Niçin Böyle Oldu?
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 09 Mart 2019
Perşembe
Yaz tatilinde çocuklara Kur’an ve din dersi vermek engellendi diye Müslüman medya feryad ü figan ediyor. Haklılar, bu bir zulümdür. Hukuka, insan haklarına aykırıdır, anti-demokratik bir karardır. Laikliğe de ters düşmektedir.
Lakin bu yasaklama ve kısıtlama bir neticedir. Bu zulmün bazı sebepleri vardır. Nelerdir bu sebepler? Bu zulümlere dolaylı olarak sebebiyet verenler bir kısım İslâmcılardır. Yirmi beş yıldan beri delidana gibi hareket ettiler. Ne kadar fincancı katırı varsa ürküttüler. Büyük konuştular, yapamayacakları şeyler için “Yaparız, ederiz” dediler. İslâm’ı tekellerine aldılar. Şimdi ektikleri rüzgârların fırtınalarını biçiyorlar.
Bütün islâmî çalışma ve hizmetlerin hikmet dairesinde yapılması gerekir. Ne demektir hikmet? Hikmet ilimle, irfanla, akılla, mantıkla, feraset ve fetanetle ilgili bir kavramdır. Afganistan Müslümanları hikmetli Müslümanlar olsaydılar bugünkü rezil ve perişan duruma düşerler miydi?
Yirminci asırdaki islâmî hareketlerde, gerektiği kadar hikmet unsuru bulunmadığı için Müslümanlar başarılı olmamıştır. Bazı hikmetsiz Müslümanlar, islâmî sistemi getirmenin çok kolay, çok ucuz olacağını sanıyorlardı. Değilmiş. Her şeyin bir ücreti, bir faturası vardır. Güney Afrikalı Mandela 28 sene zindanda yattı, büyük çileler çekti, ondan sonra amacına ulaştı. Bizde böyle İslâmcı, böyle Müslüman var mı? Lâf edebiyatı yapacaklar, din rantı yiyecekler, bozuktur dedikleri bu düzenin kemiklerini yalayacaklar, bir elleri yağda, bir elleri balda olacak, Nemrud ve Firavun gibi ihtişam ve tantana içinde yaşayacaklar ve sonra Türkiye’ye İslâm gelecek. Oh, ne ucuz reçete bu!
Öyle gayr-i ciddî İslâmcılar var ki, işkembe-i kübradan “Biz Asr-ı Saâdet’i geri getireceğiz” diyorlar. Şu iddianın büyüklüğüne bakınız. Yahu siz, Asr-ı Saâdet’i ağzınıza alacak adamlar mısınız? Ezan okununca camiye gitmekten âciz, tembel, gafil, samimiyetsiz adamlar Asr-ı Saâdet’i geri getireceklermiş… Hangi ilimle, hangi irfanla, hangi kültürle, hangi iradeyle, hangi azimle?
Müslümanların başına bir sürü belâ ve musibet geldi, bizim sahte kahramanlarımız, ucuz reçeteli İslâmcılarımız hâla avanta peşinde koşuyor. Türk lirasına pek rağbet ettikleri yok. Dolar ve mark topluyorlar. Cerrû yecurrû…
Başımıza gelenlerin çoğu delidana gibi çalışan, züccaciye dükkanına öküz gibi giren, fincancı katırlarını ürküten din rantçıları yüzündendir. Yağmurdan kaçarken doluya tutulduk, Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan olduk.
Yaptıklarından dolayı pişman mıdırlar? Asla. Bildiklerini okumaya devam edeceklerdir. Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi ve sellem) “Âdemoğlunun gözü mala doymaz. Bir vâdi dolusu mala sahip olsa, ikinci vâdiyi ister. Onun gözünü toprak doyurur” buyurmuştur.
Gerçek bir savaşı silah üstünlüğü olmaksızın kazanmak mümkün değilse; kültür, siyaset, ideoloji sahasındaki mecazî mânadaki bir savaşı da, böyle bir savaşın en önemli silâhı olan medya üstünlüğü olmaksızın kazanmak mümkün değildir.
Türkiye’de çoğunluğu teşkil eden Müslüman kesim vasıflı, güçlü, üstün bir medyaya sahip olamadığı için bugünkü zelil, zebun, perişan, yenik duruma düşmüştür.
Dindar halk, medya hizmet ve faaliyetlerini desteklemek konusunda üzerine düşeni yapmıştır. Müslüman kadınlardan “Gazete çıkartacağız, televizyon kuracağız” diye mücevherleri istenmiş, onlar da yüzüklerini, küpelerini, bileziklerini vermişlerdir. Gurbet illerinde ırgatlık yapan Müslüman işçiler şu ana kadar islamî medya kurulsun diye milyarlarca dolar yardım yapmışlardır.
Müslüman gazete, Müslüman televizyon diye bir sürü tantana, yaygara, şamata yapılmış, lakin sonunda Müslümanlar yine güçlü ve üstün bir medyaya sahip olamamışlardır. Kullandığım sıfatlara dikkat buyurunuz: Güçlü ve üstün diyorum. Güçlü ve üstün günlük gazeteler, televizyonlar, haftalık dergiler nasıl olmalıdır? Bir kere son derece ciddî ve güvenilir olmalıdır. Türkiye’de yaşayan bütün çeşitliliklerin, bütün kesimlerin itimadını kazanmalıdır. Müslümanların gazete, dergi ve televizyonları sadece islâmî kesimin değil, bütün Türkiye’nin sesi, dili, kulağı, kalemi, vicdanı olmalıdır. Şu cemaatin, şu din baronluğunun, şu hazretin, şu parababasının yayın organı olmak başka, Türkiye’nin yayın organı olmak başkadır. Müslümanların çıkartacakları gazetelerde, gayr-i müslimler bile yazabilmeli, fikir ve görüşlerini açıklayabilmelidir. Bugün Müslümanların gazete ve televizyonlarında (genellikle) sert ve sıkı bir sansür uygulanmaktadır. Bazı Müslüman gazeteler uzlaşma ve barış yerine kutuplaşmayı, zıtlaşmayı teşvik edip körüklüyor.
Müslüman gazete ve televizyonlar ihtilaflı bir kondua yayın yaparken; çatışan, zıt görüşlere sahip iki kesime de yayın hakkı tanıyacaklardır. Diyelim ki, üniversitelerdeki başörtüsü meselesi konusunda hem başörtüsü lehinde, hem de aleyhinde olan kalemlere, görüşlere beyan ve müdafaa hakkı tanıyanaktır. Böyle yapıldığı takdirde, islâmî yayın organlarının prestiji artacak, halk bunlara güven duyacak, doğru olan tezler daha büyük bir açıklık ve parlaklıkla ortaya çıkacaktır.
Müslüman kesimin idarecilerinin, üst tabakasının, güçlülerinin, para sahiplerinin bugünkü kültürü, iz’anı, irfanı, ufuk genişliği, böyle gazeteler, dergiler, televizyonlar kurmaya, işletmeye yeterli değildir. “Biz istiyoruz ama Masonlar ve laikler müsaade etmiyor” gibi aptalca kuruntular boştur. Bu gibi şikayetlerle, bu gibi bahane edebiyatlarıyla hiçbir yere varılmaz. Âyinesi iştir kişinin lâfa bakılmaz. İktidarları varsa, güçleri yetiyorsa, kapasite sahibiyseler böyle gazeteler, dergiler, televizyonlar ortaya koysunlar. Gerisi lâf u güzaftır. 30 Temmuz 1999