Pazartesi

 

Türkiye yüz senedir bir tek Nobel bile kazanamadı diye hayıflanıp duruyordum. Nihayet bizim de bir Nobelimiz ve Nobellimiz oldu. Lakin hiç sevinmedim, sevinemedim. Anlatayım:

Beş altı sene önce bir gün Beşiktaş’taki Devlet Güvenlik Mahkemesi’ne gitmiştim. Eski Ceza Kanunu’nun 312’nci maddesini ihlâlden sanık olarak. Adliye binasının önündeki otoparkta lüks otomobiller göze çarpıyordu, hepsinde de CD (Kor Diplomatik) plakaları vardı, yani yabancı elçilik veya konsolosluk arabaları.

Mahkeme salonlarının önündeki basık tavanlı, kasavetli, bir adliye binasına hiç de yakışmayan mekânda uzun boylu, gök gözlü, sarışın veya kumral kimseler dolaşıyordu. Oraya bir dâvayı takip etmek için gelmişlerdi. İlgilerini çeken dâva neydi? Efendim, bir Kürt vatandaşımız bir kitap yazmış, ileriye sürdüğü fikirler yüzünden mahkemeye verilmiş ve bizimkiler ona bir tür destek vermek, arka çıkmak, meydan okumak mahiyetinde oraya doluşmuşlar… Bendeniz de orada, fikir suçundan muhakeme edilen bir Türkiye vatandaşıydım ama hiç bir ilgi görmüyordum.

Hatırlayacaksınız, bir ara Avrupa Birliği adına ülkemize gelen birtakım yabancı diplomatlar veya temsilciler İstanbul’a veya Ankara’ya indikten sonra mutlaka Diyarbakır’a da uğruyorlardı. Bilhassa İsveç, Norveç, Danimarka nedense Kürt meselesine, Kürtçülüğe, Kürtlere yapılanlara özel bir ilgi gösteriyordu. Onlar bunu insanî maksatlarla mı yapıyordu, yoksa başka emel ve niyetleri mi vardı?

İnsanî maksat ve niyetle yapmış olsalardı, sadece Kürtlerle ilgilenmezler, fikir ve görüşlerinden dolayı mahkemeye verilenTürkler ve Müslümanlarla da ilgilenirlerdi.

Bizim Nobelli, bir İsviçre gazetesine beyanat vermiş ve yakın tarihte Türklerin bir milyon Ermeni ve otuz bin Kürt kestiklerini iddia etmişti. Bundan dolayı mahkemeye verilince de içte ve dışta kızılca kıyamet kopmuş, devletimizin ve ülkemizin aleyhinde hayli yaygara kopartılmıştı.

Siyasî iktidar bu yaygaralara maalesef pabuç bırakmıştı. Fikir hürriyeti vardı, Türkler bir milyon Ermeni, otuz bin Kürt kesti diyen kişi nasıl olur da mahkemeye verilebilirdi? Bu sözleri sarf eden romancının kitapları yabancı dillere çevrilmiş, ürünün ve kazancının artması için çalışılmıştı.

Sonunda ona Nobel verildi. Nobel edebiyat ödülü… Edebiyat mı? Güldürmeyin beni. Bu iş buram buram siyaset kokmaktadır. Hazret-i Nobelli “Hayır Türkler bir milyon Ermeni kesmedi. Ermeniler bir milyon Müslüman ve Türkü kıyıma tâbi tutmuştur…” demiş olsaydı Nobel ödülüne aday olup kazanabilir miydi? Yanından geçemezdi. Bu ödül ona kitaplarından, edebî üstünlük ve kabiliyetinden değil, yukarıda zikr ettiğim cümlesinden dolayı verilmiştir.

Nobel edebiyat ve barış ödüllerinin siyasî ve ideolojik maksatlarla verildiğini duymuştuk, bu işte beynelmilel siyonizmin rol oynadığını biliyorduk ama bu kadarına pes! Bu Nobel ödülüne sevinemediğimi söylemiştim. Sadece ben değil, nice aydınımız da sevinemedi.

Bu ödül Türkiye’nin üzerinde soğuk bir duş tesiri yapmıştır. Ermeni meselesinde, Kürt meselesinde dünya çapında bir çember içine sıkıştırılmış vaziyetteyiz ve her geçen gün bu çember daralmaktadır.

Birkaç hafta önce Ankara’daki Türk Tarih Kurumu Başkanı Profesör Yusuf Halaçoğlu çok önemli bir beyanda bulundu. İnternette okudum, Profesör şu cümleyi sarf etmişti: “Bu kafayla bu toprakları elde tutamayız!..” Birkaç gün sonra bu konuda bir yazı kaleme almak maksadıyla zikrettiğim yazıyı internette aradım ve bulamadım. Acaba silindi, çıkarıldı mı? (Hürriyet’in arşivinde var. REB)

Birkaç defa yazdım, önemine binaen tekrarlayayım.

Çelik Gülersoy’un

vefatından sonra Mine Kırıkkanat Radikal gazetesinde, onun kendisine

“Mine hanım, göreceksiniz, gelecekler ve İstanbul’u elimizden alacaklar…”

dediğini yazmıştı. (İnternetten “Çelik Gülersoy Mine Kırıkkanat” kelimeleriyle arayınız, Radikal’deki yazı karşınıza çıkacaktır. Sene 2003)

Evet Türkiye parçalanıyor. Parçalanıyor da vatandaşların çoğunun haberi yok. Parçalanmış, küçültülmüş Türkiye haritaları yayınlanmaya başladı.

Türkiye’nin parçalanmasını kimler istiyor? Siyonistler istiyor. Büyük İsrail’in gerçekleşmesi için küçük bir Türkiye gerek. Avrupa istiyor. Küçülsün, üçe parçalansın, bir kısmı Kürdistan olsun, bir kısmı AB’ye katılsın, bir kısmı da Amerikan sömürgesi olsun.

İçte parçalanma isteyen var mı? Olmaz olur mu? Aksiyon dergisinde yıllar önce Yahudi cemaatinden önemli bir şahsiyetin beyanı vardı: Türkiye’de, bir buçuk milyon kripto Yahudi olduğunu iddia ediyordu.

Fransa’daki La Croix gazetesinde Ermeni kilisesine mensup yüksek bir papazın beyanı yayınlandı. Şöyle diyor: 1915’ten sonra 200 bin Ermeni kadını ve kızı Müslüman yapıldı. Bunların torunları şimdi bir buçuk milyondur… Bu bir buçuk milyon kişinin ne kadarı gerçekten Müslümandır, ne kadarı Ermeni kimliğini ve inancını içinde yaşatmaktadır?

Müslüman Kürt kardeşlerimizin ve vatandaşlarımızın yüzde 99’u Türkiye’nin parçalanmasını istemez. Hangi Müslüman ülkesinin parçalanmasını ister? Kürtlerin ezici çoğunluğu dindardır. Son Kutlu Doğum haftasında en büyük topluluklar, en heyecanlı kutlamalar Diyarbakır ve civarında olmuştur.

Velhasıl, bir Türkiye vatandaşına verilen Nobel edebiyat ödülüne Ermeni ve Kürtçülük gölgesi düşmüştür. Bizim Nobelli zatımız bu ödülü edebiyat sahasındaki ehliyet ve liyakati yüzünden kazanmamıştır. Bu yüzden sevinemedik. 17 Ekim 2006