Niçin İspanya Gibi Yapamıyoruz?
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 25 Aralık 2018
Cumartesi
Biz Türkiyeliler, İspanya’nın otoriter Franco rejiminden, liberal demokrat krallığına nasıl geçtiğini inceledik mi, biliyor muyuz, orada olup bitenlerden haberimiz var mı? İspanya, Türkiye için bir örnek, bir misal olamaz mıydı?Başka ülkelerin tecrübelerinden niçin yararlanmak istemiyoruz?
1936 ile 1939 yılları arasında vahşi ve kanlı iç savaşta İspanya en az 750 bin insanını kaybetmişti (Bazıları bu rakamın bir milyon olduğunu söylüyor.) Cumhuriyetçi postuna bürünmüş Kızıllar sekiz bin papazı katletmişti. Harap olan şehirler, yıkılan hâneler, yetimler, dullar, sakatlar, ikiye ayrılıp boğazlaşan halk…
Franco diktatör değildi, bir otokrattı. Oldukça bilge bir devlet başkanı idi. Onun bilge olduğunu anlamak ve kabul etmek için akıllı, mantıklı, sağduyulu olmak yeter.
1. Ölümünden sonra Frankist rejimin yaşamayacağını bildiği için, sağlığında eski kral ailesinden bir prensi iyi okutup yetiştirdi, yerine bir tür veliaht hazırladı.
2. Anayasada gereken değişiklikleri yaptı.
3. Ölümünden sonra ülke otoriter bir rejimden liberal demokrasiye, tereyağından kıl çeker gibi kazasız belâsız geçti.
Bu, İspanya’ya büyük bir hizmet değil midir?
Bir milyon ölü verilen bir iç savaştan otuz kırk yıl geçtikten sonra kavgasız, gürültüsüz, çekişmesiz tepişmesiz gerçekleşen büyük bir değişim.
Hem de İspanyolların yaşadığı gibi bir ülkede.
Türkiye’de buna benzer bir değişimi Adnan Menderes gerçekleştirebilirdi? Halk beni seviyor, tutuyor, destekliyor kuruntusuna kurban gitti, gereken güvenlik tedbirlerini almadı, istihbarat yapmadı, verilen haberlere kulak vermedi ve asılarak idam edildi.
Turgut Özal da, Türkiye’yi ideolojik vesayet rejiminden gerçek demokrasiye ve tarihî devamlılık çizgisine götürmek istiyordu. O da gereken tedbirleri almadı ve zehirlenerek öldürüldü.
Ülkemizde çok güçlü acımasız ve vicdansız bir egemen azınlığın ana ilkeleri şunlardır:
1. Resmî ideoloji kalkmasın, ebedî kalsın.
2. Hukukun, Cumhuriyetin, devletin, millî kimlik ve kültürün üzerinde resmî ideoloji olsun.
3. Resmî ideoloji tartışılmasın.
4. Resmî ideolojinin putlaştırdığı bazı tarihî şahsiyetler tartışılmasın.
5. Tarihî kopukluk, ârıza, kaza hep devam etsin; tarihî devamlılık olmasın.
6. Türkiye halkına, evrensel temel hakların birincisi olan din, inanç, vicdan, inandığı gibi yaşamak hürriyeti yüzde yüz sağlanmasın. Bu hürriyet kısıtlı olsun, resmî ideolojinin izin verdiği kadar olsun.
7. Ülkenin millî gelirinin yüzde altmışını 2 milyonluk bir putlu ve mutlu azınlık paylaşsın.
8. Resmî ideolojinin ve vesayet rejiminin ayakta kalması için halk Türk Kürt, Sünnî Alevî, sağcı solcu, dinci çağdaş sektörlerine ayrılsın ve birbiriyle kavga etsin.
Bugün Türkiyeliler yakın tarihlerini ilmî ve yüksek seviyede tartışamıyor.
Nasıl tartışacaklar ki, 70 milyonluk halk 1928’den önce basılmış ve yazılmış Türkçe kitapları, belgeleri okuyamıyor.
Okuyabilse veya Latin harflerine transkripsiyonu yapılsa bile Türkçe çok yozlaştırıldığı için okuduğu metnin mânâsını anlamıyor.
Eğitim son derece kalitesiz hale geldiği, yeni nesillere yeterli edebiyat, tarih, felsefe, mantık kültürü verilmediği için tartışmalar genellikle polemik seviyesinde kalıyor.
Millî Mücadele hakkında on binlerce kitap yazıldı ama bu mücadelenin içyüzü bilinmiyor.
Kötü eğitim (veya eğitimsizlik) yüzünden Türkiye kendi durumunu bilmiyor.
Resmî ideolojinin, bozuk düzenin fidelikleri haline getirilen, liselerinden bitirme ve bakalorya (olgunluk) sınavları kaldırılan, genç nesillere bin yıllık Türkçe’yi okuyup anlamasını öğretemeyen, bilgi ve kültür veremeyen, ahlâk ve karakter terbiyesi veremeyen, estetik ve sanat kültürü veremeyen; vasıflı, güçlü, üstün Türkiyeliler yetiştiremeyen bir eğitim bakınız Türkiye’yi ne hale getirdi.
Hamlet “Danimarka krallığında kokuşma var”der.
Bizde de total, topyekûn bir kokuşma var.
Resmî ideoloji, bozuk düzen, ülkemizi temiz ve şeffaf olmayan bir ülke haline getirmiştir.
Liberal bir anayasa yapılıp kabul edilirse ülke düze çıkarmış…Boş ümit… Yeterli sayıda vasıflı Türkiyeliler olmadıkça hiçbir şey düzelmez.
Uluslararası notumuz 10 üzerinden en az 7 olacak ki, düzelme başlasın.
Bir ülke kelle sayısı ile düze çıkmaz.
Maddî zenginlikle kurtulmaz.
Ülkeler, devletler, halklar; vasıflı, güçlü, üstün, bilgili, ahlâklı, faziletli, yüksek karakterli, bilge, gerçekten aydın bir tabakanın işlere el koymasıyla kurtulur ve yücelir.
Korkarım, bugünkü haince, aptalca, düşmanca, beyinsizce entrikalar, tepişmeler, çekişmeler böyle devam ederse gemi kayalara çarpacak, birkaç parçaya ayrılacak ve büyük bir felâket yaşanacaktır.
Kendi beyinsizlikleri yüzünden berbat ve perişan olan bir toplum görmek isteyen bize baksın.
Bir grup çağdaş, ilerici, uygar avukat Taksim’e doğru yürüyüş yapmış. Konu, yasa dışı dinlemeleri protesto etmek. Üzerlerinde cüppeleri olduğu halde “Türkiye lâiktir, lâik kalacak” diye avaz avaz bağırmışlar.Hukukta “illiyet râbıtası” diye bir kavram vardır. Yasa dışı dinleme ile lâiklik arasındaki illiyet rabıtasını doğrusu anlayamadım. Ben mi kalın kafalıyım, onlar mı biraz uçuk?
Doğrusu Türkiye’de mantık kalmadı.
Seçimle iktidara gelmiş olanları darbe ile iktidardan indirmek istiyorlar. Onlara karşı olanlar “Atatürkçülük elden gidiyor” diye bağırıyor.
Türkiye halkına daha fazla inanç, din, inandığı gibi yaşamak, fikir, vicdan hürriyeti verilmesini isteyenlere gerici, yobaz diyorlar.
Başlarını örten kız öğrencilerin üniversitelere alınmasına, dindar memurelerini ve öğretmenlerin başörtüsü takmasına son derece karşı ve muhalif olanlar; üzerinde TCanteti bulunan resmî damgalı fahişelik belgesi verilmesine, bu suretle en iğrenç ve çirkin bir köleliğin yasallaştırılmasına hiç mi hiç ses çıkartmıyorlar.
Büyük hırsızlık yapan bazıları, kendilerini savunma sadedinde “Eyvah Atatürkçülük ve lâiklik elden gidiyor!” diye haykırıyor.
Bir ellerinde Atatürk var, öbür ellerinde Nâzım Hikmet. İkisini de ölesiye seviyor ve benimsiyorlar. Peki, Nazım Hikmet Atatürk rejimini devirmek, onun yerine Marksist-Leninst bir rejim kurmak için harekete geçmemiş miydi? Başarılı olsa Mustafa Kemal’i yok etmeyecek miydi? Bu ne sevgi ah, bu ne tezat!..
Ya son derece çağdaş, son derece uygar, son derece terakkiperver, son derece monşer Masonların Atatürk sevgisine, aşkına, muhabbetine ne demeli? Atatürk onların localarını kapattırmamış mıydı? Atatürk zamanında Masonluk ve Masonlar “uykuya” yatırılmamış mıydı?
Lâikliğe muhtaç mıyız bilmem ama mantığa son derece muhtaç olduğumuz çok açık bir gerçek.
ASDER’İ (Adaleti Savunanlar Derneği) bütün Türkiyeliler tanımalıdır. “Disiplin suçundan” dolayı,
ordudan atılan subayların kurmuş olduğu bir dernektir.
Memleketimizdeki son gelişmelerle, son çalkantılarla ilgili en sağlam bilgi bu dernektedir. Derneğin 5’inci kongresi 22 Kasım 2009