Nepotizm
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 25 Aralık 2018
Perşembe
Nepotizm lisanımıza İtalyanca’dan (nepotismo… nipote yeğen mânasına gelir) gelmiş bir kelime ve terimdir. Siyaset ve iktidar adamlarının oğullarını, kızlarını, damatlarını, yeğenlerini, akrabalarını, kardeşlerini, bacanaklarını yârânını, eş ve dostlarını kayırmaları, ehil olmadıkları makam ve mevkilere getirmeleri, zengin etmeleri demektir.
Nepotizm’in Türkçe’deki karşılığı
Nepotizm’de şu unsurlar bulunur:
1. Ehliyetsizlik.
2. Liyakatsizlik.
3. Eşitlik prensibinin ihlali.
4. İstidat ve kabiliyete bakmamak.
1500’lü yıllarda Avusturya imparatorunun elçisi Busbecq İstanbul’a gelir. Padişah Kanunî Sultan Süleyman doğu seferindedir. Elçi onun huzuruna Amasya’da çıkar. Osmanlıların Hakanı onu Otağ-ı Hümayununda kabul eder. Etrafında kavuklu, sarıklı, kaftanlı, cübbeli ümera (askeri kumandanlar), rical-i devlet (büyük bürokratlar) ve ulema (büyük din alimleri) bulunmaktadır. Bunların hepsi sessiz ve vakur bir şekilde durmaktadır. Kıpırdanma, konuşma, hareket yoktur.
Busbecq “Türk Mektupları” adlı kitabında şu cümleyi sarf eder:
“Padişahın etrafındaki bu kalabalık içinde, bulunduğu makama ehliyet ve liyakati ile çıkmamış bir tek kimse yoktu.”
Evet devletimizin yükseklik devrinde emanete riayet ediliyor, ehliyeti olmayan kimselere makam, mevki, salahiyet verilmiyordu.
Din alimleri ehliyetli ve icazetli idi.
Tarikat şeyhleri ehliyetli ve icazetli idi.
Ordu kumandanları, subaylar ehliyetli ve icazetli idi.
Valiler ehliyetli idi.
Bürokratlar hep ehliyetli idi.
Padişah bile, kendi çıkardığı kanun ve nizamlara aykırı bir iş yapmıyordu.
İşte bu ehliyet ve liyakat prensibine riayet ve dikkat edildiği için Kanunî devrinde:
Sokollu gibi sadrazamlar.
Barbaros gibi Kaptan-ı Deryalar.
Ebussuud Efendi gibi şeyhülislâmlar.
Yahya efendi gibi tarikat şeyhleri.
Sinan gibi baş mimarlar ve benzeri başarılı elemanlar hizmet etmiştir.
Nepotizm bir ülkeyi, bir devleti çökertir, bir halkı perişan eder.
Zenginlerin, güçlülerin, yüksektekilerin, beylerin, paşaların, ekselansların oğulları ya hiç askerlik yapmıyor, yahut kolay askerlik yapıyor; fakir halkın çocukları ateş hattına sürülüyor… Böyle bir ülkede büyük ve köklü bozukluk var demektir.
Seçim yapılacak, MilletMeclisi’ne vekiller gönderilecek. Parti başkanı, ehliyetli vekiller yerine silik şahsiyetli, kendisini rahatsız etmeyecek, isteklerini uysal bir şekilde yerine getirecek vekil adayları seçiyor. Bu da büyük yanlıştır.
Elbette her siyasî iktidar, uyum içinde çalışacağı, işbirliği yapacağı bürokratlar olmasını ister. Lakin ehliyet şartına dikkat ve riayet etmesi gerekir.
Bakan, müsteşar, genel müdür, müdür, şef, âmir, memur… Bunların hepsinin ehliyetli olması gerekir.
Âdil ve bilge devlet adamı, kendi oğlu ehliyetli ve liyakatli değilse ona hiçbir işi teslim etmez.
Onu gayr-i meşru şekilde zengin etmez.
Bendeniz CHP’yi tutmam ve sevmem ama CHP’li Kasım Gülek’in devlet bakanı olduğu zaman, “Ben burada bakanken iş adamı olan kardeşim kapıdan içeriye ayağını atmayacaktır” emrini vermesini takdir eder ve alkışlarım.
Akrabasıymış, dostuymuş, arkadaşıymış, yeğeniymiş, bacanağı imiş, askerlik arkadaşı imiş, hemşehrisi imiş, köylüsü imiş, kendisine vefa borcu varmış… Bu sebeplerle ehliyetsiz ve liyakatsiz kişilere makam, mevki, memuriyet, iş, vazife verilmez. Verilirse mülkün temelleri dinamitlenmiş olur.
İslâm dinindeki farzlardan biri de emanetlerin ehline verilmesidir. Emanetleri ehline vermemek haramdır, büyük günahtır. (Bu yazıyı hiçbir kişiye, zümreye karşı yazmadım. Anonim bir uyarı mahiyetindedir. Lütfen kimse üzerine almasın. Yazdıklarım yanlışsa gerekçeli şekilde tenkit edip düzeltsinler, yazı hayatıma son veririm…)
En ufak, en kolay, en önemsiz, en küçük vazife bile büyük bir dikkatle, hassasiyetle, titizlikle, önemsenerek yapılmalıdır.
İyi ve sağlam çakılmayan bir çivi ileride büyük bir faciaya yol açabilir.
İyi izole edilmeyen bir elektrik kablosu eki, bir ölüme sebebiyet verebilir.
82 milyonluk Almanya dünya ihracat birincisidir. Niçin? İyi, sıkı, disiplinli çalıştığı için.
Almanya işçisine ayda 1500 dolar ödüyor. Çin 100 dolar ödüyor. Almanya yine önde.
Vasıflı, iyi çalışan, işini iyi yapan bir işçi; vasıfsız, ihmalkar, dikkatsiz 10 işçiye bedeldir, hattâ onlardan daha verimlidir.
Diş atlamış bir vida kocaman bir uçağın düşmesine yol açabilir.
Çay demlemek kolay bir iş değildir. Kolay sananlar çay değil, bulaşık suyu demler.
Pilav, hazırlanması en kolay yemek midir sanıyorsunuz? Birbardak pirince bir buçuk bardak su, biraz yağ, biraz tuz… Pilav bu değildir. O, hazırlanması en zor yemektir.
En kolay sandığımız işler, vazifeler, çalışmalar yetenekli ve uzman usta veya üstadların nezaretinde ağır ve zor bir öğrenim ve tahsil ile elde edilebilir.
Türkiye’nin en büyük noksanı ve zaafı, genç nesillerinin dikkatli, disiplinli, şuurlu, meraklı bir şekilde yetiştirilmemesidir.
Çayı bardağa döker ve misafire veya müşteriye sunarsın… O kadar kolay ve basit değildir bu iş. Hava soğuk ise bardağı sıcak su ile ısıtmak, bardağı dudak payı bırakacak şekilde doldurmak, ağzına kadar doldurmamak, taşırken çayı tabağa dökmemek yanındaki şekerleri ıslatıp eritmemek…
Dahası da var. Çay misafirin veya müşterinin önüne nazikçe konulmalıdır.
Çayı içmek de o kadar kolay değildir. Önüne gelir gelmez kaynar kaynar içersen ağzın dilin yanar, yemek borusu ârızalanır, ileride vahim hastalıklara yol açar.
Çaya attığın şekeri karıştırırken fazla şıngırtı çıkartmamak gerekir.
Ahlaksız insanlar, çay içerken gıybet yapar, çayına ölü kanı karıştırır. Tavşan kanı değil, ölü kanı.
Türkiye’de dikkatsizlik, ihmalkârlık, vazifesini iyi yapmamak yüzünden her yıl nice insan ölüyor, nice facia oluyor.
Duvara bir çivi çakarken bile, beyin veya kalp ameliyatı yapan bir doktorun dikkat ve titizliği ile çakacaksın.
Ameliyatlarda hastanın karnında unutulan aletlerle, gazlı bezlerle ilgili hikayeleri bilirsiniz.
Dikkatsizlik, sorumsuzluk, şuursuzluk yüzünden meydana gelen trafik kazalarını düşününüz.
Almanya’yı, Japonya’yı, küçük Singapur’u düşününüz.
Singapur’un cirmi küçük ama başarısı, gücü, vasıf derecesi çok büyük. Niçin, Oraya giderseniz ağzınızda çiğnediğiniz cikleti yere atın, bu yüzden başınıza geleni görün, anlarsınız…
Bir pazar yerinde kilosu 7 liraya sucuk satılıyordu. Etiketinde dana eti yazılıydı. Etin kilosu 25 lira, sucuğu 7 lira… Devlet karışmıyor, belediyeler karışmıyor… Elbette Türkiye’de işler yürümez.
Âblar akar, dolablar döner…
Çocuk lisede geometri, cebir, fizik, kimya okuyor… Dönüyor aynı dersleri bu sefer üniversiteye hazırlama dershanesinde okuyor. Niçin?
Velhasıl ülkemizde çiviler yerlerine iyi çakılmıyor.
Bütün çiviler yerinden oynamış vaziyette. Dikkat yok, merak yok, hafıza yok, sorumluluk yok, yeterli derecede vasıf yok, çalışkanlık kafi değil, ihmalkarlık yaygın.
Birtakım güçler Türkiyelilerin böyle olmasını istiyor.
Biz farkında değiliz. 13 Kasım 2009