Pazar

Âhir zamanda dünya Müslümana dar gelecekmiş, kişi dinini koruyabilmek için ıssız vadilere, dağlara kaçacakmış. O devir geldi mi?

Bazen nüfusu 5 binden küçük bir şehre yerleşmek istiyorum, bazen bir yaylaya çekilmeyi düşünüyorum. Oralarda rahat edebilir miyim? Sanmam… Hiçbir şeye karışmazsın, insanlarla ihtilat etmezsin, ibadetle okumakla meşgul olursun. Günün birinde hakkında bir ihbar yapılır, evin basılır. Bir iki dinî kitap, bir tesbih, bir seccade, bir takke. Vay gerici!.. Suç âletleriyle birlikte derdest edilirsin. Biz bunları yakın tarihimizde çok gördük.

Küçük yerde ezan okunduğu zaman camiye gidersin. Bazıları senden hoşlanmaz. Bu herif bizim partiyi desteklemiyor yahut tenkit ediyor…

Hattata “La rahate fi’d-dünya” levhası yazdırttım, tezhiplettim. Dünyada rahat yoktur.

En iyisi kalabalık şehirde kendi içine çekileceksin. Kapını kapatacaksın, insanlarla olan ihtilâtı en aza indireceksin.

Benim televizyonum yok, cep telefonum yok (vardı, altı aydır hiç konuşmamışım, tümden iptal olmuş..) Telli telefon var. Hem işe yarıyor, hem de insanı çok meşgul ediyor. Evime 1986’da telefon koydurttum. Ondan önce günlük gazete çıkarttığım tarihlerde bile telefonum yoktu. Ne acayip değil mi? Adam günlük gazete sahibi ve evinde telefon yok… 1967’de, Üsküdar’dan Kuzguncuk’a giderken Hüseyin Baykara sokağındaki bir evde kiracı olarak oturmuştum. Evin telefonu vardı. Günlük BUGÜN gazetesini çıkartıyordum. O telefonla bir sene içinde bir kere konuştum.

Bu devir insanları âletlere, cihazlara çok tutkun. Kol saatlerine büyük servetler verenleri duyuyoruz. Filanca zatın bileğindeki saat 70 bin dolarmış. Olacak şey değil. Bu bir servet.

Bendeniz pahalı saatleri de hiç sevmem. Evde bir iki Çin saatim var. Birini biraz pahalıya almışım, 20 lira!.. Ötekiler 5’er liralık saat.. Bileğime taktığım zaman birkaç bin liralık saat sanıyorlar.

Antika cep saatlerini severim. Atina’nın Plaka semtinde bir eskiciden 75 euroya eski bir cep saati almıştım. Küçük bir anahtarla kuruluyor. İstanbul’da tamir ettirdim, çalışıyor, evde ama yerini bilmiyorum… Başka eski zaman saatlerim de var.

Kitabı, okumayı çok seviyorum. Ev kitapla doldu, hâlâ kitap almak istiyorum. Kitap edinmediğim günü bir kayıp addederim.

Çok pahalı olmamak şartıyla antika, geleneksel el sanatı eşyalar satın almak da beni mutlu ediyor.

Bazıları beni gurme zanneder. Değilim. Lüks, pahalı, nâdide yemeklere düşkünlüğüm yoktur. Geçen gün dostlardan biri ille de seni yemeğe götürmek istiyorum dedi. Bir şartla kabul ettim. Şehremini civarında Odabaşı Camii’ne yakın bir yerde çiğbörekçi var, ona gidelim dedim. Beş kişi gittik. Ben üç börek yedim, bir şişe su içtim. Börekler 80’er kuruştan 2,40 YTL, su 50 kuruş, yekûn 3 lira. Beş kişi 20 liraya doyduk… Çiğ böreği tatmamış olanlara tavsiye ederim.

Mantıksızlık

ADAM bir sürü lâf ediyor, yazıyor çiziyor. Beyanlarının içinde doğrular, hatta çok doğru olanlar bile var. Lakin bunları yalanlarla, dolanlarla karıştırmış. Ne anladım ben onun bazı doğruları söylemesinden…

Bazı kişiler de, hep doğruları söylüyor, fakat sadece işlerine gelen doğruları… İşine gelmeyen doğruyu söylemiyor, gizliyor.

Bir konuda konuşurken, görüş beyan ederken meseleyi bir bütün olarak ele almak gerekir.

Bir kişi, bir iş hakkında değer hükmü verirken iyi kötü, olumlu olumsuz bütün faktörler ele alınmalıdır.

Bizde çok okumuş, çok yükselmiş kişiler bile bu dediklerimi yapamıyor.

Onlar yapamıyorsa halkın büyük kısmı da yapamaz.

İnternetteki okuyucu yorumlarına bakınız. Bunların kaçta kaçı ciddîdir, seviyelidir, ipe sapa gelir durumdadır.

Olgun insanlar, vasıflı vatandaşlar bir konuda hüküm verirken, adil bir hakim gibi hareket etmelidir..

İnsanları insan yapan lüks ve konforlu meskenler, lüks binitler, lüks cep telefonları, lüks hayat değildir, insan birtakım değerlere sahip olarak insan olur.

İlim, irfan, kültür.

Ahlâk, fazilet,

Bilgelik,

Âdalet,

Mânevî güzellik,

Okullarda çocuklarımıza çok güçlü bir mantık eğitimi verilmelidir. Mantık ne demektir? İyi düşünme bilgisi ve sanatı… İyi ile kötüyü birbirinden ayırt etme yeteneği…

Yazık ki, okullarımızda genç nesillere ne ahlâk ve karakter terbiyesi verilebiliyor, ne de mantık öğretilebiliyor,

Seçim kampanyasındaki kör dövüşlerini, tozu dumanı, karmaşayı gördünüz, yaşadınız.

Her kafadan bir ses çıktı. Havada kızgın lâflar uçuştu. Bir kısmı doğru, bir kısmı yalan iddialar, iftiralar, suçlamalar, ben iyiyim, onlar kötü…

Siyaset, idare, eğitim bakımından ülkemiz kötülüklerle dolu bir ülkedir. Dolmuş da taşıyor.. Bu kötülükler nelerdir? Bunlar nasıl izale edilecektir (Ortadan kaldırılacaktır)?

Bu konu doğru dürüst işlenmiş olsaydı, öncelikle iyi nedir, kötü nedir; doğru nedir, yanlış nedir; güzel nedir, çirkin nedir anlatılması gerekirdi.

Türkiye niçin bu kadar kirlenmiştir? Ülkeyi hangi kadrolar, hangi ideolojiler böylesine pis hale getirmiştir?

Sadece düşünmekle iş bitmez, iyi düşünmek, etraflı düşünmek gerekir. Biz genellikle karmakarışık düşünüyoruz.

Kelimelerin sadece sözlük manalarıyla iyi düşünmek mümkün olamaz. Sözlük manalarının yanında binlerce ıstılah/terim de bilmek gerekir. Muhakeme ne demektir? idrak ne demektir? Doğru ne demektir, yanlış ne demektir? Bunlar gibi binlerce felsefi, kültürel, ilmî ıstılahı lisede iyice öğrenmiş, bellemiş olacaksınız,

Cebir, geometri bilmek iyi düşünmek için yeterli olmaz.

Bir ülkenin sosyal durumunu bilmek için oradaki liselere bakmak yeterlidir.

Liselerinde yazılı, edebî anadilin iyice okutulmadığı, felsefe grubu derslere önem verilmediği, doğru dürüst tarih ve beşerî coğrafya kültürü verilmediği bir ülke, düşünme, muhakeme etme yeteneğini yitirir.

Böyle bir ülkenin insanlarının çoğu iyi der, iyinin ne olduğunu bilmez, kötü der, kötüyü bilmez…

Konuşma Türkçesiyle derin düşünce olmaz.

Eskiden ülkede çok az sayıda lise vardı ama onlar öğrencilerine lise tahsili veriyorlardı, kültür veriyorlardı. Şu anda binlerce lisemiz var ve bunların bir tekinde bile, Fransa liselerinde okutulduğu gibi ve kadar mantık okutulmuyor. Mantık ne demektir?.. Milyonla lise mezunu içinden, bu tarifi doğru dürüst yapabilecek bir kişi bile çıkmaz. 23 Temmuz 2007