Çarşamba

 

Jean Paul Sartre (1905-1980) ünlü ve güçlü bir Fransız yazarı ve düşünürüdür, şöhreti cihanı tutmuştur. Ateist olduğu için kendisini sevmem. Bu ayrı bir konu… İşte bu zata bir tarihte Nobel Edebiyat Ödülü verilmek istendi ama o kabul etmedi. O şanı, alkışları, övgüleri ve büyük serveti elinin tersi ile itti. Dinsiz minsiz, karakter sahibiymiş…

Katolik Kilisesine bağlı Cizvit Teşkilatı vardır. Fransızcası Compagnie de Jesus’dır. Bu teşkilatta veya tarikatte sayı çokluğuna değil kaliteye, vasfa, keyfiyete önem verilir. Mensupları hep papazdır. Çok yüksek tahsil yaparlar. Hem Katolik ilahiyatını iyi bilirler, ‘hem de sosyal ilimlerden birinde derin ihtisas (uzmanlık) sahibidirler. Büyük ekseriyeti çok dil bilir. Dört, beş, altı lisan… İçlerinde büyük tarihçiler, büyük araştırıcılar, felsefeciler bulunur. İşte bu Cizvitlerden (benim bildiğim) ikisine meşhur Fransız Akademisi üyeliği verilmek istenmişti, ikisi de kabul etmediler.

Geçmiş asırlarda yaşamış nice İslâm büyüğü dünya şöhretlerine, makamlarına, mevkilerine talip (istekli) olmamışlar; matlub (istenen) oldukları zaman yine kabul etmemişlerdir. Mesela İmam-ı Azam Ebu Hanife Hazretlerine Bağdat Kadılığı (Adalet Bakanlığı) teklif edilmiş, o kabul etmemiştir.

Gerçek İslâm büyükleri istiğna gösterirler. Yani onlarda gönül zenginliği vardır, dünya zenginliklerini istemezler.

Zamanımızda İslâmi kesimde birtakım cerrar (toplayıcı, isteyici) kişiler türedi. (Yanlış anlaşılmasın, herkesi kastetmiyorum…) Sahte din alimleri, sahte şeyhler, sahte mürşidler, sahte mücahidler, sahte kahramanlar… Tek kelime ile sahte büyükler…

Bunların yaptıkları şunlardır;

* Şan şöhret alkış isterler.

* Müslümanların paralarını toplarlar.

* Maddi ve manevi riyasetler isterler.

* Tûl-i emel sahibidirler.

* Egosantiriktirler.

Bu gibi sahtekârların İslâm dinine ve Muhammed ümmetine verdikleri zararı, azılı kâfirler bile veremez.

Yakın tarihimizde bütün din müesseseleri yıkıldı, medreseler ve tekkeler kapatıldı; yeni nesillere sağlam din terbiyesi verilmedi ve bu yüzden cahillik, şaşkınlık, gaflet karanlıkları koyulaştı. Bütün Müslümanları kast etmiyorum ama Ehli İslâm’ın bir kısmı, gerçek din alimi ile sahtesini, gerçek şeyh ile sahtesini, gerçek mücahid ile sahtesini, gerçek kahraman ile sahtesini ayırt edemiyor.

İslâm dünyası çeşitlilik içinde sarsılmaz ve parçalanmaz bir bütün teşkil etmelidir. Müslüman dünyasındaki birtakım “parçalar” kendilerini “bütün” ile özdeşleştirmemelidir. Daha açık konuşayım:

Hiçbir cemaat ve tarikat, bütün Müslümanları kendi bünyesi içinde toplamak hayaline kapılmamalıdır.

Hiçbir cemaat tekel, kartel kurmak; ülkeyi hegemonya ve saltanatı altına almak, güçlenmek, büyümek, daha güçlü, daha büyük, en güçlü, en büyük olmak hayallerine kapılmamalıdır. Bu gibi hayaller ve emeller dengeleri bozar, iç çatışmalara yol açar.

Yüce İslâm dini Müslümanlara birtakım hırsları yasak kılmıştır.

* Şöhret hırsı…

* Büyüklük hırsı…

* Benlik hırsı…

* Para ve zenginlik hırsı…

* Riyaset (başkanlık) hırsı…

Din hocaları, tarikat şeyhleri, İslâm, iman, Kur’an hizmetkârları bu gibi hırslardan ve emellerden uzak durmalıdır.

Akıl almaz korkunç rivayetler işitiyoruz: Birtakım Müslümanlar Haçlılarla, Siyonistlerle, ABD ile, CIA ile işbirliği yapıyorlarmış. Onlardan para alıyor, destek görüyorlarmış. Aman Yarabbi!.. İnşallah bu rivayetlerin doğru tarafı yoktur.

Bazı sahte İslâmcıların gözlerini ihtiraslar ve emeller öylesine perdelemiş ki, meşreb ve görüş ihtilâfı yüzünden salih din kardeşlerine düşmanlık ediyor, onlarla kardeşlik ilişkisini kopartıyor; buna karşılık agresif İslâm düşmanlarıyla can ciğer, sıkı fıkı dost oluyor. Neymiş o harbi kefere bunların “Muhteremlerine” çok iltifat ediyormuş.

Bendeniz gençliğimde birtakım gerçek alimlere, şeyhlere, İslâm büyüklerine, mücahidlere, isimsiz kahramanlara yetiştim. Bunların çoğu geçim sıkıntısı çekerdi… Kendilerine yetecek kadar geliri olanlar, çok mütevazı, çok kanaatli bir hayat sürerlerdi. İmanî hizmetlerinden dolayı ücret istemezler ve almazlardı. Allah için yapılan hizmetlerin ücreti Allah’tan istenir…

Bediüzzaman Hazretlerini düşünüyorum… Kendisi aleyhinde bulunan bir hoca efendiye, talebelerinin cevap vermelerini istememiştir. Fitne fesat çıkmasın…

İslâm büyükleri doğrudan doğruya paralı işlerle uğraşmazlar. Para ile yapılacak hizmetleri alimler, şeyhler, mücahidler, büyükler, kahramanlar, mürşidler yapmaz; bu işlerin erbabı yapar…

Ebu Hanife Hazretleri Bağdad’ta kumaş ticareti ile meşgul olurdu. Bir gün kendileri dükkânın arka tarafında oturuyormuş, oğlu bir müşteriye kumaş gösterirken “Bütün Bağdad’ı dolaşsanız böylesini bulamazsanız…” demiş. Bu sözü işiten İmam Hazretleri müşteriye: “Çok rica ediyorum siz bu kumaşı bizim dükkândan almayın, başka bir yerden alın… Oğlum öyle bir laf etti ki doğru değilse, yalan söylemiş, haram ticaret yapmış oluruz…”

Büyüklerimiz böyle idiler…

Evliyaullahın büyüklerinden, maneviyat aleminin sultanlarından Bâyezidi Bistamî Hazretleri kalabalık bir pazar yerinin ortasında karıncalar gibi kaynaşan ahaliye şöyle haykırmış:

– Sizin taptığınız benim ayaklarımın altındadır!..

Ahali şaşırmış, öfkelenmiş. Ne diyorsun sen diye bağırmışlar… Hazret cevap vermemiş, ayağını kaldırmış, altında bir para görünmüş.

Paraya, benliğe, şöhrete, başkanlığa tutkun olanlar ne büyük olabilir, ne de hizmet edebilir… 10 Ocak 2008