Pazar

Bütün Hıristiyanları kasd etmiyorum ama agresif ve fanatik

Evangelistler

İslâm dinine ve Müslüman dünyasına karşı savaş açmışlardır. Bunların ileri gelen papazlarından birisi Peygamberimiz için

“O bir teröristtir”

demiştir. Bu misyonerler ülkemizde bir iki yıl içinde binlerce Hıristiyanlık merkezi kurmuşlardır. Edirne’den Kars’a, Sinop’tan İskenderun’a kadar yurdumuzu karış karış dolaşmakta, çeşitli kılıklar içinde evler tutup bunları Hıristiyanlık propaganda merkezleri, gizli kiliseler halinde çalıştırmaktadır.

Bu misyonerler her yıl on milyonlarca broşür, kitap dağıtmaktadır. Harcadıkları paranın yekûnu akılları durduracak kadar çoktur. Böyle bir Haçlı seferi karşısında Müslümanların kendi dinlerini savunmaya hakları yok mudur? Elbette vardır. Çünkü savunma en kutsal insan hakkıdır.

Ne yazık ki, bizdeki rejim, Müslümanların, misyonerler gibi dinî dernekler kurarak, teşkilatlanarak, “İslâmî Dâvet ve Tebliğ Merkezleri” açarak savunma yapmalarına hak tanımamaktadır.

Yine, ne kadar üzücüdür ki, birtakım Diyalogçu ve Hoşgörülü Müslümanlar bu korkunç Haçlı seferinin toz dumanı içinde

“Ehl-i Kitab ile Amentüde İttifakımız var”

başlıklı yazılar yazmakta, nutuklar atmakta, propagandalar yapmaktadır. Onların tezi şudur: Ehl-i Kitab da Allah’a inanıyormuş… Diyalogçuların bu mantığını kabul edersek, eski Mekke müşrikleri ile de ittifakımız olduğunu kabul etmemiz gerekir. Çünkü müşrikler de, kendi putlarının üstünde bir Allah olduğuna inanıyorlardı.

İslâm dinine ve Muhammed Ümmetine bir yandan fanatik, militan, agresif misyonerler amansızca saldırırken, öte yandan siyonistler ve Gizli Yahudiler, bizi içten çökertmek için bin türlü yıkıcı hareketi tezgâha koymuşlardır.

Dinî ve tasavvufî dernek kurulmasına izin vermeyen iktidar,

“Homoseksüel ve Lezbiyen Derneği”

kurulmasına yeşil ışık yakmıştır. Böyle bir şeyi bugünkü siyasî iktidar elbette hoş görmez ve buna izin vermek istemez. Lakin onun üzerinde de bir takım gizli, esrarlı, görünmez büyük ve derin iktidarlar bulunmaktadır. Birtakım sözde sağcı, sözde İslâmcı, sözde gelenekçi, sözde dinî ve millî değerlere bağlı politikacılar meşruiyetlerini uluslararası Siyonist ve Haçlı güçlerden almışlardır. Onların icazeti ile iktidar olmuşlardır, onların desteğiyle iktidarda durmaktadırlar. Binaenaleyh onların isteklerini yerine getirmekle, ülkeyi onların arzu ettiği şekilde yönetmekle yükümlüdürler.

* Homoseksüel ve Lezbiyen dernekleri kurulacaktır!… Başüstüne efendim, emrinizdir.

* Zinayı bir suç olmaktan çıkartacaksınız!.. Başüstüne efendim…

* Kasaplarda domuz eti de satılacaktır!.. Başüstüne efendim…

* Başörtüsü yasağı sürecektir!.. Başüstüne efendim…

* Ülkenin her yerindeki eski Rum ve Ermeni kiliseleri restore edilecek ve çanlar çalınarak ibadete açılacaktır!.. Başüstüne efendim…

* Çeşitli yerlerde Diyalog ve Hoşgörü parkları açılacak, bunlara bir kilise, bir sinagog ve (mecburen) bir de mescit yapılacak ve zaman zaman buralarda papazlar, hahamlar, sarıklı hocalar hep birlikte âyin-i ruhanîler yapacaktır!.. Başüstüne efendim…

Bütün bunları yaptırtmak için de

“Yapmazsanız Avrupa Birliğine giremezsiniz…”

tehdidi silah olarak kullanılmaktadır.

İstanbul’un göbeğinde, Cağaloğlu semtinde (Hamamın karşısındadır) tarihî Hadım Hasan Paşa Medresesi uzun yıllardan beri, sanki üzerine korkunç bir tahrip bombası düşmüş gibi harabe ve virane halinde dururken maalesef bazıları ve birileri eski Bizans kalıntılarını harıl harıl tâmir ve restore etmekle meşguldür. Bizans surları yıllardan beri hummalı bir şekilde (aynı zamanda berbat bir şekilde) restore edilmektedir. Bu “iş” için dışarıdan büyük paralar gelmektedir.

Van gölündeki Akdamar adasındaki tarihî Ermenî kilisesi, masrafları Türk devletinin bütçesinden ödenmek şartıyla gece gündüz çalışılarak restore edilirken, 1915’te Ermeniler tarafından yakılmış olan eski Van’daki iki cami harabesi hazin bir şekilde durmaktadır. Be adamlar, madem ki, kiliseyi tamir ediyorsunuz, onun yanında o iki harap camiyi de tamir ettirsenize.

Camilerin yanında artık ev, çarşı, mahalle yokmuş… Peki Van gölündeki adadaki kilisenin etrafında ev var mı, Hıristiyan yaşıyor mu? İşin en üzücü ve kahr edici tarafı da, bunca felâket ve rezalet karşısında birtakım Müslümanların ilgisiz ve tepkisiz kalmalarıdır.

İktidar partisini tutan Müslümanlar

“Bu yapılanlar iyi değildir, tenkit etmek gerekir ama bir ikilem içindeyiz, tenkit edersek partimize zarar vermiş oluruz. Bu yüzden ses çıkartmıyoruz…”

diyorlar. Fesubhanallah bu ne biçim bir düşünce ve mantıktır. Müslüman, yanlışları düzelten, haksızlıkları tenkit edip kötüleyen insan demek değil midir? Partiye zarar verir diye susanlar, “Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır” durumuna düşmüş olmuyorlar mı? Bu kadar beyinsizlik olur mu?

Din, vatan, millet, devlet, varlığımız mı önemlidir, yoksa parti mi? Yahu bu ne biçim particiliktir. Futbol kulüplerini delicesine tutan holiganlar bile bu kadar beyinsizce ve şuursuzca hareket etmezler. Vatanları, milletleri, din ve mukaddesatları (şayet varsa) tehlikeye girince onları savunurlar.

Büyük Millet Meclisi’nde bol sayıda Müslüman milletvekili bulunmaktadır. Meclis’in cami ve mescidi namaz kılanlarla dolup taşmaktadır. Peki bu muhterem zevat, bunca yanlışlık ve yolsuzluk karşısında niçin ses çıkartmıyor? Parti disiplini mi? Onun da bir sınırı ve ölçüsü olmak gerekmez mi? Bir partinin elbette bir iç tüzüğü olur, ona bağlı milletvekillerinin elbette yüzde yüz serbestlikleri olmaz. Lakin bunların bir sınırı vardır. İktidar milletvekilleri yolsuzluklara, göz yumamazlar, ülkenin bütünlüğü tehlikeye girerse susamazlar.

Dış ülkelerde kapalı kapılar ardında birtakım şâibeli görüşmeler yapılıyor, Türkiye haraç mezat satılıyor. Bunları duymayan kalmadı. Peki iktidar milletvekilleri ne yapıyor? Susuyor, susuyor, susuyor… Olur mu böyle şey?

İstanbul’da bir

“etkinlikler ve şenlikler”

panayırında yerler işbilmez birtakım particilere 9’ar milyardan verilmiş, onlar da bu yerleri işbilenlere 12’şer milyardan devredivermişler. Parmağını kıpırdatmadan üç milyar kazanç. Oh ne güzel, oh ne âlâ… Bizim iktidar milletvekillerimiz niçin susuyor? Üç milyarlık avantalar, haksız kazançlar skandalın en alt derecesidir. Öyle kodaman, iri kıyım soyguncular var ki, üç milyar onların fındık ve çekirdek parası değildir. Onlar vurdu mu, tam vururlar, aparttı mı doların milyonları ile apartırlar. Büyük hırsızlar, üç milyara falan tenezzül etmezler.

Rant rant rant… Ülke kocaman bir Rantistan haline geldi. Sayın milletvekillerimiz susuyor. Peki bunca rezalet içinde birtakım

Dinbaşlar

ne yapıyor? Onlar da (nâdir istisnalar dışında) susuyor, kendi keyflerine bakıyorlar.

Susanların bir kısmının şöyle bir mâzeretleri var:

“Bizim kendi hizmetlerimiz var, onlara bakarız, onları yaparız, başka şeylere karışmayız…”

diyorlar. Emr-i mâruf ve nehy-i münker farz değil midir? Bu farzı hiç kimse yerine getirmezse herkes suçlu ve günahkar olmaz mı?

Misyonerler gece gündüz çalışırken Müslüman kesim onları red ve cerh için neler yapıyor? Şimdiye kadar misyonerlere cevap olarak kaç broşür hazırlandı ve bunlar kaçar milyon basılıp dağıtıldı? Her yerde kiliseler yapılırken, İstanbul Göztepe’de cami yapılmasına karşı çıkanlar var. Müslümanlar onlara niçin cevap vermiyor?

Filan dinî cemaat Tannu Tuva (Yerini bilmeyenler atlasa baksınlar) özerk cumhuriyetinde kebapçı ve baklavacı dükkanı açmış, böylece Türk-İslâm kültürünü oralarda yayıyormuş… Allah Allah… Memleket batıyor, din elden gidiyor, bizimkiler Tannu Tuva cumhuriyetinde kebapçı dükkanı açıyor. Aman ne hizmet, aman ne hizmet!

Efendiler!.. Susmak iyi şeydir. Söz gümüşse sükût altındır… Eyvallah… Lakin öyle durumlar vardır ki, mutlaka konuşmak, haksızlığı kötülemek ve önlemeye çalışmak gerekir. Bu durumlarda susmak bir suçtur, bir vatan hıyanetidir, bir redaet ve rezilettir. Bilmiş olun! 24 Ekim 2005