Niçin Araştıramıyoruz?
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 12 Şubat 2019
Pazartesi
Göçebe karakterli şifahî bir toplum olduğumuz için, yakın tarihimizde cereyan etmiş nice çok önemli siyasî, sosyal, kültürel hadiselerle ilgili; ilmî, bîtaraf, objektif, ciddî, seviyeli, kaliteli inceleme ve araştırmalar yapılmamıştır. Birkaç konu vereyim:
1. Türk lisanı nasıl sadeleştirilmiş, Batı Türkçesinde kullanılan ve bize mal olmuş bulunan onbinlerce Arapça ve Farsça kelime nasıl atılmıştır? Dil devriminin mimarı olan ve adını “A. Dilaçar” şeklinde yazan, asıl adı Agop Martayan olan zat kimdir? Dili tasfiye etmenin, sadeleştirmenin amacı neydi? Bu dil devrimi ile Türkiye neler kazanmış, neler kaybetmiştir?
2. Bizde, dil devrimine paralel, bir de yazı devrimi yapılmıştır. Bizim gibi bir doğu ve Asya ülkesi olan Japonya, bizim eski yazımızdan bin kere zor olan kendi millî yazısını niçin değiştirmemiştir? Yazı-alfabe değişikliği ile Türkiye neler kazanmış, neler kaybetmiştir? Aradan yetmiş küsur yıl geçmiş olup artık yeni nesiller, milletimizin ve devletimizin bin yıl kullanmış olduğu eski yazıyı okuyamıyor. Bu konudaki cahillik normal bir şey midir? Kopukluğu izale etmek için ne yapılabilir?
3. Menemen hadisesinin içyüzü nedir? Merhum Cevat Rıfat Atilhan bu konuda bir kitap yazmış, resmî senaryoya hiç benzemeyen açıklamalarda bulunmuştur. Bu konuya ışık tutan ve gerçek belgelere ve bilgilere dayanan bir tarih araştırması yapılması gerekli ve zarurî değil midir?
4. Son Halife Abdülmecid bin Abdülaziz Han, Büyük Millet Meclisi kararıyla nasıl Halife seçilmiş, sonra aradan iki sene geçtikten sonra yurt dışına nasıl sürülmüştür? Bu konuda da bîtaraf, objektif, ilmî, ciddî ve mufassal bir tarihî araştırma yapılmamış bulunuyor.
5. 1935’te Farmason locaları nasıl kapatılmıştır? Kitapçılara gitseniz ve bu konuda ciddî ve ilmî araştırma kitapları arasanız hiçbir eser bulamazsınız. Böyle önemli bir konu niçin işlenmiyor? Bu işi Farmasonlar yapmadığına göre, Farmason olmayan ilim adamları niçin yakın tarihimizin bu meraklı hadisesini ilmin ve tarih metodunun ışığında inceleyip araştırmıyorlar? Korkuyorlar mı, âciz midirler?
6. 1930’lu yıllarda Atatürk ile başbakan İsmet Paşa arasında anlaşmazlık ve dargınlık çıktığını biliyoruz. Bu anlaşmazlık ve dargınlık sebepleri nelerdir? Nasıl patlak vermiştir? Bu önemli ve meraklı konuda da hiçbir büyük kitap yoktur.
Daha nice önemli konular, vak’alar var. Ayasofya’nın müze yapılması, tasavvuf tarikatlarının kapatılması, Ezan-ı Muhammedî’nin Türkçe okunmasına dair kanun çıkartılması… Neler neler.
Bu konuların bazıları hakkında makaleler, küçük kitaplar, popüler eserler, risaleler var ama benim istediğim; her konu hakkında büyük boy, en az beş altı yüz sayfa hacminde, verilen her bilginin kaynağı belirtilmiş, sonunda geniş bir bibliyografya ve endeks bulunan ilmî, akademik, ciddî, seviyeli çalışmalardır.
Bu memlekette bu konuları inceleyecek, araştıracak, gerçekleri ilmî ve ciddî bir üslupla ortaya koyacak araştırıcı yok mudur?
Fransa’da Napolyon hakkında on binden fazla kitap yazılmıştır. Bazıları birkaç cilt ve birkaç bin sayfa olmak üzere. General de Gaulle hakkında bin kadar eser yayınlanmış. Mareşal Pétain hakkında ise beş yüze yakın kitap, hatıra, inceleme var. Bizde, yakın tarihimizde Osmanlı imparatorluğunu otuz üç sene idare etmiş olan Sultan Abdülhamid hakkında bir tek, evet bir tek dört başı mâmur akademik çalışma bulamazsınız.
Bu kısırlık nereden geliyor? Türkiye niçin yazamıyor, araştıramıyor, incelemiyor, tartışamıyor, köklerine inemiyor, önemli gerçeklere ışık tutamıyor? Göçebelik zihniyet ve kültürünün ruhumuza işlemiş olmasından mı? İlkel ve medeniyetsiz bir şifahî toplum durumuna düşmüş olmamızdan mı?
Son yetmiş yılda en fazla kitap Atatürk konusunda yazılıp basılmıştır ama bence Atatürk hâlâ bir bilinmeyendir. Şevket Süreyya’nın Atatürk konusundaki üç ciltlik eseri de bir tarih araştırması değil, edebî ve romantik bir biyografi denemesinden ibarettir.
Tarihçi hem savcı, hem hâkim, hem de cellat değildir. Tarihçi övgülerden ve sövgülerden uzak durmalıdır. Tarihçi kesin hükümler vermekten kaçınmalıdır. Tarihçi belgelerin, bilgilerin ışığında konuyu iyice incelemeli, hüküm verme işini tarihe ve mâşerî vicdana (toplum vicdanına) bırakmalıdır.
Büyük tarihçi olmak için büyük fikir adamı olmak gerekir. Büyük fikir adamı olmak için de, kötülükleri tenkit ve teşhir ederek, kötülüklere karşı cesurane muhalefette bulunmak gerekir. Yağcılar, pohpohçular, şakşakçılar, apoloji edebiyatçıları büyük tarihçi olamazlar. Onlar küçük tarihçiler, yahut tarihçi müsveddeleri veya karikatürleridir.
Yakın tarihimiz hakkında yabancı ülkelerde, çoğu yabancı dillerde yayınlanmış onbinlerce kitap, makale, gazete, dergi ve broşürün yurdumuza sokulması bakanlar kurulu kararıyla yasaklanmıştır. Bunca yasak, tabu, korku içinde tarih yazmak, inceleme yapmak biraz zordur ama büsbütün imkansız değildir.
Bu memlekette binlerce özel vakıf bulunuyor. Bu memlekette güçlü sivil kuruluşlar vardır. Bu memlekette millî kültür, kimlik, kişiliğe bağlı bir çoğunluk vardır.Bunca kuruluş niçin, yukarıda yokluğundan yakındığım ilmî araştırmaları, tarihî dosyaları, incelemeleri yapmamış ve yayınlamamıştır?
Türkiye’nin başında bir Ermeni meselesi derdi vardır. Bu konuda doyurucu, Türk tezini müdafaa edici ilmî araştırmalar yoktur; şimdiye kadar yazılmış olanlar yetersizdir. Ermeniler ve onların tezlerini destekleyenler bu mesele hakkında çeşitli dillerde onbinlerce kitap, broşür, makale yayınladılar. Biz Ermeni meselesi hakkında niçin onlar kadar velût olamadık?
On yıllar boyunca “Ayasofya açılsın!” sloganlarıyla, faydasız feryat ve nümayişlerle vakit öldürdük, enerji tükettik. Hani bu konudaki kaliteli kitaplarımız. Ayasofya meselesi konusunda iki üç ciltlik ciddî bir kitabımız var mıdır? Göçebe zihniyet ve kültüründen, şifahî toplum ilkelliğinden kurtulamadıkça sanırım adam olamayacağız. 24 Aralık 2002