Salı

 

Televizyonum yok, radyom yok, günlük gazeteleri takip etmiyorum, çok önemli bir hadise olsa haberim olmayacak, hele köye gittiğim zaman dünya ile alâkam büsbütün kesiliyor, bari küçük bir radyo alayım da bazen kaliteli müzik dinlerim, bazen haberlere kulak veririm diyerek Doğu Bank işhanına gittim ve yabancı istasyonları da çeken bir radyo aldım. Birkaç gündür karıştırıp duruyorum, henüz dişe dokunur bir müzik veya haber programı dinleyemedim. Bizim radyoların müziği pek kalitesiz. Şarkılar şarkı değil, türküler türkü değil, arabeskler ve modern parçalar büsbütün felâket. Konuşmalar genellikle pek düşük. Hangi kanaldı bilmiyorum iki kişi konuşuyordu, biri

“Keşke annem babam prezervatif kullanmış olsalardı da ben dünyaya gelmemiş olsaydım…”

dedi. Dinleyenler de varmış herhalde bir gülüşme, bir kıkırtı koptu gibi sormayın. Zavallılar bu espriye bayıldılar, kadın erkek he he he hi hi hi diye bir güldüler ki sormayın. Hemen radyoyu kapattım.

Her zaman çalsınlar demiyorum ama biraz ağır saz eserleri çalsalar, ondokuzuncu asırdan kalma,

besteleri kaliteli, güfteleri edebî ciddî şarkılar yayınlasalar olmaz mı?

Nerde eski ağır şarkılar, nerde bugünkü zekâ özürlü seviyesindeki berbat güfteli şarkı müsveddeleri.

“Habgâh-ı yâre girdim arz için ahvalimi…”

ile

“Niçin sevmiyorsun beni sen?.. Çok seviyorum seni ben…”

şarkıları bir olur mu?

Bir gece radyomu karıştırırken

Mekke-i Mükerreme radyosunun Türkçe neşriyatına tesadüf ettim.

Önce Necip Fazıl’dan bir metin okudular, sonra Bediüzzaman hazretlerinden bir parça.

Biz 50’li yıllarda bu iki muhterem zata üstad derdik.

Türkiye radyolarında onlardan pek bahsedilmiyor ama Mekke radyosu eserlerinden, fikirlerinden parçalar okuyor. Duyunca sevindim, ruhları şadolsun.

Radyo beni pek tatmin etmediği için tekrar gidip küçük bir teyp aldım. Birkaç ağır saz eseri, yine ciddî ilâhî kaseti alıp ihtiyaç duydukça onları dinleyeceğim.

Bana mı öyle geliyor, yoksa gerçekten mi çok bozuldu, şehir yaşanmaz hale geldi sanıyorum. Geçen gün Sultanahmet’ten Şehremini’ne bir iftar davetine gidiyorum. Akşama bir saat kadar var. Yakın yer, tramvayla gidivereyim dedim. Dehşetli bir kalabalık vardı, bazı yolcular burunlarından soluyordu, çok sinirliydiler. Hoparlörle bir anons yapıldı,

“Hırsıza dikkat, çanta ve cüzdanlarınıza sahip olunuz”

denildi. Gideceğim yere varmadan, önceki durakta indim, yürüyerek menzilime ulaştım.

Bu sene yılbaşı eğlencelerinde tuzu kuru lâik ve çağdaş kesim pek eğlenmiş. Yemişler, içmişler, hoplayıp zıplamışlar. Zelzelezedeler, fakir fukara halk çile çekerken nasıl bu kadar fütursuz olabiliyorlar?

Bayramdan sonra Hasan Celal Güzel’in ziyaretine gitmek istiyordum.

Lâkin çok ziyaretçi geliyormuş, görüşme yeri darmış, görüşülemiyormuş. Yine de gitsem mi, yoksa güzel bir mektup mu göndersem?

Yılbaşından önceki cuma, bir taşra camiindeydim. Hutbe yılbaşı eğlenceleri hakkındaydı. Hatib efendi matbu bir metni okuyordu.

Noel yortusu ile yılbaşını karıştırdı.

İkisi aynı şey zannediliyor.

Noel yortusu yılbaşından öncedir, Hıristiyanlar kiliselere gider âyin yaparlar. Yılbaşı ise, eski yılın son gecesidir, onda bin türlü rezalet ve kepazelik yapılır.

Böyle eğlencelere Hıristiyanlık ve Musevilik de cevaz ve izin vermez. Vaktiyle, 70’li yıllarda Büyük Gazete adıyla haftalık bir gazete çıkartıyordum.

Panos Debağyan isimli bir Ermeni vatandaşımız, Yılbaşı eğlencelerinin Hıristiyanlıkta da yeri yoktur konusunda bir makale yazmıştı ve biz de basmıştık.

Aklı, vicdanı, iffeti olan bir insan böyle eğlencelere katılmaz.

Haberler alıyorum, mübarek Ramazan ayını fırsat bilen bazı aşırı görüşlü, bozuk mezheplere bağlı, gulattan birtakım hocalar ve vaizler

(Herkesi itham etmiyorum, muhterem hocalarımızı tenzih ederim)

cemaatin kafasını karıştıracak, sahih İslâm itikadına ters düşen konuşmalar yapmışlar, yazılar yazmışlar.

Bir ilahiyatçı kendisini müceddid, mehdi, Ümmet’in kurtarıcısı olarak ilan ediyormuş.

Fesubhanallah! Ortalık bozuk inançlar, bozuk fikirler, bozuk hükümler ile doldu. Masonlar ve derin devlet yetkilileri

“Türk Müslümanlığı”

adıyla yeni bir din çıkartma istiyorlar. Gizli şer kuvvetleri bir yandan din düşmanlığı ve baskı yaparken, öte yandan da bozuk hocalar ve ilahiyatçılar vasıtasıyla dinimizi içinden bozmaya uğraşıyor. Başarabilirler mi? Kesinlikle İslâm’ı yıkamazlar. Sadece bir kısım insanların zihinlerini teşviş edebilirler

(karıştırabilirler.)

İslâm kıyamete kadar baki kalacaktır.

Halk tabakasından bazı Müslümanların hali ne garip. Yirmibeş kere aldatılsalar, dolandırılsalar, yine de aldatılmaya, dolandırılmaya doymuyorlar ve desteklemeye, para vermeye devam ediyorlar. Bunların tedavisi ve iflâh olması mümkün müdür acaba?

Yılbaşı gecesi köydeydim. Yanıma kedimi ve kafesteki küçük kuşu da almıştım. Hint bülbülü diyorlar, sessiz sedasız küçük mâsum bir kuşçağız. Gece yarısı geçti, hayli kitap okudum, ışığı söndürüp yattım. Tam uykuya dalacaktım ki, kuş kafesinde karanlıkta çırpınmaya başladı, beni uyandırdı.

“Eyvah zelzele mi olacak?”

diye telâşlandım, kalktım. Kuş bir müddet çırpındı, kendini kafesin kenarına çarptı ve nice zaman sonra sakinleşti, ben de tekrar yattım. Yorumum şu:

Bir felâket geliyordu, Cenâb-ı Hak korudu, olmadı. Mübarek Ramazan’dı, ehl-i dua dua ediyordu, gelmiş geçmiş ve yaşayan ehlullah yalvarıyordu.

Pozitivistler böyle yorumlara kulak asmazlar. Bir kısım Müslümanlar da önemsemez. Zaten bunlar benim fikir ve görüşlerim. Dostlarıma yine tavsiye ediyorum:

Sadaka verin, dua edin, emr-i mâruf ve nehy-i münker yapmaya çalışın, yapanları destekleyin, yardımcı olun.

En iyi ticaret Allah ile yapılan ticarettir.

O nasıl bir ticaret midir?

Zekât, sadaka verirsiniz, canla ve malla Allah yolunda çalışır, cihad edersiniz, hayır hasenat yaparsınız, fakirlere ve muhtaçlara yardımcı olursunuz.

Paralarınızı din sömürücüsü hâinlere ve haşarata kaptırmayınız. Müslümanlardan topladıkları büyük paraların bir kısmını zimmetlerine geçirenleri duyuyoruz, bu gibi düşük adamlara âlet olmamanızı hâlisane tavsiye ediyorum.

Zekâtlar ve sadakalar Şeriat’ın ve fıkhın kurallarına göre, hak sahiplerine dağıtılmalıdır.

Tüzel kişiler

(Dernekler vs.)

zekât toplayamaz, onlara verilen zekâtlar verilmiş sayılmaz. Kurbanlar da Allah için kesilmelidir. Kurban parası toplayıp da kesmeyenler varmış. Bunlara kanmamak gerek. 12 Ocak 2000