Pazar

 

Koyu, aşırı, militan mason olmak suç değil. Aksine bir meziyet. Devletin temellerini masonik esaslar ve prensipler üzerine oturtmak için çalışmak da suç değil. Masonik kadrolaşma suç değil. Türkiye’de bir mason hakimiyeti ve saltanatı kurmaya çalışmak, o da suç değil.

Koyu, sofu, militan Sabataycı olmak suç değil. İstanbul’un ve ülkenin çeşitli yerlerindeki gizli Sabataycı sinagoglara gidip Yahudi ibadeti yapmak suç değil. Türkiye’yi bir Tekelistan haline getirmek suç değil. Hiçbir Sabataycı vatandaş inançlarından, Sabatay Sevi dinine mensup olmaktan, iki kimliklilikten dolayı rahatsız edilmiyor. Sabataycılığından dolayı tutuklanmış, mahkemeye verilmiş, ceza evine atılmış tek bir dönme gösterebilir misiniz?

Son yetmiş yıllık tarihimizde ülkenin her yerindeki İslâm kabristanları tarumar edildi, düzlendi, kimisi park yapıldı, kimisinin üzerine binalar dikildi. Bir tek -sözde- Müslüman mezarlığına dokunulmadı. O da, Üsküdar’daki Bülbülderesi Dönmeler-Selanikliler mezarlığıdır. Etrafına duvar çevrildi, bir mezar bile kaldırılmadı, tamamı korundu. Neden?

Türkiye’de bir tek Yahudi, siyonist olduğu için, evinde Yahudi din kitapları, Talmud okuduğu için, kendi dininden birkaç kişi ile toplanıp dinî sohbet ve âyin yaptığı için rahatsız edildi mi? Uluslararası gizli bir Yahudi teşkilatı, ülkemizdeki Musevî vatandaşlardan ağır vergiler topluyor. Her yıl, İsrail’e büyük yardım yapılıyor. Bundan dolayı bir tek Yahudi tedirgin edilmiş midir? Bursa’da bir cinayete kurban giden ve milyarlarca dolarla oynayan Yahudi tefeci, Mossad’ın iki milyar dolarını ülkemizde “çalıştırıyordu”. Birileri, borçlarından kurtulmak için onu öldürttüler. Mossad da, sıfırdan başlayıp dolar milyarderi olmuş politikacı-fabrikatör bir zatı tutuklattı. Bütün bu gizli, kirli, acayip dolaplara ses çıkartan var mı, bir şey diyen var mı?

Türkiye’mizde öyle bir kavim ve dinî grup vardır ki, onlar Şeytan’a taparlar. “Allah rahim’dir, Ondan bize zarar gelmez, Şeytan ise zâlim ve leimdir. Ona tapalım ki, şerrinden emin olalım” felsefesi ile hareket ederler. Son elli altmış yıllık tarihimizde bu cemaatten bir kişiye bile serzenişte bulunulmuş mudur?

“Atatürkçülük Atatürkçülük… Ah Atatürk vah Atatürk… Büyük Atatürk…” diye acı feryatlar kopartan Masonlara kimse sormaz, “Yahu Atatürk 1935’te sizin localarınızı kapattırmış, teşkilatınızın damını başınıza indirmişti. Ancak onun ölümünden sonra 1945’te, Millî Şef İsmet Paşa zamanında yeniden serbest oldunuz. Sizin Atatürkçülüğünüz nasıl samimî olabilir? Şunu bize açıklasanıza” demez.

İş İslâm dinine ve Müslümanlara gelince değişir.

Aşırı dinci… Dinciler devleti ele geçirmeye çalışıyor… Din ile siyaset ve devlet işleri birbirine karıştırılamaz… Dinciler kadrolaşıyor… Cumhuriyet ve devlet için en büyük tehlike ve tehdit dinciliktir…

Yakın zamanlara kadar evlerinde beş on kişi bir araya gelip Risale-i Nur okudular, cemaatle namaz kıldılar diye Nurcu Müslümanlar ağır baskılara ve zulümlere mâruz kalmışlardı. Açın 1960’lı yılların gazetelerini, birinci sayfalarda “Nurcular âyin yaparken yakalandı… Bir grup Nurcu tutuklandı… Nurcular ağır cezada yargılanıyor…” şeklinde bir yığın haber görürsünüz.

Hukukun temel bir kuralı vardır. Bir konuda bir mahkeme bir beraat kararı verirse, o karar kaziye-i muhkeme halini alıp kesinleştikten sonra, aynı konuda başka dâva açılamaz, başka suçlama yapılamaz. Türk adliyesi Risale-i Nur okumanın suç olmadığı, okuyanların suçlu sayılamayacağı konusunda bir değil, binlerce karar vermiş olduğu halde açılan dâvaların, tutuklanan Müslümanların sonu gelmemiştir.

Bir ateist, bir Farmason, bir Darwinist, bir materyalist dünyada olup biten hadiseleri kendi inancına, felsefesine göre yorumlayabilir ama dindar bir Müslüman, “Zelzele ilahî bir silledir. Çok günahlar işleniyor, nice isyanlara battık. Bu yüzden başımız felaketten kurtulmuyor” mealinde bir laf eder, bir yazı yazarsa hakkında adlî takibat yapılır. Böyle eşitlik olur mu? Böyle fikir, din, inanç, görüş hürriyeti olur mu? Niçin bu ülkede yaşayan sofu, dindar, koyu Müslümanlar Farmasonlar, Sabataycılar kadar hür değil?

Son aylarda bir Nazım edebiyatı tutturuldu. Nazım aşağı, Nazım yukarı… Ah Nazım, canım Nazım… Nazım pek büyük, Nazım çok büyük… Nazım da Nazım…” Bu edebiyatı kimler yapıyor? Koyu Atatürkçüler. Peki Nazım ile Atatürk sevgisi bir gönülde birleşebilir mi? Nazım ne yapmış? Atatürk rejimini yıkmak, onun yerine kızıl marksist bir düzen kurmak, Türkiye’yi Sovyetler Birliği’nin uydusu haline getirmek için bir kıyam hareketine girişmiş, yakalanmış, muhakeme edilmiş ve ağır hapis cezasına çarptırılmış. Onbeş sene yattıktan sonra Sabataycı Ahmet Emin Yalman’ın önderlik ettiği bir kampanya sonucunda affedilmiş, serbest bırakılmıştı. Sonra Nazım gizlice bir Romanya gemisine binmiş, önce Romanya’ya geçmiş, oradan Rusya’ya gitmiş; Moskova havaalanında uçaktan iner inmez gazetecilere “Benim asıl vatanım Sovyetler Birliği’dir, beni Stalin yarattı” demiştir. Bu tarihî gerçekleri kim inkâr edebilir. Vaktiyle Atatürk adına, Atatürkçülük adına; Nazım diyenleri, Nazım’ın şiirlerini yayınlayanları tutukluyorlardı, şimdi de Nazım yılı ilan ediyor, Nazım’ı yere göğe sığdıramıyorlar. Açıkça soruyorum: Bir insan hem Atatürkçü, hem Nazımcı olabilir mi?

Dünyada hangi laik, medenî, hukukun üstünlüğü prensibini kabul etmiş, evrensel insan haklarına saygılı ve riayetkâr siyasî rejimi din işlerine, ibadet diline, dinî kıyafetlere karışıyor?

Hollanda’da yaşayan dindar ve sofu Müslüman aileler kız çocuklarını, başları örtülü olarak okul veya üniversitelere gönderebiliyorlar da, Türkiye’de İmam-Hatipli ve İlahiyatçı kızlar bile tesettürlü olarak niçin tahsil yapamıyorlar? Özal zamanında oluyordu da şimdi niçin olmuyor?

Hem “Türkiye demokrattır, fikir ve inanç hürriyeti vardır, herkes tenkit edebilir, sorgulayabilir” diyorlar, hem de işlerine gelmeyen, hoşlarına gitmeyen tenkit ve sorgulamalar karşısında son derece bozuluyorlar ve anti-demokratik sindirme, yıldırma, baskı yapıyorlar. Bu ülke onların babalarının çiftliği midir? 03 Haziran 2002