Pazartesi

 

Fransa’da 500 bin Yahudi yaşıyor. Aynı ülkede yaşayan Müslümanların sayısı ise beş milyon civarındadır. Yahudiler Fransa’nın kültürüne, siyasetine, ekonomisine, finansına, medyasına hakimdir. Henry Coston adında bir araştırıcı vaktiyle “Rothschildsler Cumhuriyeti” adında bir kitap yazmıştı.

Müslümanlar, sayıca on misli olmalarına rağmen orada Yahudilerin yüzde değil, binde biri kadar tesire, nüfuza, ağırlığa, güce sahip değildir. Çünkü ilim, irfan, kültür, uzmanlık, keyfiyet, vasıf bakımından son derece yetersizdirler.

Biz Müslümanlar sayıya çok önem veriyoruz. Biri “Dünyada bir milyar Müslüman bulunuyor” dese hemen kaşlarımızı çatıyor ve “Hayır, bir milyar değil, bir buçuk milyar Müslüman vardır…” diye itiraz ediyoruz. Lakin keyfiyet üzerinde hiç durmuyoruz.

Sadece kelle çokluğu ile hiçbir şey halledilemiyor. Önemli olan keyfiyettir, vasıftır.

Keyfiyet ve vasıf ne demektir?

  • Bilgide, kültürde, ilimde, irfanda güçlü ve üstün olmaktır.
  • Ahlâkta, karakterde güçlü, üstün, yüksek olmaktır.
  • Lafta, kuru edebiyatta, zevzeklikte ileri olmak değil; işte, aksiyonda, amelde üstün ve başarılı olmaktır.
  • Eğitimde, üniversitelerde, uzmanlıkta, ilmî araştırmalarda rakiplerinden ve karşıtlarından ileride olmaktır.
  • Yeterli sayıda iyi yetişmiş son derece vasıflı, güçlü, üstün uzmanlara, elemanlara sahip olmaktır; bunlardan meydana gelen kadrolara sahip olmaktır.
  • Mimarlıkta, sanatta, edebiyatta, tarih araştırmalarında, arkeolojide, dekorasyonda, kılık kıyafet ve modada, velhasıl sosyal kültürün her dalında önde bulunmaktır.
  • Reaksiyon değil, aksiyon olmaktır.

    İslâm dünyasında, Müslümanlarda bunlar yok.

    Cenab-ı Hak İslâm dünyasına petrol zenginliği gibi bir nimet ve imkân lutfetmiştir. Ancak Müslümanlar bunun kıymetini bilemediler. Son elli sene içinde petrol paraları ile (ki yekûn itibarıyla trilyonlarca dolar tutar) keyfiyet planında çalışılmış, yeterli sayıda ve seviyede vasıflı Müslüman yetiştirilmiş, bunlardan güçlü kadrolar kurulmuş olsaydı hem İslâm dünyası kurtulmuş, hem de insanlığa kurtuluş yolu gösterilmiş olurdu.

    İslâm dünyasının başka zenginlikleri de var. Fakat sadece petrol zenginliği bile, kurtulmak için yeterli maddî imkânı sağlardı. Ne yazık ki, bu nimetten hakkıyla yararlanılamamıştır.

    Bir ülke, bir toplum, bir âlem için en büyük güç ve sermaye iyi yetişmiş, vasıflı, üstün insanlardır.

    İslâm’ın parlak zamanlarında Müslümanlar bu güçle kısa zamanda bir yandan Atlantik sahillerine, öte yandan Çin sınırlarına kadar fütuhat yapmışlardır. Ondokuzuncu asırda, Müslümanların gerileme devrinde bile Kafkasya’da İmam Şâmil, Cezayir’de Emîr Abdülkadir gibi kahramanlar yetişmiş; her ikisi de, sonunda yenilmiş ve esir düşmüş olmalarına rağmen İslâm’ın şerefini ve şanını yüceltmişlerdir.

    Şâmil ve Abdülkadir güçlerini hangi kaynaktan alıyorlardı?

  • Her ikisi de zâhir ilimlerinde icâzet sahibi âlimdi.
  • Tarikat ve tasavvuf sahasında da icâzetleri ve hilâfetleri vardı. Her ikisi de Halid-i Bağdadî hazretlerinden el almışlardır.
  • Bu iki büyük kahraman bulundukları bölgede emîrü’l-mü’minîn seçilmişler ve saldırgan küffara karşı hasbeten lillah cihad etmişlerdir.
  • İkisi de Resulullah Efendimizin (Salat ve selâm olsun O’na) Sünnetine tâbi olmuş, zühd ve takva yolundan ayrılmamıştır.
  • Her ikisi de Resul-i Kibriya’nın vekili ve halifesi sıfatıyla hareket etmiştir.

    Onların büyüklüğünü düşmanları bile teslim ve itiraf etmiştir.

    Bugünkü İslâm alemindeki en büyük eksiklik, İmam Şâmil ve Emîr Abdülkadir gibi kahramanlara ve liderlere sahip bulunmamasıdır.

    Bir buçuk milyarlık İslâm âlemi niçin zillete, esarete, yenilgiye mahkum olmuştur.

  • Müslümanların seçkin, yüksek, okumuş tabakası dünyaya, mala, paraya, servete, konfora, lükse, aşırı tüketime, gösterişe yönelmiştir.
  • Hizipçilik, fırkacılık, cemaatçilik, zümrecilik, kavmiyet asabiyetleri Müslümanları bölmüştür.
  • Müslümanlar ilme, irfana, hikmete, sanata, kültüre gereken önemi vermemişlerdir.
  • İslâm ülkelerinin idaresinde adalet, ehliyet, meşveret prensipleri terk edilmiştir.
  • Ahlâk fesada uğramış, emir ve yasaklar çiğnenmiş, emr-i mâruf ve nehy-i münker farîzası terk edilmiştir.
  • Müslümanların kurtuluşunun Kitabullah’a ve Sünnet-i Resûlullah’a, fıkha, ahkam-ı şer’iyeye, Selef-i sâlihîn efendilerimizin tavır ve gidişatına sımsıkı bağlanmakla olacağı unutulmuş ve birtakım bid’atçi ve zındık reformcuların, yenilikçilerin, bid’atçilerin peşine düşülmüştür.

    İslâm âleminin bugünkü perişan ve zelil durumunda Cemalüddin Afganî denilen maceraperestin büyük tesiri, tuzu biberi vardır. Bu zat, İranlı olduğu halde kendisini Afgan olarak göstermiş, Şiî olduğu halde taqiyye yaparak Sünnî gibi görünmüş, Masonluğun en azılı grubuna mensup bir aktivisttir. Ne itikad bakımından, ne amel ve ahlâk planında Müslümanlara örnek ve model olabilecek bir şahsiyettir.

    Bin dört yüz küsur yıllık tarihleri boyunca Müslümanların, başka din ve medeniyet mensuplarından daha üstün, daha güçlü, daha vasıflı olduğu zamanlar olmuştur. Bu üstünlük ve güç sadece maddeden, ordulardan, asker ve silah sayısının çokluğundan ileri gelmiyordu. İşin esası ilimdi, irfandı, adaletti, reayayı huzur ve güven içinde yaşatmaktı. Endülüs İslâm devletinin şemsiyesi altında Yahudiler tarihlerinin altın çağını yaşamışlardır. Osmanlı cihan-devleti bir “MilletlerBirliği”, bir “Pax İslamica” idi. İspanya, Katoliklerin eline geçince yurtlarından kovulan Yahudiler Osmanlı ülkesine göçerek kimliklerini, din hürriyetlerini korumuşlar, refah ve emniyet içinde yaşamışlardır.

    İslâm barış demektir. Adalet demektir. İnsanların korkusuzca yaşaması demektir. Müslümanlar barışı, adaleti, güveni, huzuru sağlayamıyorlarsa dinden uzaklaşmış olduklarındandır.

    Polonya’nın nüfusu 38,5 milyon, Türkiye’ninki 70 milyon Polonya’da yayınlanan Nie adlı haftalık haber ve yorum dergisinin tirajı 780 bin; Türkiye’de yayınlanan en büyük haftalık haber ve yorum dergisi ise ancak 15 bin ile 20 bin arasında satış yapabiliyor. Bu örnek biz Müslümanların kültür sahasındaki geriliğimizi göstermeye yeter de artar.

    Evet kelle sayısıyla iş bitmiyor. Müslümanların eğitim sisteminin kalitesi nedir? Üniversitelerinin seviyesi nedir? Yayınladıkları gazetelerin, kitapların, yaptıkları sosyal konulu ilmî araştırmaların, mimarlık eserlerinin, okumuşlarının, aydınlarının derecesi nedir? Müslümanlar, sayı bakımından çokluk olmalarına rağmen keyfiyet bakımından hayata, işlere hâkim midirler?

    Müslümanların ahlâkı ve karakteri Kitabullah’a, Resulullah’ın Sünnetine, hikmete uygun mudur?

    Müslüman dünyasında fesad-ı ahlâk var mıdır, yok mudur?

    Filistin, Kudüs diye feryad edip ağlıyoruz. Müslümanların şu devirde bir Selahaddin-i Eyyubî’leri bulunmakta mıdır? Beynimiz zonklayıncaya kadar düşünmemiz gerekiyor. 27 Nisan 2004