ÇarşambaÜlke çok kötü idare edilmiştir. Sonunda bugünkü berbat hale gelinmiştir. Lakin okur yazarlar, aydınlar, düşünürler hep neticeler üzerinde durmakta, sebepleri araştıran olmamaktadır. Sanki beyinler dumura uğramıştır. Ortada büyük bir hasta var, şiddetli ve vahim bir hastalık var, fakat işe yarar doktor yok, teşhis yok, tedavi yok, ilaç yok. Her kafadan bir ses çıkıyor ama bunlar sadra şifa olacak şeyler değil.

Birkaç yüz yüksek beyne sahip olunsaydı böyle mi olurdu?

Türkiye’nin halini anlayacak, bozuklukların ve hastalığın sebeplerini bilecek, çare ve çözüm üretecek adamları nereden bulacağız? Bunlar kaliteli futbolcular gibi transfer edilmiyor ki.

Şimdi bize mutlaka ve âcilen gerekli olan büyük kafalarda şu vasıfların, şartların, hasletlerin bulunması gerek:

1. Geniş ve engin bir genel kültüre sahip olması; siyasî konuda malumatlı, birikimli bulunması. Teknokrat zihniyetiyle çare ve çözüm bulunamaz.

2. Türkiye’nin kimliğini, kişiliğini, kültürünü bilmesi; bunlara karşı olmaması.

3. Hikmet (bilgelik)sahibi olması. Hikmetin kontrolunda olmadıkça ilim, ihtisas (uzmanlık), birikim fazla bir işe yaramaz. Zarar bile verebilir.

4. Tarihimizi iyi bilmesi. Bilhassa son yüzyıllık tarihimizin iç yüzüne vakıf olması. Dünü bilmeyenler bugünü anlayamazlar. Osmanlı nasıl battı, nasıl batırıldı? Bunu bilmezse, bugünkü batış ve bitişi de anlayamaz.

5. Ahlâklı, vicdanlı, yüksek karakterli olmak. Bunlara sahip olmayan kişi allâme-i cihan olsa, Harvard Üniversitesi’nden diplomalı bulunsa yine işe yaramaz.

Türkiye durup dururken batmamıştır. Bugünkü krizin kaç büyük sebebi varsa, bunların hepsi de bilinmeli ve hastalık hakkındaki raporda hepsine yer verilmelidir. Amerika’dan getirtilen Derviş’in raporunda yolsuzluk konusuna hiç temas edilmemiştir. Krizin çok büyük bir faktörünü dile getirmeyen bir rapordan ne hayır gelecek? Bazı şahıslar, partiler, zümreler, klikler yolsuzlukların dile getirilmesini istemiyormuş, bundan çok rahatsız oluyormuş. Yolsuzluklar, talanlar, soygunlar, hortumlamalar, kokuşma ortadan kalkmadıkça Türkiye düzelir mi?

Sebepler bulunduktan sonra, tedavi için çareler ve çözümler aranmalıdır. Bunu da statüko taraftarları istemiyor. Çünkü onlar bugünkü sisteme, bugünkü resmî ideolojiye bir din gibi inanmışlardır. “İkinci” kelimesine bile tahammülleri yoktur.

Bazı saf, dar kafalı, ufuksuz adamlar birtakım iktisadî ve mâlî tedbirlerle ülkenin düze çıkacağını sanıyor. Bu, boş bir ümitten, gerçekleşmesi imkansız bir hayalden ibarettir. Türkiye’ye çok köklü, çok büyük değişiklikler gerekiyor.

Ben size bir şey söyleyeyim mi? Uzun vâdede de olsa Türkiye’nin dili, yâni edebî-yazılı Türkçe düzelmedikçe genel bir düzelme olmayacaktır. “Bugünkü siyasî, iktisadî, mâlî kriz ile yazılı-edebî lisanın ne alakası var?” diyen çıkarsa onun aklına şaşarım. Türkiye’yi yıkmak için onun dilini bitirdiler. Dilsiz kalan bir toplum, bir ülke elbette gerileyecek ve çökecektir. Dil demek, üç yüz kelimeden ibaret olan günlük konuşma ve iletişim vasıtası değildir. Bu üç yüz kelimelik konuşulan Türkçeyi okuma yazma bilmeyen vatandaşlar da konuşuyor. Bir ülkeyi ülke yapan, bir milleti millet yapan edebî, zengin, yazılı lisandır.

Yine en kısa zamanda eğitim düzeltilmeli, dünya standartları seviyesinde lise ve kolejler açılmalıdır. Bu liselerde:

A. Uluslararası çağdaş kültür verilmelidir.

B. Millî kültür, kimlik, kişilik aşılanmalıdır.

C. Bilginin yanında ahlâk, karakter terbiyesi de verilmelidir.

Ç. Estetik, sanat, güzellik, görgü öğretilmelidir.

Eğitimimiz, liselerimiz bugünkü seviyede kaldığı müddetçe Türkiye’nin kurtulması mümkün değildir.

Sonra üniversiteler, gerçek üniversite haline getirilmelidir. Ortaçağ kafalı engizitörler başları eşarplı kızları içeriye sokmayacaklar ve üniversitecilik oynayacaklar. İlim, irfan, araştırma yok. Türkiye’nin hâlâ bir Türk tarafından yazılmış büyük bir Türkçe grameri, Türkçe lügat kitabı yok. Türk tarihi, Türkiye’nin coğrafyası, tarihî anıtları hakkında dört başı mâmur külliyatlar yazılmamış ve yetmiş iki tane üniversite var. Yetmiş iki değil böyle yediyüz üniversite olsa, yahut hiç olmasa ne fark eder?

Varoluşunu İslâm’a borçlu olan, bütün tarihi, kültürü ve kimliği İslâm’la yoğrulmuş bulunan bir ülkede yıllardan beri saçma sapan aptalca bir din-siyasî rejim kavgası cereyan ediyor. Böyle bir ülkenin salâh bulması, yücelmesi mümkün müdür? Türkiye’deki buhranın en büyük sebebi bence din-devlet çekişmesidir. Din ile devlet barışmadıkça hiç bir iş düzelmeyecektir. Türkiye’de iken “Biz de Müslümanız” diyen, Amerika’ya gidince “Yahudi olduğumuz için bize Türkiye’de zulm ediliyor, baskı yapılıyor” diye sızıldanan Sabataycılar akıllarını başlarına toplamadıkça bu ülkenin başına daha çok dert ve belâ gelecektir.

Ya din sömürüsü, din rantı yeme işi ne olacak? İslâm bir alternatifti ve bir taraftan azılı ve militan din düşmanları, öbür taraftan vicdansız, kaşarlanmış, münafık din sömürücüleri, Müslüman arivistler bu alternatifi bitirdiler.

Her yıl saf Müslümanlardan toplanan milyarlarca dolarlık hizmet ve faaliyet paralarının kaçta kaçı gerçek hizmetlere yatırılıyor?

Türkiye bu rezaletleri sorgulamadıkça elbette beklenen kurtuluş güneşi doğmayacaktır.

Ortalık, kerametleri kendilerinden menkul bir sürü sahte kurtarıcı ile dolu. Be adamlar siz ilk önce mal beyanında bulunsanıza. Sahibi bulunduğunuz milyarlarca dolarlık servetleri nasıl elde ettiniz?

İşte 18 Nisan da geldi ve Meclis’e ilk defa girmiş olan sayın milletvekillerimiz kıyak emeklilik hakkına kavuştular. Hayırlı mı olsun? Hayır! İki sene milletvekilliği yapacak ve sonra en yüksek dereceden emekli maaşı alacak. Ben böyle bir gelire elbette hayırlı olsun demem.

Kangren bütün vücudu sarmış. Mikroplar her yere yayılmış, septisemi hastalığı bütün vahameti ile ortaya çıkmış. Birtakım sorumlu kişiler ise hâlâ küçük hesaplar, küçük ayak oyunları peşinde. Yazıklar olsun.

Ah, bu memlekete büyük beyinler, büyük vicdanlar, büyük adamlar lazım. 19 Nisan 2001