Niçin Tedirgin Oluyorlar?
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 01 Şubat 2019
Cuma
Muhterem bir din hizmetlisinin kızı vefat etti, cenazesi Fatih Camii’nden kaldırıldı. Ben de gittim. Hoca Efendiyi sevenler akın akın geldiler, mabedin içi doldu, cemaat dışarıya taştı. Gelenlerin çoğu sakallı idi, camiye girince ceplerinden tülbentler çıkartıp takkelerinin etrafına sardılar. Buna din dilinde imame denir. Bir Müslümanın namaz kılarken başının örtülü olması uygundur, sarıklı olması makbuldür. Millî Eğitim Bakanlığı tarafından yayınlanmış olan İslâm Ansiklopedisi’nin sarık maddesini, Batılı bir müsteşrik yazmıştır. Bu konuda fazla bilgi edinmek isteyenler o yazıyı okuyabilirler.
Bu cenaze bazılarını sinirlendirdi, tedirgin etti. Niçin kızıyorlar? Kızmaya hakları var mıdır? Medeniyete, kanuna, ülke menfaatlerine aykırı bir şey yapılmış mıdır? Dindar olmak suç mudur? Namaz kılarken başına sarık sarmak kabahat midir? Bir Hoca Efendi’nin vefat eden yakınının cenaze namazını kılmak için camide büyük bir cemaat olması Cumhuriyete, demokrasiye, lâikliğe, medeniyete aykırı bir iş midir?
Demokrasi çoğulculuk rejimidir, demokrat bir rejime sahip bir ülkede elbette farklılıklar, çeşitlilikler olacaktır.
Ünlü, güçlü, büyük bir mason ölünce bilcümle masonlar cenazesinde toplanacaklardır… Meşhur bir ses sanatkârı ölünce, onun çevresi, sevenleri, hayranları cenaze merasimine gelecektir. Nitekim bazı ünlü Sabataycılar vefat ediyor, cenazeleri İstanbul’un belli bir camiine getiriliyor, o gün orada Türkiye Sabataycılarının ve Benzetilmişlerin büyük kısmı bulunuyor. Bu gibi topluluklar normal karşılanmalıdır. Bir Müslüman ölünce Müslümanların camide büyük cemaat olması kimseyi üzmemeli, sinirlendirmemeli, tedirgin etmemelidir.
Bazı lâik, uygar, ilerici, çağdaş kişilerin cenazelerinde bandolar bulunuyor, cenaze marşları çalınıyor. Bunlara karışan var mı? Müslümanlar cenazelerini götürürken yüksek sesle dua etseler, birkaç kişi tekbir getirse kimin kızmaya hakkı olur? Kaldı ki, Fatih Camii’nde kılınan bu son cenaze namazından sonra ne tekbir getirilmiş, ne de herhangi bir taşkınlık yapılmıştır. Sessiz, sedasız, vakarlı bir şekilde cenaze namazı kılınmış, tabut mezarlığa kadar taşınmıştır.
Müslümanlar son yıllarda acı tecrübeler edindiler, bunların neticesinde nice aşırılık yontuldu, İslâmî kesime itidal hakim oldu. Buna mukabil İslâm’a ve Müslümanlara karşıt olanlar hiç yumuşamadılar, aksine daha sert, daha toleranssız hareket etmeye başladılar. Ülkede sosyal bir barış ve millî bir mutabakat olması için onların da yumuşaması, ılımlı olması gerekmez mi?
Sabataycı büyük medya maalesef militan, fanatik ve sert tutumunu devam ettiriyor. Dinî konularda bir bardak suda fırtına kopartmaya çalışıyor. Bazı haberleri, hadiseleri aşırı şekilde büyütüyor, habbeyi kubbe, pireyi deve yapıyor. Fazla yazmasalar, işi büyütmeseler fitne fesat çıkmayacak, huzursuzluk olmayacak… Lâkin onlar tam tersini istiyorlar ve yapıyorlar.
Sütten ağzı yanan, yoğurdu üfleyerek yermiş. Türkiye Müslümanlarının bu devirde bırakın yoğurdu, dondurmayı üfleyerek yemeleri gerekir. Çünkü ülkemizde öküzün altında buzağı arayan bir zihniyet vardır, en masum hallerden ve hareketlerden bile işkillenmekte, tedirgin olmaktadır.
Müslüman medyacıların her türlü kışkırtmadan, provokasyondan uzak durmaları gerekir. Müslümanların arasına bir sürü casus, kışkırtıcı, yönlendirici sızmıştır. Bir ara gazeteler yazdı, birtakım ajanlar, hafiyeler çarşaflı kadın kılığına girmişler kışkırtma yapmışlardı.
Dinî cemaatlerin, özel diyanetlerin, tarikatların, Müslüman grupların içine zahiren sofu, dindar, dini bütün görünen ajanlar sokulmuştur. Bunlar istihbarat yapmakla, yönlendirmekle, kışkırtmakla vazifelidir. Bu adamlar usta tiyatrocudur, rollerini kusursuz şekilde oynarlar. Diyelim ki, çok sofu bir grubun içine bir casus sokuldu. Bu casusun sünnete uygun bir sakalı vardır, kılık-kıyafeti Müslümancadır, sık sık misvak kullanır, namazların gayr-i müekkede sünnetlerine bile dikkat eder. Bu arada yapacağını yapar ve günün birinde darbeyi indirir.
Meşhur Macar Türkoloğu ve oryantalisti Vanbery, İngiliz hükümeti hesabına Türkistan’a uzun bir seyahat yapmış ve dönüşünde mufassal bir rapor vermişti. Vanbery bu seyahatte, İstanbullu derviş Reşid Efendi kimliğiyle dolaşmıştır. Mükemmel Osmanlı Türkçesi, Arapça, Farsça biliyordu; yolculuk esnasında beş vakit namaz kılmış, kendini kamil bir Müslüman olarak göstermiştir. Bir keresinde büyük bir akrebin sokması üzerine acıdan debelenirken kendisine hakim olamamış, ana dili olan Macarca laflar etmiş, çevresindekiler anlamamışlar, fark edememişler. Biz Müslümanlar bugünkü saflık, bönlük, akılsızlık ile nice “İstanbullu Reşid Efendileri” bağrımıza basabiliriz.
1. Hafızasızlık. Bedevi, göçebe, ilkel toplumların mazîleri yoktur. Onlar günü birlik yaşarlar. Mazîleri olmadığı için istikballeri de yok sayılır.
2. Dikkatleri yoktur. Tehlikeleri, tehditleri, uçurumları görmezler.
3. Merakları da yoktur. Ne kendilerini bilirler, ne de başka konulara, merak edip eğilirler.
4. İlim, irfan, kültür, araştırma üretmezler.
5. Kitap okumazlar. Okusalar bile anlamazlar.
6. Estetikle, güzellikle, sanatla ilgileri yoktur. Bedevi toplumlar mabetlerini, meskenlerini, resmî dairelerini güzel yapamazlar.
7. Acizdirler; haklarını arayamazlar.
8. Ellerine imkân geçince lükse, israfa, aşırı tüketime, elektronik eşyaya yönelirler. Gösterişli bir hayat sürerler.
9. Bedevi toplumlar üretken değildir, üretimi sevmezler, üretmezler, az üretip çok tüketmekten hoşlanırlar.
10. Bedevi toplumlar yararlarına ve zararlarına olan şeyleri, işleri bilmezler, yararlarına olacak şeyleri yapmazlar, zararlarına olacak şeyleri yaparlar.
11. Bedevi toplumlarda çok zeki, çok cin fikirli, çok kurnaz kişilerin sayısı az değildir ama, çok akıllı, çok hikmetli, çok firasetli adamlar aralarında ya hiç yoktur, yahut da dışlanmış ve itilmişlerdir. 03 Ocak 2004