Bizim eğitim sistemimiz, pozitivist ve rasyonalist üniversitelerimiz tarihimize, halimize, istikbalimize ışık tutmaz. Onların vazifesi genç kuşakları ve halkı belli bir ideolojinin çerçevesi içinde yaşamak üzere şartlandırmaktır.

Peki bu memlekette ezici çoğunluğu teşkil eden Müslümanlar siyaset konusunda ne yapıyor? Yaptıklarını görüyoruz.

Ülkemizde cehennemî ve şeytanî bir satranç oynayan dış güçler ve onların içimizdeki beşinci kolları neler yapıyor?

1. Böl, parçala ve hükm et prensibine uygun olarak halkı Türk Kürt, Sünnî Alevî, ilerici gerici, dinci laik, sağcı solcu diye birbirine düşman, rakip, zıt kutuplara ve kesimlere ayırıyor; onlar birbiriyle tartışır, çekişir, tepişirken malı götürüyorlar.

2. Yine bu güçler siyaseti futbol kulübü tutma seviyesine indirmişlerdir. Halk politika sahnesinde oynanan oyunları seyrederken, perde arkasında kulislerde başka oyunlar oynanmaktadır.

3. Hakim güçler halk yığınlarını, cahil okumuşları balığın tırmandığı kavak hikayesine benzeyen çocukça, aptalca bir siyaset mitolojisi ile uyutuyor, afyonluyor, oyalıyor. Halk siyasî partileri biliyor ama güçlü lobileri, baskı gruplarını, egemen azınlıkları bilmiyor, tanımıyor.

4. Hakim güçler bilhassa Müslüman kesimi manipüle etmekte, kullanmakta ve yönlendirmektedir.

Muvafıkı da muhalifi de, sağcısı da solcusuda, şucusu da bucusu da hep bu oyunlara geliyor; tepedeki güçlerin yazdığı senaryoda kendilerine ne gibi roller verilmişse onları yerine getiriyor.

Türkiye’de çok güçlü, çok tesirli bir Sabataycı lobi bulunmaktadır. Bu lobi hakkında bildiklerimiz, bilinmesi gerekenin binde biri bile değildir. İslâmî medya, bu meraklı konuyu niçin devamlı olarak işlemiyor?

Yine ülkemizde çok güçlü, çok tesirli, bir buçuk asırdan beri ihtilaller, inkılaplar, değişimler gerçekleştirmiş bir Arnavut-Bektaşi-Rumeli lobisi bulunmaktadır. Kitap piyasasını dolaşınız, bu lobi hakkında bir tek ciddi veya gayr-i ciddî kitap ve araştırma bulamazsınız.

Üçüncü güçlü lobi olan Çerkez lobisi hakkında ne biliyoruz? Birkaç cümleden ibaret dedikodular dışında bu konuda da fikrimiz, bilgimiz yoktur.

Bunca cehalet, bunca bilgisizlik, bunca istihbaratsızlık içinde sık sık bir araya geliyor, çaylar içiyor ve bol bol siyasetten, memleketin halinden, diplomasiden bahsediyoruz. Saçma sapan konuştuğumuzdan kimsenin şüphesi olmasın.

Doktor, mühendis, işletmeci, bilgisayarcı, veteriner, dişçi… Velhasıl siyasî kültürü ve birikimi olmayan herkes kendini siyaset ordinaryüs profesörü zannediyor ve konuşurken mangalda kül bırakmıyor.

Memleketin yakın tarihi, bugünkü hali ve geleceğine ait senaryolar hakkında ne bir kitap var, ne de böyle bir kitabı arayıp da okumak isteyen biri var.

Böyle bir ülkenin, böyle bir halkın, böyle okumuşların haline ve istikbaline acınır. 23 Ocak 2003