Niçin büyük ve etkili bir dergimiz yok!
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 24 Aralık 2018
Nüfusu 60 milyon olan İtalya’da La Famiglia Cristiana dergisi haftada bir milyon basıyorsa, Türkiye’nin niçin böyle bir dergisi olmasın?
Reader’s Digest dergisi on yedi lisan ve lehçede ayda 28 milyon basıyor. Bendeniz bu derginin (mesela) bundan 50 yıl önce basılmış Fransızca (La Selection) bir nüshasını bulursam alıyorum ve içinde merak ve ilgi ile okuyacak birkaç yazı buluyorum.
Ülkemizde binlerce dergi yayınlanıyor. Bazısı haftalık, çoğu aylık, bir kısmı üç aylık.
İslâmî kesimde dergi bolluğu var.
Tirajları az, tesirleri az…
Niçin böyle oluyor?
Bir kısım İslâmî dergilere bakalım… Radikal, aktivist dergiler hep belli yazarları, fikir ve aksiyon adamlarını öne çıkarırlar. Çoğunlukta olan Ehl-i Sünneti görmezlikten gelirler.
Onlarda Şeyhülislâm Mustafa Sabri’nin, Düzceli Zahid el-Kevserî’nin, İsmail Yusuf en-Nebhanî’nin, Ahmed Zeynî Dahlan’ın ve benzeri Sünnî ulemanın ismi hiç geçmez.
1960’lı yıllarda bir gün merhum üstad Necip Fazıl bendenize şöyle demişti:
“Derginin yeni sayısının piyasaya verildiği gün, insanlar akın akın gazete-dergi satılan yerlere giderler ve yeni sayıyı satın alırlar… İşte bir derginin gücü, tesiri, canlılığı buradadır…”
Müslümanlar, bütün Türkiye halkına hitap eden bir dergi çıkartacaklar. Her hafta bir milyon meraklı, heyecanlı vatandaş gidip o dergiyi satın alacak…
1950’li yıllarda Büyük Doğu’yu, Serdengeçti’yi, Hür Adam’ı büyük bir merak ve heyecanla okurdum. Türkiye’nin nüfusu 20 milyon civarındaydı. Müslümanlar çok ezilmişti. Fakirlik yaygındı.
Lakin o günlerde heyecan vardı, ilgi vardı, merak vardı.
Türkiye Müslümanları ayda bir milyon satacak bir dergi yayınlayabilirler mi?
Böyle bir şey mümkündür ama çok zordur.
Bu dergi dinî bir dergi olmayacaktır. Türkiye halkının dergisi olacaktır.
Bugünkü kültür seviyemiz çok düşüktür. Bu düşüklük göz önüne alınarak dergi çıkartılacaktır.
Yeterli olmasa da tarihe, seyahate meraklı bir kitle vardır.
Bugünkü matbaacılık ve baskı tekniği renkli resimler basmaya çok uygundur.
On milyonlarca halkı meraklandıracak yazılar, resimler, ifşaat bulunacaktır.
Türkiye’de on beş milyon, her yaştan öğrenci vardır. Dergiyi öncelikle bunların yeterli kısmı alacaktır.
Halkımızın yüzde sekseni bir isyan psikolojisi içindedir. Bu dergi onlar için bir “Halk Divanı” olacaktır.
Bu dergi küfür ve hakaret etmeden, saldırmadan, müptezelliğe düşmeden, bayağılaşmadan; en olgun, en edebî, en üst dereceden tenkit edecektir.
Her cemaatin, her hizip ve fırkanın, her tarikat şubesinin, her grubun, her kliğin KENDİ, BİZİM dergisini çıkarttığı bir ortamda elbette ki bir milyon tirajlı büyük bir dergi çıkartılamaz.
Nüfusları Türkiye’nin yarısı kadar olan medenî, yazılı kültürlü ülkelerde bile bir milyon tirajlı dergiler yayınlanıyor.
Beş idealist genç bir araya gelecek, bir grup İslâmcı teşebbüse geçecek, beride falan tarikatin falan şubesi bizim de bir dergimiz olsun diyecek, şiddete yönelik radikal bir klik dergi çıkartacak… Belediyeler, birtakım kuruluşlar, ilçeler, dernekler kendi dergilerini çıkartacaklar… Bu durumda bir milyon tirajlı, ses getirecek, büyük tesiri olacak dergi çıkmaz.
Müslümanlar “Ben Ben Ben Ben…” yahut küçük gruplar halinde “biz biz biz biz…” diyerek başarılı olamazlar. Türkiye Müslümanları basın yayın, dergi, kültür sahasında 72 puntoluk BİZ olmadıkça iki yakaları bir araya gelmez.
Tayvan eski devlet başkanı, sivil bir mahkeme tarafından müebbet hapis cezasına çarptırıldı. Konuyla ilgili küçük bir haber metnini aşağıya alıyorum:
“TAİPEİ -AA- Tayvan’ın eski Devlet Başkanı Çen Şui-bian ve eşi yolsuzluktan suçlu bulunarak ömür boyu hapse mahkum edildi.
Tayvan Bölge Mahkemesi’nde 3 kişilik yargıç heyeti 58 yaşındaki Çen’i çok sayıda yolsuzluk davasından suçlu buldu.
Eski devlet başkanının eşi Vu Şu-çen de yolsuzluktan suçlu bulunarak ömür boyu hapis cezasına çarptırıldı.
Çen, 2000 ila 2008 yıllarındaki iktidarı döneminde, devlet başkanlığının özel fonundan 3.15 milyon doları zimmetine geçirmek, bir kamu arazisi anlaşmasıyla ilgili olarak en az 9 milyon dolar rüşvet almak ve parasının bir kısmını İsviçre’deki hesaplar aracılığıyla aklamakla suçlanıyordu.
Bu arada mahkeme binasının önünde Çen’e destek gösterisinde bulunan yüzlerce yandaşı, “Onu serbest bırakın” ve “Çen suçsuzdur” yazılı pankartlar taşıdı.
2000’de göreve gelen ve 2004’te tekrar devlet başkanı seçilen Çen, eşine kadar uzanan yolsuzluk skandalları neticesinde geçen yıl mayıs ayında açılan soruşturmanın ardından görevden ayrılmak zorunda kalmış, kısa bir süre sonra da dokunulmazlığını kaybetmişti.”
Japonya, Güney Kore, Tayvan, Singapur demokratik rejimlere sahipler. Oralarda da yolsuzluklar, rüşvetler, hortumlamalar ve benzeri suçlar işleniyor ama bunları yapanlar mahkemeye veriliyor ve (hepsi olmasa bile) bir kısmı, yukarıdaki haberden anlaşılacağı üzere çok ağır cezalara çarptırılıyor.
Demokratik, açık, çoğulcu bir rejim lafla, edebiyatla olmaz. Vazifesini yapan bir yargıyla, adaletle olur.
Almanya’ya 1933 ile 1945 yılları arasında hakim olan Nazi rejimiyle ilgili çok yazı okudum. Hitler rejimi diktatörlüktü ama yolsuzluğa, hırsızlığa, soyguna izin vermezdi. Almanya’nın çok güçlü kişilerinden Gestapo Şefi Heinrich Himmler, aldığı maaş ile geçinemez, sıkıntı çekermiş.
Gerçek demokrasilerde, eski devlet başkanının bir yolsuzluğu tesbit edilirse, yargı yakasına yapışır ve ona hakettiği cezayı verir. Bunu kimse önleyemez.
Tayvan bir harikalar ülkesidir. Ülkesi küçük bir adadan ibarettir. Nüfusu yirmi milyonu biraz geçer. Kızıl Çin’e karşı 600 bin kişilik ordu besler. Eğitimde, üniversite tahsilinde, kültürde, sanayide, ticarette akıl almaz başarılar sergiler. Bir ara, 100 milyarlık döviz rezervi ile bu konuda dünya birincisiydi. Tayvan, dünyanın en vasıflı liselerine sahiptir.
Tayvan’ı şu anda on kadar üçüncü dünya ülkesi devlet olarak tanıyor. Bizde eskiden elçiliği vardı, şimdi sadece ticaret temsilciliği var.
Bütün imkansızlıklara, bütün olumsuzluklara rağmen Tayvan başarının sembolüdür.
Uluslararası Şeffaflık ve Temizlik listesine baktım, Tayvan’ın notu 10 üzerinden 5 küsur imiş. Orta notla sınıfı geçiyor…
Tayvan’ın bu başarısını incelemek ve okunması kolay bir albüm-kitap halinde Türkiye’nin temiz, iyi niyetli, vatansever gençlerine okutup öğretmek gerek.
Kaç yıl önce yazmıştım, hatırlamıyorum, Türkiyelilere “Tayvan, Güney Kore, Singapur dersleri” vermek lazım.
BİR Vehhâbî ile karşılaşsam ne yaparım?.. Önce ona güzel bir selam veririm. Tatlı dil, güler yüzle halini hatırını sorarım. Vaktim ve durumum müsait ise onu yemeğe, çay içmeye götürürüm, tatlı ikram ederim.
O, bana saldırmazsa, beni suçlamazsa onunla hiç tartışmam.
Bir camiye gittik, ikimiz namaz kılacağız, onu imamete geçiririm, arkasında namaz kılarım, Vehhabîliği kesin ise, ona fark ettirmeden namazı (Sünnet kılıyormuş gibi) iade ederim (İmamlık yapan zatın mutlaka başının örtülü olması gerekir. Başı açık imamın arkasında namaz kılmam. Gerekirse kendi takkemi imamlık yapacak kimseye veririm, kendim bilmecburiye takkesiz kılarım…)
İslâm kardeşliğinin, Müslüman misafirperverliğinin gereklerini o Vehhabîye karşı yerine getiririm. Yukarıda belirttiğim gibi tek şartım düşmanlık etmemesi, saldırmamasıdır.
Her hâl ü kârda, ehl-i bid’at bir Müslümana kaba, galiz, kırıcı, haşin, hoyrat, düşmanca muamele etmem.
İçimden Vehhabiliği tenkit ederim ama dıştan mücâdeleyi, müdarayı bırakmam. Vehhâbî, içinden beni bid’atçi olmakla suçlayabilir… Olsun… 14 Ekim 2009