Nereye Gidiyoruz?
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 10 Mart 2019
Mısırçarşısı’ndan çıkmış, Büyük Postahane’ye doğru gidiyordum, yolda biri durdurdu, kendisini tanımıyordum, okuyucummuş, selamdan sonra “Nereye gidiyoruz? Memleketin hali ne olacak?” diye sordu. Ayaküstü birkaç dakika konuştuk.
Nereye mi gidiyoruz? 1950’den beri ektiklerimizi biçmeye başladık, gidişat parlak değildir. Elli yıla yakın bir müddet gaflet, hıyanet, popülizm, arivizm tohumları ekildi, şimdi onların meyveleri olgunlaşmıştır.
Önce isterseniz solculardan, marksistlerden başlayalım. Yıllar yılı bıkmadan usanmadan komünizm propagandası yaptılar, ülkemizi Sovyet cennetine çevirmek istediler. İçlerinden bazıları bu uğurda hayatını kaybetti, kimisi uzun yıllar zindanda çile çekti; ezildiler, itilip kakıldılar, tehditlere, baskılara mâruz kaldılar ama dâvalarından vaz geçmediler. Sonunda ne oldu? Marksizm iflâs etti, Sovyetler Birliği dağıldı, komünist sistem çöktü. Meğerse bir hayalin, bir ütopyanın, bir kuruntunun peşinde koşmuşlar.
Laiklere, Batıcılara, çağdaşlara bakalım. Yıllar boyunca İslâm’la, Müslümanlarla uğraştılar, milletin din, inanç, inandığı gibi yaşamak hakkını tanımadılar. Yeldeğirmenine savaş açan ve saldıran Don Kişot gibiydiler. Ne yaptılarsa milletin gönlünden inancı, dini, islâmî mirası söküp atamadılar. Netice olarak Türkiye ülke, millet, devlet olarak kaybetti. Güney Kore, Taiwan, Singapur kadar olamadık. Kokuşma, çürüme, dağılma raddesine geldik. Onlar hâlâ İslâm’a ve Müslümanlara olan kin ve düşmanlıklarından vaz geçmemiş bulunuyor.
Ya dindar kesim? Onlar birtakım mâceraperestlerin peşlerine takıldılar; Kitab, Sünnet, Şeriat, akıl birlik olmayı, bir baş etrafında birleşip ona itaat etmeyi; ilme, irfana, kültüre sarılmayı; ahlâkı, fazileti, ihlası, dürüstlüğü emrettiği halde yıllar boyunca Müslüman hizip ve fırkalar birbirleriyle çarpıştılar. Ortaya bir sürü sahte mehdi, gavs, kutub, kurtarıcı çıktı. Allah yolunda, din uğrunda, Ümmet için harcanması gereken büyük paralar çarçur edildi, lüzumsuz yerlere sarfedildi. Din işleri ayak takımının eline kaldı. İslâm’a hizmet edeceğiz diye ortaya çıkan birtakım şarlatan, soytarı, arivist, sahtekâr, üçkağıtçı, yalancı, emanet hâini, yiyici, hortumlayıcı adamlar büyük tahribata sebep oldular. Nefsaniyetler azdı. Ülke ve millet için tek kurtuluş ümidi olan islamî hareket dejenere edildi.
Şimdi herkes kara kara düşünüyor. Memleketin hali ne olacak? Nereye gidiyoruz?
Haber veriyorum: Bu durum kendi kendine düzelmez. Biz olanca irademizle kendimizi islah etmek için çalışmazsak selâmete, necata, felâha çıkamayız. Kurtuluş o kadar ucuz değildir. Her şeyin bir faturası vardır.
Bu memlekette yaşayan herkes inancı, görüşü, ideolojisi ne olursa olsun birtakım temel ahlâk prensiplerine bağlı olmaya mecburdur. Yalanla dolanla, makyavelizmle, hilekârlıkla, iki yüzlülükle, arivizmle, Bizansvâri dolaplar çevirerek, halkı aldatarak hizmet edilmez.
Önce yalana savaş ilan etmeliyiz. Sonra doğruluk (istiqamet) prensibine sarılmalıyız. Emanetler ehline verilmeli. Adaletli olmalıyız. Bütün işler bilenlere, ehil olanlara, “mûtemen müsteşarlara” sorularak yapılmalıdır. Her nevi istismarı önlemeliyiz. Atatürkçüler Atatürk istismarına, Müslümanlar din istismarına, çağdaşlar birtakım değerlerin istismarına son vermelidir.
Singapur, Güney Kore, Taiwan gibi Asya ve doğu ülkeleri nasıl kalkınmışlar, nasıl düzenli rejimler kurmuşlarsa onlardan ibret almalıyız.
Bulunduğu ülkede yaşayan milletin dinine, inancına, inandığı gibi yaşamak hak ve hürriyetine karşı çıkan egemen azınlık dinle, dindarlarla savaşmanın ayıp ve çirkin bir iş olduğunu, bir insanlık suçu teşkil ettiğini anlamalıdır.
Dindar kesim kesinlikle din sömürüsüne, emanetlerin ehil olmayanlara verilmesine, arivist ve soytarıların hizmet perdesi altında hezimete yol açmasına karşı çıkmalıdır.
Bu ülkede yaşayan ve çeşitli inanç ve görüşlere sahip namuslu, şerefli, akıllı, vicdanlı, iz’anlı aydın ve seçkin kişiler bir araya gelmeli ve zarurî müşterek değerleri tesbit ederek bir
hazırlamalıdır. Yalan söylememek, hırsızlık yapmamak, emaneti ehline vermek, devlet bütçesini hortumlamamak, zulm etmemek gibi şeyler bütün dinlerde, bütün dünya görüşlerinde vardır. Siyaset yaparken, idarî hizmetler görürken, kendi dâvası uğrunda çalışırken hiç kimsenin yalan söylememesi gerekir. Helal ve meşru olmayan yollarla zengin olanlar dünyanın en şerefsiz, en namussuz, en rezil adamlarıdır.
Bilhassa Müslüman kardeşlerime hitab ediyorum. Din, ülke, halk ile ilgili iş ve hizmetlerde emanetleri ehil ve layık olanlara değil de, “Bizdenlere, bizim fırkadan veya hizipten olanlara, Hocaefendinin müridlerine, kendi cemaatimizin bağlılarına, eşimize, dostumuza vermek” İslâm ahlâkının kabul etmeyeceği bir yamukluktur. İslâm dinini, İslâm dâvasını âlet ederek ihale kapmak, hortumlamak, birtakım fonları ve tahsisatları birtakım uygunsuz manevralarla kendisinin ve çevresinin cebine indirmek, naylon firmalar kurarak voliler vurmak, yirmi milyar liraya yapılabilecek bir işi yüz yirmi milyar liraya yaptırmak, ashab-ı mesâlihten kanuna ve ahlâka aykırı şekilde haraçlar, metazori paralar almak gibi çirkin şeyleri yapanlar hem bu dünyada, hem de öteki dünyada rezil ve rüsvay olacaklardır.
Henüz gök tepemize çökmemiş, yeryüzü ayaklarımızın altından göçmemiştir. O halde kurtulmak için ümit ve fırsat var demektir. Şayet kendi cüz’î iradelerimizi kullanır, olanca gayretimizle hak ve doğru olan şeyleri yaparsak inşaallah kurtuluruz. Aksi takdirde daha kötü günlere hazır olunuz.
Sovyet işgalinden kurtulan Özbekistan’da Ezan okumak yasaklanmış, yeni açılan cami ve mescidlerin yüzde doksanı kapatılmış, kadınların başlarını örtmeleri suç sayılır olmuştur. Tunus’ta da din, ibadet, inandığı gibi yaşamak hakkı ve hürriyeti ayaklar altına alınmıştır. Bütün bu işlerde dinsizlerin, zâlimlerin rolü olduğu kadar gafil, câhil, tembel, gayretsiz, hakkını aramayan, yasal hudutlar içinde gereken müdafaaları yapmayan, tefrikaya düşmüş, darmadağınık olmuş, ümmet şuurunu yitirip zümre zümre din baronlarının peşine düşmüş, Allah’a ve Peygamber’e saldırılınca tepki göstermeyip de kendi hocalarına ve şeyhlerine saldırılınca büyük tepki gösteren dengesiz ve densiz Müslümanların da rolü olmuştur.
Müslümanlar!.. Müslümanlar!.. Halimiz iç açıcı değil. 10 Kasım 1998 Salı