Nereye Gidiyoruz, Bilen Var mı?
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 03 Ocak 2019
Pazartesi
Gerçeklerin, uyarıların, çok önemli ve hayatî bilgilerin; ülkenin bilgeleri, aydınları, uyanık kişileri tarafından söylenmesi ve yazılması yeterli değildir. Sadece söyleyenlerin akıllı ve bilge olması ile iş bitmiyor. Muhatapların da bu gerçekleri anlayacak, kavrayacak, algılayacak derecede akılları ve kültürleri olması gerekir.
Bu ülkede gerçekler söylenmiyor, uyarılar yapılmıyor değil. Lakin bunlar anlaşılmıyor, dolayısıyla boşa gidiyor.
Toplumun iyi eğitilmiş olması gerekir. Halk kendi yararına ve zararına olan şeyleri bilmelidir.
Bir şarlatan çıkıyor, demagoji yapıyor, saçma sapan laflar ediyor; ona kulak veriliyor… Beride akıllı, bilge, sezgi sahibi biri çıkıyor, toplumu uyarmak için yazılar kaleme alıyor, hiçbir ilgi görmüyor.
Sakın, bu akıllı kişinin kendim olduğu kuruntusuna kapıldığımı sanmayınız. Bendeniz kural koyuyorum, anonim yazıyorum. Naçiz şahsımla ilgili hiçbir iddiam yok.
Bu memlekette, sayıları pek fazla olmasa da, akıllı, birikimli, tecrübeli, uzağı gören, sezgi sahibi kişiler elbette var. Toplumun büyük kesimi onlara önem vermiyor, öğütlerini dinlemiyor, uyarılarına kulak asmıyor.
Zaten büyük medya, genellikle çok akıllı, çok kültürlü, çok yüksek kimselere yazdırmaz. Genellikle dedim, elbette birkaç istisna vardır, bunlar kuralı bozmaz.
Osmanlı İmparatorluğu’nun belini kıran felâket 1683’te İkinci Viyana Kuşatması bozgunu olmuştur. O zaman bugünkü gibi basın yoktu. Birtakım din büyükleri, devlet adamlarını uyardılar, böyle bir sefer yapılmasın dediler, sözleri dinlenilmedi.
Ondan sonra tarihimiz felaket üzerine felaket, yenilgi üzerine yenilgi, hezimet üzerine hezimettir.
İdareciler uyarılardan, tenkidlerden, öğütlerden hiç mi hiç hoşlanmazlar? Onlara bol bol övgü, alkış, yaşa varol lazımdır.
1960’ın Nisan ayı… Türkiye cadı kazanı gibi… Demokrat Parti iktidarı şaşkınlık içinde, darbenin veya ihtilalin ayak sesleri duyuluyor… Bu hava içinde İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Anayasa Kürsüsü Başkanı Üstad Ord. Prof. Ali Fuad Başgil Ankara’ya Çankaya Köşkü’ne çağırıldı. “Siz, bir hukukçu olarak bu durumda ne yapılması gereğini düşünürsünüz?” sorusuna, “Meclis feshedilsin, hemen erken seçimlere gidilsin…” cevabını verdi. Bu cevap iktidarın başlarının hoşuna gitmedi. Bilge kişinin öğütlerini tutmadılar, dediklerini yapmadılar, sonunda felaket oldu.
Yukarıda anlattığım hadisenin bugünkü durumla ilgisi yok. Bizde, seçimlerde kendilerinin bile beklemediği bir başarı kazanmış olan bir iktidar bulunuyor. 1960’ta üniversite gençliğini kışkırtmışlardı, bugün de kışkırtmak istiyorlar, yapamıyorlar. Yerine PKK var, PKK terörünün şakası yok. ABD bundan 5-6 yıl önce beş bin Kürdü Pasifik’teki Guam adasına götürdü ve onları komando olarak yetiştirdi. ABD’li ve İsrailli subaylar, uzmanlar, elemanlar bunlara gerilla savaşının bütün inceliklerini ve ustalıklarını öğrettiler. Ellerinde en modern silahlar ve cihazlar var. Sokağa dökülen, taşkınlık yapan, bazen cam çerçeve kıran üniversiteli gençleri copla, göz yaşartıcı gazla, tazyikli suyla dağıtıp kaçırabilirsiniz. PKK’lı terörist cop, mop dinlemez. Çoğu keskin nişancıdır, adamı alnından vurur.
Birkaç hafta önce 12 askerimiz şehit olmuştu ya, işte o çarpışma esnasında bizimkiler PKK tarafından birkaç esir almışlar, bunların ikisi ABD vatandaşıymış. Aslında biz PKK ile değil, ABD ve İsrail ile çarpışıyoruz. Gel de bu fikri yahut bu ihtimali, burnunun ucunu görmeyenlere kabul ettir.
Sınırımıza bitişik Kuzey Irak’ta akıllara durgunluk verecek bir imar ve kalkınma hamlesi var. Bunun çoğunu da “Türk” firmaları ve müteahhitleri yapıyor. Böyle giderse o bölge, Ortadoğu’nun İsviçre’sine benzeyecek. Amerikalılar günün birinde İncirlik’i kullanamayacaklarını bildiklerinden oraya dehşetli bir askerî havaalanı yapıyorlar. Beş yıldızlı oteller, dev binalar, tesisler, yollar, köprüler, okullar, üniversiteler ve daha neler neler… Bu işte yüz milyarlarca dolar para dönüyor. Parmaklarını yalayan yalayana; Talabaniler, Barzaniler, birtakım Türk firmaları…
Kuzey Irak’ta bu kalkınma ve bayındırlık işleri yapılırken, oraya bitişik Türk bölgesi binbir rezalet ve sefalet içinde. Yazsam bir türlü, yazmasam bir türlü…
Cumhuriyet, ilan edileli 84 yıl oldu, Doğu ve Güneydoğu bölgemizi kalkındıramadık. Arazinin dağlık, engebeli, pürüzlü olması bir bahane değildir, İsviçre de böyle. Kalkınmak için ille de Hollanda gibi düzayak bir vatana sahip olmak şart değil.
Bugün Güneydoğu bölgemizde fırtınalar, kasırgalar, tayfunlar hüküm sürüyor. Rüzgâr eken, fırtına biçermiş.
Yazıya nasıl başladık, nereye geldik?.. Halkımızı uyarmak lazım, devletimiz tarihinin en darboğazından geçmektedir. Ordumuz, Kuzey Irak’a girecek, PKK inlerini tahrip edecek ve sonra her şey düzelecek, güllük gülistanlık olacak… Kimse bu kuruntulara kapılmasın. Saçma sapan çare ve çözümler hiçbir işe yaramaz; zaman, enerji, vakit kaybettirir. PKK terörüne karşı, aklın ve bilgeliğin ışığında, işe yarar ve geçerli, hayata tatbik kabiliyeti olan çareler ve çözümler bulunmalıdır. Bunları kim bulacak? 72 milyonluk bir ülkedeyiz, elbette aklı başında, 72 bilgemiz vardır. Bunların içinde 7 üstün bilge de vardır muhakkak. Bunlara sormak lazım, bunların dediklerine, yazdıklarına kulak vermek lazım.
On gün önce tarihî bir medresedeki çayhaneye gitmiştim, oradaki genç bir esnaf, “Ağabey, ordumuz Kuzey Irak’a girecek ve bu meseleyi halledecek” şeklinde konuşuyordu. “Gerekçen nedir?” diye sordum, “Artık tahammülüm kalmadı, dayanamıyorum” dedi.
Halk olup bitenlerden hiçbir şey anlamıyor… Medya, bazı küçük gerçek parçacıkları dışında, hadiseyi bütünüyle gösteremiyor, anlatamıyor. Kafalar karışık… Bizim birilerinin (hepsi için konuşmuyorum), kafalarının içinde sekiz tilki dolaşıyor, hiçbirinin kuyrukları birbirine değmiyor. Bunlar ne tilkileri? Nefsaniyet, hubb-i riyaset, rant, ün alkış, makam mevki, şan şeref, tantana mantana… Nasihat edilse dinlemezler, hattâ düşman olurlar. 13 Kasım 2007