Gözlerinde kin, intikam, düşmanlık parıltıları vardı. Surat çizgileri gergindi. Yüksek sesle bağırıyordu, ağzı köpürmüştü. Sövüp sayıyordu. Bu haliyle hiç de çekici değildi, aksine korku ve tiksinme duyguları veriyordu. Bu öfkeli, kızgın, saldırgan adam kimdi?

O, bir cemaat fanatiğiydi. Bir din kardeşi kendi cemaatini, onun başındaki baronu tenkit ettiği, yanlış olarak gördüğü bazı hususları söylediği için böyle köpürmüştü. “Buna hakkın yoktur. Sen bizim hizmetlerimize karışamazsın. Beğenmiyorsan, çeneni kapat, git daha iyisini yap…” şeklinde bağırıp çağırıyordu.

Öfkesinin şiddeti arttıkça ağır ithamlarda bulunuyor, akıl almaz suçlamalar ve hakaretler savuruyordu. Nihayet baklayı ağzından çıkardı: “Bizi destekleyen Müslümandır, desteklemeyen değildir!” diye haykırdı.

Kimdir bu deli? Bir kişi midir? Yoksa sayıları hayli çok mudur? Kendilerini tenkit eden Müslümanlara kızıp köpüren bu dengesizler nereden zuhur etmişlerdir? Bunların beyinlerini hangi şeytanlar yıkamıştır? Bunları kim yola getirecektir?

Baronlarına yağ yakan, kendi cemaatlerini destekleyen birtakım fâsık ve fâcirleri göklere çıkartan bu fanatikler, cemaatlerini ve baronlarını iyi niyetle ve yapıcı olarak tenkit eden sâlih Müslümanlara niçin korkunç bir düşmanlık ve kin beslemektedirler?

Sürüler çobanlarına tâbidir. Çoban fanatik olursa sürü de elbette fanatik olacaktır.

İyi niyetli, yapıcı, faydalı, müsbet olmak şartıyla dinimiz bize özeleştiri yapmaya, uyarmaya, tenkitlerde bulunmaya izin vermektedir. Yeter ki, bunları yapan kimse tecrübeli, ehliyetli, birikimli biri olsun, işin içine menfaat ve nefsâniyet karıştırmasın.

Meselâ ben, yaşını başını almış Müslüman bir yazar olarak yıllardan beri Ramazandaki iftar-show’ları tenkit etmekteyim. Bu konudaki yazılarımla suç mu işlemekteyim, hatâ mı etmekteyim?

Memleketin, milletin, devletin, Müslümanların bugünkü hal-i perişanı içinde birtakım baronların ve cemaatlerin beş yıldızlı, lüks, fısk u fücur yuvası, içkili, fuhuşlu, çalgılı turistik otellerde iftar ziyafetleri vermeleri doğru mudur? Böyle bir ziyafet Allah’ın rızasına, Kitabullahın ve Sünnet’in hükümlerine, Şeriat ve fıkıh ölçülerine uygun mudur? İslâm ahlâkı böyle sefahatlere cevaz verir mi? Mutfaklarında etlerin şarapla yumuşatılıp terbiye edildiği, domuz pirzolası ile dana pirzolasının aynı ızgaralarda pişirildiği; soslara, pastalara bile şarap ve likör karıştırıldığı, pilavın daha lezzetli olması için içine şeri (kiraz likörü) konulduğu günah ve isyan mahallerinde Müslümanların iftar ziyafeti vermesi câiz midir?

Bu sorularıma cevap vermiyorlar, veremiyorlar. Sadece, tenkit ettiğim için ateş püskürüyorlar.

Akıllı, vicdanlı, irfanlı insanlar doğru tenkitlerden ibret alır, hatâlarını düzeltir. Haklı tenkitlere ve uyarılara menfi reaksiyon göstermek olgun ve dengeli Müslümanlara yakışmaz.

Zekâtlar, fitreler, kurban paraları konusunda da bazı baronları ve cemaatleri uyarıyorum. Bunlar kesinlikle hizmet ve faaliyet parası olarak toplanamaz. Şeriatımız ve fıkhımız bunların kimlere, nasıl dağıtılacağını kesin bir şekilde bildirmiş, hükümlere bağlamıştır.

Türkiye batarken, Türkiye derin krizler içinde bunalırken, Türkiye Müslümanları ağır hakaretlere ve zulümlere mâruz kalırken, başları örtülü olduğu için binlerce Müslüman kız öğrenci üniversitelere sokulmazken; Türkiye Müslümanlarından toplanan milyarlarca dolar ile uzak, egzotik ülkelerde hizmet yapmanın mânası var mıdır?

Kamçatka’ya, Yeni Hebrid adalarına hizmet götüren bazıları Türkiye’de hâlâ niçin bir bilgi bankası, bir stratejik araştırmalar enstitüsü, bir dokümantasyon merkezi kurmamıştır?

Bunca gayrete, bunca patırtı ve gürültüye, bunca koşuşturmaya rağmen Müslümanlar Türkiye’de hâlâ Eton Koleji ayarında vasıflı, üstün, güçlü, hem kültür hem de karakter terbiyesi veren, dünyanın on büyük lisesi listesine girmeye hak kazanan bir koleji niçin açamamışlardır?

Müslümanların kontrollarındaki gazete, dergi ve televizyonlar, bugünkü halleriyle İslâm’ı ve Müslümanları korumaya, yüceltmeye yeterli olmamaktadır. Müslümanlar, halktan topladıkları milyarlarca dolarlık yardım ve hizmet paralarıyla niçin medya üstünlüğünü ele geçirememişlerdir?

“Biz sadece kendi hizmetlerimize bakarız, başka bir şey bizi ilgilendirmez” demeye kimsenin hakkı yoktur. İslâm bütüncü bir dindir, bir nizam-ı âlemdir. Müslümanlar tek bir vücuttur. O vücudun bir uzvuna bir rahatsızlık ârız olursa bütün vücut onu hissedecektir.

İslâm’da birtakım âlimleri, şeyhleri, mürşidleri, başkanları, önderleri, baronları putlaştırmak var mıdır?

Dinimizdeki “Emr bi’l-mâruf ve nehy ‘ani’l-münker” farzını tâtil etmeye, müsbet ve faydalı özeleştirileri, uyarıları engellemeye kimsenin hakkı ve selahiyeti yoktur.

Bu ümmetin böyle buhranlı bir devirde sahte mehdilere, sahte gavslara, sahte kutuplara, sahte kurtarıcılara ihtiyacı yoktur.

Kendilerini tarikatlı ve tarikatçi gibi gösterip de, tasavvufun ve tarikatın temel prensiplerini çiğneyen adamlar samimî midir, yoksa sahtekâr mıdır?

Kendilerini Nurcu olarak takdim edip de, Bediüzzaman’ın ve Nurculuğun bütün temel prensiplerini, metodunu hiçe sayanlar nasıl Nurcu oluyorlar? İnsan kuru kuruya Risâle-i Nur okumakla Nurcu olmaz. Nurculuk bir ahlâk, aksiyon, metoddur.

Müslümanlığın değişmez temel kuralları, kesin emirleri ve yasakları vardır. Kibir, gurur, benlik sahipleri Müslümanlara çoban olurlarsa onların peşinden giden ehl-i İslâm’ın burnu pislikten kurtulmaz. İslâm’a aykırı metodlarla İslâm’a hizmet edilemez.

Birtakım cemaatlerin içine şu son iki yıl zarfında bir sürü istihbarat elemanı, ajan, casus, yabancı sızmıştır. Halk bunun farkında değildir. Bunun sonu nereye varacaktır?

Din, Şeriat, fıkıh kitaplarını açınız ve İslâm’ın cemaatle namaz konusundaki kesin emirlerine bakın. Ezan-ı Muhammedî okununca toplanıp cemaat olamayanlar, bu kadar kolay ve basit bir aksiyonu yerine getiremeyenler nasıl olur da daha zor, külfetli, daha tehlikeli hizmet ve faaliyetleri başarı ile yürütebilirler?

Bu memleketteki ilim, irfan, kültür, tecrübe, birikim sahibi ehliyetli Müslümanlar niçin özeleştiri, faydalı ve müsbet tenkit ve uyarı vazifesini yapmıyorlar?

Müslümanlara niçin birlik çağrıları, niçin mâruflara dâvet, münkerlerden kaçınmak hususunda ihtarlar yapılmıyor?

Müslümanlar maddecilik, hedonizm, lüks, konfor, aşırı tüketim, israf konusunda niçin uyarılmıyor?

Halkın bir kısmı açlık ve sefalet içinde inlerken birtakım kodaman, tuzu kuru ve zengin Müslümanlar niçin Ramazanlarda lüks otellerde nemrudî ve neronî iftar ziyafetleri çekiyorlar? 19 Aralık 1998 Cumartesi