Perşembe

Ülkemizde hemen her gün akıl almaz, esrarlı, acayip, garip hadiseler cereyan ediyor. Türkiye tam bir entrikalar yumağı halinde. Bunların belli başlılarını tafsilatlı bir şekilde (ayrıntılarına girerek) anlatmaya kalksak kocaman bir kitap olur. Belki de bir kitaba sığmaz, birkaç ciltlik bir külliyat meydana gelİr. Bu yazımda üç hadise, üç konu üzerinde durmak istiyorum. Bunlar, Hakkâri’de olup bitenler, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ndeki durum ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nden başörtüsü konusunda çıkan olumsuz karardır.

Hakkari’de neler oluyor?

İçişleri eski bakanı Sadettin Tantan’ın gözüyle orada olup bitenler ülkemizdeki yabancı ajanların işidir.

Tantan’a göre, Türkiye’de üç bin yabancı ajan cirit atıyormuş.

Ajan ne demektir? Casus, bilgi toplayan, kışkırtan, suyu bulandıran yabancı devlet mensubu veya onun yerli işbirlikçisi.

Medyada Hakkâri hadiseleri hakkında şu ana kadar belki de binlerce yazı, haber, yorum, resim, belge yayınlandı. Bunların içinde gerçeği aksettiren mozaik parçaları mutlaka vardır ama bunları biraraya getirip hadisenin tablosunu bütünüyle ortaya koyan bir şahıs veya kurum yok.

Güneyimizde bir Kürdistan kuruldu, Irak’ın bütünü bu Kürdistan’a bağlandı.

Profesör Yalçın Küçük’ün ifadesiyle bu bir

“Jüdeo-Kürt”

devletidir. Yani Yahudi-Kürt devleti.

Gerek İsrail’deki, gerek dünyanın başka yerlerindeki büyük Yahudi sermayesi Türkiye’yi iktisat ve finans bakımından ele geçirmek için hummalı bir faaliyet içindedir. Bu faaliyetin gizli tarafları vardır ama açıkta olanları ne kadar geniş olduğuna dair yeterli bir fikir verebilir.

* Ülkemizin stratejik bölgeleri, limanları, önemli madenleri, önemli tesisleri birer, ikişer beynelmilel Yahudi sermayesinin eline geçiyor.

* İsrail Hava Kuvvetleri, Konya ovasında uçak filolarıyla hava manevraları yapıyor.

* Başta Yahudiler olmak üzere yabancılar ülkemizde harıl harıl toprak satın alıyor, gayr-i menkul sahibi oluyor.

* Bilhassa Ermenistan sınırımızdaki bölgede, birkaç yıldan beri akıl almaz bir tapu ve kadastro trafiği yaşanıyor. Buralardaki mülkleri kimler satın alıyor? Pasaportlarında Kanadalı, Amerikalı, Fransız, Alman, İtalyan yazıyor ama sakın bunların asıl kimlikleri Ermeni olmasın?

Bazıları “Onların dedeleri, ataları bu topraklarda yaşamışlardı, torunları da buralarda mal-mülk ediniyor. Bunun garipsenecek ne tarafı var?” diyebilirler. Öyle ama yakın zamanlara kadar Erivan bir Türk ve İslâm şehriydi. Şu anda Müslümanlar ve Türkler o şehirde taşınmaz mal satın alabilirler mi? (Erivan’ın bir Türk-İslâm şehri olduğuna dair koca koca kitaplar çıkarılmıştır. Kimse itiraz etmeye kalkmasın.) Yıllardan beri Türkiye’nin Doğu bölgesi kasıtlı, planlı, kötü niyetli bir şekilde boşaltılmaktadır. Eski fiziğin bir kuralı vardır:

“Tabiat boşluktan nefret eder.”

Acaba buralara ileride başka nüfuslar mı getirilecektir?

Ege, Marmara bölgesinde Yunanlılar da toprak alıyormuş. Alanya, şimdiden bir Alman şehrine dönüştü. Oraya o kadar çok Alman yerleşti ki, hükümetimiz onlara kilise yaptırma izni bile verdi. Ben şahsen Almanların toprak almalarından fazla endişe edip gocunmuyorum.

Ermenistan, şu anda Azerbaycan’a ait olan Karabağ bölgesini işgal altında tutuyor. Yüz binlerce Azerîyi de yerlerinden, yurtlarından, köylerinden, şehirlerinden sürdüler. Ermenistan’ın Türkiye’den toprak isteği var. Yunanistan’ın Megali İdea ideolojisi meşhurdur. Onlar bundan iki bin beş yüz sene önceki Büyük Yunanistan’ı tekrar kurmak istiyorlar.

Siyonistlerin de “Büyük İsrail Projeleri” malumdur. Nil’den Fırat’a kadar olan sahada bir Yahudi devleti kurmayı hayal ediyorlar.Türkiye’nin bir kısmı da bu devletin sınırları içinde kalıyor.

Ülkemizin bütünlüğünü korumak ve gözetmekle mükellef olan bazı siyasetçiler vazifelerini yapamıyorlar. Sadettin Tantan bunlar için çok ağır kelimeler kullanıyor. Bunları tekrar edip de başımı belaya sokmak istemem.

Hakkâri’de olup bitenler yüzde yüz kışkırtmadır.

Ustaca bir kışkırtma mı, acemice bir kışkırtma mı, bu hususta tereddüt içindeyim.

Devlet memuru bir kişinin kız kardeşine ait otomobil, bir yere patlayıcı koymak için kullanılıyor. İçinde birtakım belgeler, haritalar, isim listeleri var, bunlar etrafa saçılıyor. Bu kadar acemice bir bombalamayı teröristin en cahili bile yapmaz.

1984-85’te başlayan PKK hareketi bir takım şahıslara, zümrelere 100 milyarlarca dolarlık rantlar temin etmiştir. Gerilla savaşının tozu, dumanı, barut kokusu içinde birtakımları uyuşturucuyu helikopterlerle taşımıştır. Uyuşturucu ticaretinin yanında korkunç, efsanevî miktarda silah, cephane, mühimmat kaçakçılığı ve ticareti yapılmıştır.

Bir kişi bir tanıdığıma şöyle anlatmış: “Çarpışmalar bittikten sonra hemen ölülere ve ağır yaralılara doğru koşuyorduk. İlk işimiz onların ceplerini boşaltmak oluyordu…”

Gazeteci Avni Özgürel Bey, bir ara (henüz yakalanmadan önce) PKK Lideri Abdullah Öcalan’ı ziyaret etmiş, görüşme esnasında Apo ona:

– Bu savaşı bitireni bitirirler… demiş. Ne demektir bu?

Güneydoğulu bir vatandaş görmüştüm. Bir köyde hizmet gören çok düşük maaşı olan fakir bir kimseymiş, on sene içinde karun gibi zengin oluvermiş. Nasıl olmuş? Fabrika mı kurmuş, ithalat, ihracat mı yapmış, hastane, otel, lokanta gibi bir müessese mi çalıştırmış? Hayır. Böyle hiçbir helal ve meşru bir ticaret yapmadan, esrarengiz bir şekilde büyük bir zengin oluvermiş. Onunla görüştüğümü öğrenen bir dostum, kaşlarını çatarak

“Şevket Bey, dikkatli ol! Bu herif beyaz işinden böyle zengin oldu”

demişti.

Hakkâri’de olup bitenlerin içyüzünü hiç kimse bütün çıplaklığıyla, bütün açıklığıyla anlatamayacak ve yazamayacaktır.

Böyle bir iş yapmaya yeltenirse akıbeti Uğur Mumcu’nunkine benzeyecektir.

Herkes şunu bilsin ki, ülkemizde yabancı ajanlar, casuslar, kışkırtıcılar cirit atmaktadır ve bu faaliyetleri önlemeleri gerekenler de seyrine bakmaktadır. İsteseler de bir şey yapamazlar. Çünkü onlar Türkiye’yi parçalamak isteyenlerin mahkûmu olmuşlardır.

İstanbul Belediyesi’nde neler oluyor?

İstanbul Belediyesi çok büyük bir müessesedir, akıl almaz derecede büyük bir bütçeye sahiptir. Belediyede olup bitenlerin içyüzünü anlamak isteyenlerin hatırdan hiç çıkarmamaları gereken birinci husus budur. Yakın tarihimizde İstanbul Belediyesi’nde milyarlarca dolarlık işler olmuştur. İşler ne demektir? Bunu bilmeyecek ne var?!..

İstanbul Belediyesi şu anda iki başlıdır. Bu iki başın arkasında veya tepesinde bir baş daha vardır. Bu baş, İstanbul Belediyesi’ni çok sever, bu konuda çok tatlı hatıraları ve çok tatlı birikimleri vardır. Belediyedeki iki başlılık, kriz müzmin bir şekilde devam eder mi? Yoksa ip bir yerde kopar mı? Bunu zaman gösterecektir. Ben, şu veya bu şekilde kopacağını sanıyorum.

AİHM’nin başörtüsü kararı

Strasbourg’da bir Türk bulunmaktadır. Geçenlerde bu zat hakkında bazı bilgiler öğrendim, burada açıklamayı doğru bulmuyorum. AİHM’nin başörtüsü kararı hukuka, adalete, insafa, evrensel insan haklarına, din hürriyetine uygun değildir. Ancak, ben bu konuda mahkemeyi birinci derecede kabahatli bulmuyorum. Esas kabahat bizde, Türkiye Müslümanlarındadır.

Medyaya aksetmeyen rivayetlere göre, mahkemeye gönderilen dosyada affedilmez yanlışlar, hatalar, aksaklıklar yapılmıştır.

Başörtüsü davasının mutlaka Avrupa’nın en büyük, en ehliyetli, en tuttuğunu koparır, en muktedir üç avukatına verilmesi gerekirdi.

Bunlar çok yüksek ücretler isteyebilirlermiş… Müslümanlarda bu para yok mudur? Benim elimden gelse bu dosyayı Fransızların

“Şeytanın Avukatı”

dedikleri

Vergez’e

verirdim.

Ankara’da yüksek, önemli ve büyük bir kurumda küçük ayak oyunları oynanmıştır. Birtakım ehliyetsiz, ehliyetsiz oldukları kadar muhteris ve arivist kişiler birtakım menfaatler elde etmek, rantlar kapmak için devreye girmişler ve davanın olumsuz şekilde sonuçlanmasına yol açacak yanlışlıklar yapmışlardır. Müslümanlar mı diyeyim, İslâmcılar mı diyeyim, tereddüt ediyorum, hukuk konularında başarılı değiller. Müessif Sivas hadiselerinde de böyle oldu. O davanın ilk celsesine uçaklarla, trenlerle, otomobil ve otobüslerle 200 Müslüman avukat gitti, hatta bunlardan biri ilk celsede mahkemenin en hararetli bir zamanında paltosunun cebinden çıkarttığı kocaman bir misvakla dişini temizleyerek herkesin ortasında dindarlık nümayişi yaptı. İkinci, üçüncü, diğer celselerde Müslüman avukatların sayısı azaldı… Sonunda ne oldu?

Sanıklar idam cezası aldılar.

Başbağlar Köyü faciasında da yüzümüz kara çıktı. Hiçbir suçu olmayan, mâsum Müslümanlar camiden çıkarken vahşice katledildi. Müslüman veya İslâmcı cephenin bu kadar kocaman, kodaman, pabucu büyük, cart curt etmeye geldi mi mangalda kül bırakmayan sorumluları suçluları bulamadı, adaleti harekete geçiremedi ve sonunda o kanlı dosya kapandı gitti.

Yarın Büyük Hesap Gününde, ilahî mahkeme huzurunda katillerle birlikte, vazifelerini ve sorumluluklarını yerine getirmeyen Müslümanlardan da hesap sorulacaktır.

Tekrar ediyorum, başörtüsü konusundaki olumsuz kararın vebali birtakım haris ve arivist İslâmcılara yahut rantçılara aittir. Çünkü büyük yanlışlar yapılmıştır, çünkü gereken yapılmamıştır. Küçük ve hasis menfaatler ve rantlar için… 18 Kasım 2005