Cuma

Ceza Kanunu’nun 312’nci ve 159’uncu maddeleri konusunda uzun zamandan beri Avrupa Birliği bize baskı yapıyor. Bunları değiştirin, insan haklarına ve demokrasiye uygun hale getirin diyor. Nihayet bu iki maddede birtakım değişiklikler yapıldı ve Meclis’e sunuldu. Heyhat ki, maddeler yumuşatılmadı; aksine daha tehlikeli, daha anti-demokratik hale getirildi. Bütün partiler bu konuda bir yumuşama, bir demokratikleşme istiyor; sadece MHP Başkanı Devletli diretiyor. Gerekçe olarak da “Daha demokrat olalım, düşünce hürriyetini genişletelim derken ülkeyi parçalamayalım” meâlinde sözler ediyor.

Bu iki maddenin ve bunlara benzer kanunların devleti korumak için olduğunu iddia etmek zordur. Bunlar, tam aksine devletin, ülkenin ve milletin zararınadır. Sayın Bahçeli’nin arkasında hangi güçler, mihraklar bulunmaktadır? Bu konuda açıklama yapmak istemem. Sadece bir hususu kaydetmek isterim: Bahçeli ile MİT arasında yakın ilişkiler bulunduğu iddia ediliyor.

312 ve 159 ile korunmak istenen devlet midir, ülkenin bütünlüğü müdür? Bu soruya kesinlikle hayır demek gerekir. Peki bazı kişi ve kuruluşlar neyi korumak istiyor?

1. Devletten ve ülkeden önce, bugünkü yönetim şeklini korumak istiyorlar. Bu yönetim şekli iyi bir yönetim midir? Türkiye’yi ileriye götürmekte ve güçlendirmekte midir? Bu sorunun cevabını ben vermeyeyim…

2. Resmî ideoloji korunmak isteniyor. Resmî ideoloji Atatürkçülük müdür? Kesinlikle değildir. Bu konuda az buçuk kültürü, birikimi olan herkes biliyor ki, bizdeki resmî ideolojinin Atatürkle, Atatürkçülükle isim benzerliğinden başka alâkası kalmamıştır. Atatürk’ün can düşmanı olan Polonya asıllı Nazım’ı millî kahraman ilân edecekler, Atatürk rejimine karşı ihtilâl hazırlıkları yaparken yakalanan, ağır hapse çarptırılan, onbeş sene zindanda kalan, af ile çıkan, Rusya’ya kaçan, Moskova’ya vardığında ilk sözü “Benim vatanım Sovyetler Birliği’dir… Beni Stalin yarattı…” diyen; ölünceye kadar Türkiye’de Sovyetler Birliği’nin uydusu Marksist bir rejim kurmak için çalışan bir adam için çırpınanlar, bu adamın kemiklerini büyük ve ihtişamlı törenlerle Türkiye’ye getirtmek istiyenler, ona bir anıt-mezar yapmak için yanıp tutuşanlar nasıl Atatürkçü olabilirler?..

Yine bizdeki Atatürkçülerin büyük kısmı Masondur. Atatürk ise 1935’te Mason localarını kapattırmıştır… Bizdeki Atatürkçülük ve Kemalist ideoloji bambaşka bir ideoloji ve yönetim sistemidir. Atatürk ismi kalkan olarak, paravana olarak kullanılmaktadır.

3. Ülkemizde birtakım çok güçlü saltanatlar, hakimiyetler bulunmaktadır. Bunlar Türkiye’yi bir Tekelistan’a çevirmişlerdir. Bugünkü sistem (Buna sistem denilebilirse) Türkiye devletinin, Türkiye halkının, Türkiye ülkesinin zararına çalışmaktadır.

Türkiye’deki sistemin, yönetim şeklinin en hararetli taraftarları öncelikle birtakım militan Sabataycılardır.

Sonra “Boğaziçi Aşireti” denilen sayıca küçük, tesirce çok büyük bir câmiadır.

Birtakım kimseler, zümreler, lobiler, baskı grupları mevcut sistemin, yönetim şeklinin mutlaka korunmasını istiyor. Bozuk sistem, bozuk yönetim kendisini devletle, ülkeyle, Türkiye ile özdeşleştirmiştir. Biz batarsak Türkiye’de batar sanıyorlar, öyle propaganda yapıyorlar.

Büyük medyada demokratikleşme ve insan hakları konusunda Avrupa standartlarına ulaşılabilmesi için çabalayan, çırpınan yazarlar vardır. Lâkin bütünüyle medya bozuk düzenin bir parçası, bozuk yönetimin en büyük müttefiki haline gelmiştir.

Birtakım güçler, ülkenin çoğunluğunu meydana getiren Müslümanlara yüzde yüz ve gerçek demokrasi verilmesini, onların insan haklarından ve hürriyetlerinden yüzde yüz yararlanmasını istemiyor.

Bozuk yönetim şeklini, resmî ideolojiyi korumak için neler yapıyorlar?

1. Büyük medyanın karteller şeklinde kalmasını istiyorlar.

2. Eğitimin ve üniversitelerin ellerinde ve kontrollarında olmasını istiyorlar.

3. Kendilerinden olmayan kimselerin ve zümrelerin güçlü ticaret, sanayi, finans işleri yapmalarını istemiyorlar. Meselâ dindarların bu gibi işlerle uğraşmalarından çok rahatsız oluyor, onları “Gerici, yeşil sermaye” olarak lekeliyorlar, tehdit ediyorlar, müesseselerini batırmaya çalışıyorlar.

4. Demokrat gibi görünüyorlar, demokrasi ve özgürlük şarkıları söylüyorlar ama perde arkasında baskıcı hareket ediyorlar; vicdanları ve kalemleri susturuyorlar.

Türkiye parçalanmasın derken samimî midirler? Hiç sanmıyorum. Zira Amerika’nın ve Avrupa Birliği’nin siyaseti her geçen gün sessizce, sinsice Türkiye’nin aleyhine işlemektedir.

Güneyimizde, Kuzey Irak’ta fiilen bir Kürt devleti kurulmuştur bile. Oraya gidenlerin pasaportlarına “Kürdistan” damgası vurulmaktadır.

PKK gerilla, şiddet, terör hareketlerini bırakıp siyasallaşmak istiyor ve bu maksatla “Kürtçe eğitim” meselesini ortaya atmış bulunuyor. Bu gibi hareketler baskıyla, tutuklamakla, sindirmekle durdurulamaz. Daha akıllıca siyasetler gerekir Türkiye’nin bütünlüğünü korumak için.

Bugün ülkemizin, devletimizin, halkımızın başındaki en büyük belâ kokuşma ve büyük hırsızlık belâsıdır. Maalesef bu yıkıcı belâ ile gereği gibi mücadele edilmiyor. Tutuklanmış olanları kurtarmak için birtakım politikacılar ve medyacılar gece gündüz çalışıyor. Şimdiye kadar nice hırsız zamanaşımı ve af ile paçasını kurtardı.

Sami Selçuk gibi bazı yargı ve hukuk büyükleri 312’nci ve 159’uncu maddedeki değişiklikleri hiç mi hiç beğenmediler ve ağır tenkitler yaptılar. Onların feryatlarına kulak asılacağını sanmak ahmaklık olur. Türkiye’de dediğim dedik kafası hakimdir.

Vaktiyle, seçimlerden önce Devlet Bahçeli’nin partisi ne demişti: Bize otuz milletvekili verin, başörtüsü problemini halledelim. Onlara yüzden fazla milletvekilliği verildi de ne oldu?

Amerika Irak’a saldırmaya hazırlanıyor. Afganistan’ı vurmak için Pakistan’ı kullandılar. Irak’ı vurmak için de Türkiye’yi kullanacaklardır. İstikbali çok karanlık, karışık görüyorum.

Sürç-i lisan ettikse affoluna. Mâlum ya, şimdi en büyük tehlike ve tehdit irticadır. 26 Ocak 2002