Neo – Haricîler
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 05 Mart 2019
İslam tarihinin birinci asrında haricilerin yaptıkları aşırılıkları, zulümleri, densizlikleri, hunharlıkları muteber kitaplardan okumanızı tavsiye ederim. Bu konuda sadece bir vak’a nakletmek istiyorum: Haricî eşkiyasından bir grup, ashab-ı kiramdan muhterem bir zata rastlamışlar. Bu zat, hâmile olan hanımı ile yolculuk yapıyormuş. Onu sormuşlar: Hazret-i Ebû Bekir’i nasıl bilirsin? “İyi bilirim” demiş. Hazret-i Ömer’i sormuşlar, onun için de “İyi bilirim” demiş. Hazret-i Osman ile Hazret-i Ali’yi sormuşlar, onlar için de “İyi bilirim” deyince “İşte bu olmadı!” diyerek onu şehid etmişler. Hâmile karısının karnını yarıp çocuğunu çıkartmışlar. Sonra bu şerirler yollarına devam etmişler, yolda, bir gayr-i müslime ait bir domuz görmüşler; içlerinden biri, pis hayvan diyerek domuzu öldürmüş. Öbür hariciler adama “Ne yaptın sen? Bir zimminin domuzunu nasıl öldürürsün? Ya hemen gider domuzun kıymetini tazmin eder, helallik alırsın, ya da seni katlederiz…” diye tehdit etmişler.
İşte hariciler böyle adamlardır. Dengeleri yoktur. Pusulasız, dümensizdirler. Sağları solları olmaz. Zahiren dindar görünürler ama onların yaptığını dinsiz bile yapmaz. Saldırgandırlar, azgındırlar, merhametsiz ve müsamahasızdırlar.
Zamanımızda da, maalesef Müslümanlar içinde birtakım neo-haricîler zuhur etmiştir. Bunların astığı astık, kestiği kestiktir. İtidalden, insaftan adaletten nasipleri yoktur. Kendileri gibi düşünmeyen, kendi tercihlerini paylaşmayan Müslümanlara aşırı ve şiddetli şekilde düşmanlık ederler. Kendi cemaatlerini ve fırkalarını İslam’ın üzerinde tutar; kendi din baronlarını herşeyden üstün görürler. Basiretleri bağlanmıştır. Onlarda feraset ve fetanetten eser yoktur. Fitne fesat, nifak şikak, tefrika, düşmanlık çıkartırlar. Müslümanlar arasında usûlde birlik olmakla beraber meşrebte, mezhebte, teferruatta, tercihte, görüşte çeşitlilik (ihtilaf) olabileceğini kabul etmezler. Dediğim dedik zihniyetiyle hareket ederler. Azgınca saldırırlar, kırarlar, dökerler, hakaret ederler.
Bu neo-haricîler yok mu, bunların İslam’a ve Ümmet’e verdiği zararı küffar veremez. Allah şerlerinden muhafaza buyursun!
Yunanistan Türkiye’ye büyük dostluk ve yakınlık gösteriyor. Yakın zamana kadar aramız çok gerginken, hatta birkaç kere savaş çıkmasına ramak kalmışken âniden bu muhabbet, bu yumuşama nasıl oluverdi?
Devletler arasında, insanlar arasındaki gibi hasbî, samimî dostluklar olmaz, onlar menfaatlerine göre hareket ederler, dost veya düşman olurlar. Milletimizin, kamuoyunun haberi yok ama kapalı kapıların ardında birtakım pazarlıklar yapılmış olduğu, bazı tâvizlerin verilmiş olduğu anlaşılıyor.
Kapatılmış olan Heybeli ruhban mektebinn tekrar açılacağı haberi dikkat verici bir gelişmedir. Şu anda ülkemizde iki bin kadar Rum vatandaş yaşamaktadır. Benim çocukluğumda İstanbul’da 150 bin Rum vardı. 6-7 Eylül vandallığından ve Kıbrıs hareketinden sonra bunlar kaçırılmıştır. İki bin Rumun yaşadığı bir ülkede Rum Ortodoks İlahiyat Fakültesine lüzum var mıdır? Böyle ilahiyat fakülteleri yeteri kadar Yunanistan’da mevcut değil midir?
Doğru olup olmadığı hususunda elimde hiçbir belge bulunmayan diğer bir rivayete göre, uygun bir zamanda İstanbul’a tekrar Rum göçmen getirtilmesi konusunda gizli bir anlaşma, protokol yapılmış olduğudur.
Yunanistan toplumu ve diyaspora Elenleri aşırı milliyetçi bir yapıya sahiptir. Komşumuzda din ve devlet ayırımı yoktur, tam aksine din ve devlet içiçedir. Yunan kilisesi, Tanrı’dan önce Yunanistan’ın, Yunan milliyetçiliğinin emrinde ve hizmetindedir. Yunanistan’ın Türkiye üzerindeki emperyalist emellerinden vaz geçtiğine dair herhangi ciddî bir delil ve gelişme de mevcut değildir.
Ankara rejimi, Kıbrıs konusunda Yunanistan’a ne gibi tâvizler vermiş, ne gibi fedakârlıklarda bulunmuştur? Bu da bilinmemektedir.
Bizim Dışişleri Bakanlığında Yahudi-Sabataist tesiri ve nüfuzu son derece güçlüdür. Bakanlığın önde gelen yirmi beş yüksek bürokratı bu gizli Yahudi tarikatına veya cemaatine mensuptur. Onların kalplerinin yarısı Tel Aviv’de atar, diğer yarısı ise Selanik’te. Zâhiren Türk görünen bu bürokratların Türkiye-Yunanistan yakınlaşmasında, verilen tâvizlerde, yapılan gizli görüşmelerde tesirleri ve rolleri ne kadardır?
Yunan mâşerî şuuru Pontus meselesini bile unutmuş değildir. orada, Samsun’dan Hopa’ya kadar doğru Karadeniz bölgesindeki yaşamış olan eski Rumları inceleyen, Pontus kimliğini canlı tutmak için çabalayan düzinelerle dernek, enstitü ve müessese bulunmaktadır.
Ben, Osmanlı zihniyetine sahip bir Müslüman Türkiyeli olarak Hıristiyan komşularımızla iyi geçinmek, onlarla sıkı ticarî, kültürel bağlar kurmak taraftarıyım, Yunanistan ve Türkiye arasında vize karşılıklı olarak kaldırılmalı, gidiş geliş çok kolaylaştırılmalıdır. Ataları Yunanistan’dan gelmiş olan Türkler o ülkeye sık sık gitmeli, Türkiye asıllı Rumlar ve Elenler de kolayca gelebilmelidir. Ancak iki ülke de, emperyalist emellerinden vaz geçmelidir. Fütuhat yapmak isteyen ilimle, kültürle, sanatla, ticaretle, iktisadî yollarla yapsın.
Türkiye’de İslamî müesseseler, Diyanet teşkilâtı hürleştirilmeli, en az Yunanistan’daki kilise teşkilatı kadar serbest ve bağımsız olmalıdır. Bizde şu anda, millî menfaatlerimize son derece zarar veren bir din-devlet çekişmesi, zıtlığı bulunmaktadır. Bu da kaldırılmalı, din ile devlet uyum içinde çalışmalıdır.
Yunanistan-Türkiye yakınlaşmasının perde arkası mimarları olan sayın Sabataycı bürokratlarımız, yazarlarımız ve diğer aydınlarımız bu yazdıklarıma kulak vermelidir. 30 Ekim 1999