Cumartesi

 

Neler yaptılar, yapıyorlar, yapmak istiyorlar?.. Önce bunları tesbit edelim.

(1) Bu memlekette din ve mezhep açısından iki büyük zümre vardır. Sünnîler ve Alevîler. Onlar, bu iki zümrenin kardeşce, barış içinde yaşamalarını istemiyorlar. Bunları birbirine düşman, rakip, hasım iki kamp haline getirmek, ülkede bir Alevî-Sünnî gerginliği, kutuplaşması oluşturmak istiyorlar. Böyle bir şey devlet, ülke, halk olarak Türkiye’nin lehine ve yararına mıdır? Elbette değildir.

(2) Bu memlekette ilericiler, terakkiperverler vardır. Muhafazakarlar, tutucular, gelenekçiler vardır. Bu iki zümrenin barış, kardeşlik, uzlaşma içinde olmaları gerekmez mi? Maalesef bizde, bunları da birbirine düşman etmek, çatıştırmak isteyen gizli güçler bulunmaktadır. Son günlerde ülkemizde Laikler-Laiklik karşıtları kavgası çıkartmaya yönelik kışkırtmalar, manipülasyonlar, yönlendirmeler yapıldığını hepimiz görüyoruz. Böyle bir şey Türkiye’yi felakete, parçalanmaya, iç savaşa götürmez mi?

(3) Her yerde olduğu gibi bizde de çeşitlilik vardır. Etnik köken itibarıyla, din ve mezhep bakımından, siyasî görüş ve ideolojiler açısından, bölge farklılıkları yüzünden… Bütün bu çeşitliliklerin, farklılıkların sosyal barış, milli mutabakat içinde yaşaması ve geçinmesi gerekmez mi? Ama bazı sinsi güçler bunu istemiyorlar. Ülkede bir Türk Kürt kavgası, bir Sünnî Alevî çekişmesi, bir ilerici gerici gerginliği, bir şucu bucu tepişmesi olmasını istiyorlar. İstemekle kalmıyorlar, bunu planlıyorlar, teşvik ediyorlar, hatta bir yerde yangın çıktığı zaman üzerine su değil, benzin döküyorlar.

Sinsi ve gizli güçler niçin böyle yapıyor? Bu devleti, bu vatanı, bu milleti çok sevdikleri ve korumak istedikleri için mi? Hayır hayır… Onlar Türkiye’yi gerçekten sevseler, yücelmesini isteseler, korumak niyetinde olsalar böyle yapmazlar, aksine millî barış ve mutabakat için çalışırlardı.

Onların, bütün bunları devleti korumak için yaptıkları iddiası koca bir yalandan ve balondan ibarettir. Onların, Türkiye devletinin, Türkiye vatanının, Türkiye halkının, Türkiye’nin millî kimlik ve kültürünün, Türkiye tarihinin üzerinde tuttukları ve her ne pahasına olursa olsun muhafaza etmek azmine sahip oldukları bir değerleri vardır.

Onlar, Türkiye üzerindeki gizli saltanat ve hakimiyetlerini korumak istiyorlar. Onlar, kendi saltanat ve hakimiyetlerinin; devletin, millet iradesinin, insan haklarının, hukukun, millî kimlik ve kültürün, seçilmiş iktidarın üzerinde olduğuna inanıyorlar.

Onlar kendi ideolojilerini devletle özdeşleştirmekle yetinmiyor, onu devletten de üstün görüyorlar. “Türkiye bizimdir.. Biz Türkiye, Türkiye biz demektir… Bu memlekette kayıtsız şartsız bizim dediğimiz olacaktır…” diyorlar. “Bu ülke, bu devlet bize dedelerimizden, atalarımızdan kalmıştır. Onları gerici çapulculara veremeyiz” diyorlar. Babalarından kalan bu çiftliği elden kaçırmamak için de halkı Türk Kürt, Sünnî Alevî, ilerici gerici, çağdaş tutucu, laik anti-laik diye kamplara ayırıyorlar ve birbirlerine düşman ediyorlar. Bütün bu yapılanlar devlete ihanettir, vatan hainliğidir, iç barışa suikasttır, akla ve vicdana aykırıdır, ahlâksızlıktır.

Onlar o kadar aşırı gidiyorlar ki, bu devlete vergi ödeyen, bu devletin ordusunda askerlik yapan, bu devletin kimlik kartını taşıyan on milyonlarca vatandaşı iç-düşman, tehdit ve tehlike olarak görüyorlar.

Onlar kendilerini birinci sınıf vatandaş, kendilerinden olmayanları ikinci sınıf vatandaş, sömürge yerlisi, zenci ve parya olarak görüyorlar Onlar kendilerini aydınlık, kendileri gibi inanmayan ve düşünmeyen vatandaşları karanlık görüyor.

Onlar kendilerini millet çoğunluğundan

daha eşit

görüyor. Onlar bu memleket Müslümanlarına, dünyanın bütün medenî, demokrat, hukuklu ülkelerinde sağlanmış olan hak ve hürriyetleri fazla buluyor.

Peki onlara karşı yasal sınırlar içinde neler yapabiliriz, kendimizi ve ülkemizi nasıl koruyabiliriz?

Onlarla başa çıkabilmemiz için yeterli sayıda vasıflı ve vatansever Türkiyeli yetiştirmemiz gerekir. Gecekondu, varoş, kırsal kesim, taşra zihniyetiyle haklarımızı, hürriyetlerimizi, haysiyetlerimizi korumamız mümkün değildir.

Yeterli sayıda istidatlı, zeki, ahlâklı ve faziletli gencimizi dünyanın en büyük üniversitelerinin siyasî, sosyal, kültürel bölümlerinde okutup yetiştirmeliyiz.

En az beş dil bilen, Fuzulî veya Şeyh Galip divanlarını aslî nüshalarından kolayca okuyup anlayacak derecede yazılı kültür Türkçesine sahip olan üstün elemanlarımız olmalıdır. Siyasete kalite getirmeliyiz. Medya sahasında üstünlük bizde yani çoğunlukta olmalıdır. Yoğun ve etkili bir propaganda ile gerçekleri halka iyice anlatmalıyız. Gerekirse mallarımızın mülklerimizin bir kısmını satarak, en uygun plan ve programlar ile dünya üniversitelerinde vasıflı elemanlar yetiştirmeliyiz.

Mukaddes davamıza dış düşmanlardan daha fazla zarar veren din sömürücüsü, mukaddesat bezirgânı, hırsız, münâfık, soyguncu, hortumlayıcı haşaratı bertaraf etmeli, saf dışı bırakmalıyız.

Devletimizin güçlü ve adil olması, ülkemizin bayındır olması, halkımızın bilgili, hünerli, marifetli, ahlâklı ve faziletli olması için gece gündüz çalışmalıyız. Bu gayeye ulaşmak için geçerli çareler ve çözümler aramalı, bunları hayata başarılı bir şekilde uygulamalıyız.

İyi niyetli de olsak, cahillikle onlarla başa çıkmamız mümkün değildir. Kendi vatanımızda, kendi devletimizin gölgesinde huzur, haysiyet, adalet, güven, barış içinde yaşamak istiyorsak vasıflı, güçlü, üstün Türkiyeliler olmak zorundayız. Türkiye onlara babalarından atalarından kalmış da bize kimden kalmıştır? Biz bu memlekete dışarıdan gelmiş değiliz. Bu vatan bizim de vatanımızdır, bu devlet bizim de devletimizdir. 11 Haziran 2006