Noksanlar, Hastalıklar
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 13 Şubat 2019
Pazartesi
Zamanımızda Türkiye Müslümanlarının çok büyük bir kısmı başıboş kaldı. Eskiden Müslümanları ayakta tutan, yönlendiren, doğru yolda yürüten, kontrol eden, frenleyen, uyaran müesseseler (kurumlar) bulunuyordu. Bunların hepsi yıkıldı. Hangi müesseselerdi bunlar?
– Medreseler(di) : Medreselerde Şeriat, zâhir ilimleri okutuluyor; müderris, fakih, müftü, vaiz, imam yetiştiriliyordu. İmam Hatip okulları ve İlahiyat fakülteleri onların boşluğunu dolduramadı. Tâmir perdesi ardında dini tahrip eden reformcu, yenilikçi, bid’atçi cereyanlar çıktı. İslâm dininin esası (temelleri) zâhir, Şeriat ilimleridir. Onların alimleri ortadan kalkınca dinî hayat dejenere olur, İslâm toplumunda vahîm hastalıklar başgösterir, Ümmet-i Muhammed sarsıntıya uğrar.
– Tasavvuf ve Tekkeler : Bu müesseseler İslâm’ın aksiyon, ahlâk, fazilet, nefs terbiyesi, zühd, takva boyutları sahasında çalışıyordu. Tasavvuf, tekke, mürşid, seyr-i süluk olmadan olgun, iyi, güçlü, vasıflı, üstün Müslümanlar yetiştirmek çok zordur, belki de muhaldir. Biz bu topraklara tasavvuf ile girdik. Tasavvuf gidince de yıkılmaya, yok olmaya mahkûmuz. Şu anda kanunî yasağa rağmen ülkemizde yine tasavvuf var, yine tarikatlar var. Var ama yeterli değil.
– Loncalar, Ahîlik Teşkilatı, Fütüvvet Ahlâkı : Bunlar yıkılınca toplum ve iş hayatı dejenere oldu. Ahlâksız, faziletsiz, prensipsiz iktisat, ticaret, sanayi, iş olmaz. Ülkemizdeki bugünkü korkunç, dehşetli, feci kokuşmanın ana sebebi iş ve ticaret hayatında ahlâkın, faziletin, dürüstlüğün kalmamasındandır. Bunlar gidince insanlar canavarlaşır. Nitekim manzara ortadadır.
İslâm sadece kul ile Allah arasındaki manevî ve vicdanî bir bağ değildir. Bizde yakın zamanlara kadar ferdî ve toplumsal hayatı din kuralları tanzim ediyordu. Sekülerleşme sonunda halkın bir kısmı dinden koptu, Müslüman kalanlar ve geçinenler ise din hükümlerine gereği gibi uymuyor. Dinin yerine hiçbir şey konulamadı. Sebeb-i vücudu (varlığının sebebi), kimliğinin temeli İslâm olan bir toplum, dinden kopunca elbette bozulacak, dejenere olacak ve sonunda çökecektir.
Zamane Müslümanları çok vahim manevî hastalıklarla mâlüldür (illetlidir). Bunları kısaca tâdat etmek (saymak) istiyorum:
– Dünyayı Cennet Yapmak Arzusu : Böyle bir istek ve gayret yüce İslâm dininin öğretilerine tamamen aykırıdır, vahim ve öldürücü bir sapıklıktır. Dinimiz bize bu dünyanın fânî, gelip geçici, aldatıcı bir yer olduğunu bildiriyor. Peygamberimiz “Bu dünyanın Allah katında bir sinek kanadı kadar değeri olsaydı, kâfirlere bir yudum su içirmezdi” buyurmuştur. Dünya bir tarladır, bir imtihan yeridir. Ekini âhirette biçilecektir. Dünyaya gelen herkes ölmeye mahkumdur. Sadece insanlar değil; toplumlar, devletler, imparatorluklar, nizamlar, sistemler de ölümlüdür. Birtakım mugalatacılar ve şarlatanlar “Ne demek istiyorsun, yâni dünya imar edilmesin mi? Dünya ile ilgili işler yapılmasın mı?” diyebilirler. Ben öyle bir şey söylemiyorum. Dünya elbette imar edilecektir. Lakin dünya bir gaye değildir. Dünyanın imarı İslâm’ın hükümlerine göre olmalıdır. Bu hususta dinimizin ana prensibi şudur: “Dünya için dünyada kalacağın kadar, âhiret için orada kalacağın kadar çalış”, “Hiç ölmeyecekmiş gibi dünya için, yarın ölecekmiş gibi âhiret için çalış”. Ahiret düşüncesini bırakıp da bütün gayreti ve çalışması dünya için olanlar, dünyayı kendileri için yalancı ve sahte bir cennet haline getirmeye çalışanlar sapıktır. Dünya kesinlikle cennet olamaz. Bu fanî imtihan mekânı bin türlü fitne, fesat, nifak, şikak, çile, eziyet, harp, darb, hastalık, kıtal, zulüm, teaddi yeridir. Gençlik ihtiyarlığa, sıhhat hastalığa, kemal zevale, barış savaşa, bayındırlık harabiyete, huzur ve rahatlık sıkıntıya dönüşür bu dünyada. Bazen öyle büyük felâketler ve musibetler ansızın gelir ki, kurunun yanında nice yaşlar da yanar. Bu dünyayı cennet yapmak için çalışmak deliliktir, çılgınlıktır. Cennet başka bir âlemdir.
– Paraya tapmak : Zamanımızda para tek değer haline gelmiştir. Halk yığınları kuduz bir şehvetle para, mal, zenginlik peşinde koşuyor. Dindar olmayanlar helal ile haram arasında bir ayırım yapmıyor. Maalesef, bin kere maalesef birtakım gafil, cahil, şaşkın Müslümanlar da para hastalığına tutulmuşlardır. İslâmcı, dindar geçinip de bir sürü halt yiyenleri görüyoruz. Onlar hakkında on dört asır önce “Onların dinleri para, kıbleleri karıdır” buyurulmuştur. Zamanımızdaki kötülüklerin yüzde doksanı para, mal, zenginlik hırsı ve şehveti yüzünden meydana gelmektedir. Akıllı, şuurlu, faziletli, vasıflı Müslüman ölmeyi tercih eder de haram para edinmez ve yemez. Haram para ateştir, azaptır, ebedî felâket kaynağıdır. Birtakım sahte İslâmcılar para uğrunda, mal uğrunda, nefs uğrunda İslâm dâvasını ve Müslümanları satmışlardır.
– Nefs-i emmâresine tâbi olmak : Müslümanın en büyük düşmanı kendi nefs-i emmâresidir. Şeytan ondan sonra gelir. Zahiren hayırlı görünse de nefs-i emmaresine tâbi olan adamda asla hayır yoktur. Nefsiyle büyük cihad yapmayanlar kafirlerle küçük cihad yapamaz. İnsanda sadece cinsel şehvet değil, başka şehvetler de vardır. Riyaset hırsı ve şehveti cinsel şehvetten üç yüz altmış kat daha büyüktür. Meşhur olmak insanların alkış ve övgülerini kazanmak için çalışanlar büyük insan değil, küçük ve sefil insanlardır. Bugün birtakım İslâmcılar kendi şahsî menfaat ve nüfuzları için din düşmanlarıyla açık veya gizli anlaşmalar ve ittifaklar yapmışlardır. Onların cehennemleri kendi içlerindedir. Onların kalplerinde korkunç bir yangın vardır: Para, zenginlik, riyaset, ün, alkış, pohpoh için yanıp tutuşuyorlar. İnşaallah yanıp bitsinler, kül olsunlar.
– Dinî konularda tartışmak : Din, Allah’ın koyduğu, Peygamberin getirip eksiksiz olarak tebliğ ettiği ilahî bir kurumdur. Hiçbir Müslümanın din konusunda kendi kafasına göre, kendi re’yiyle, kendi heva ve hevesiyle, kendi işkembe-i kübrasından konuşmaya, yorum yapmaya hakkı yoktur. Dini bir konu için “Benim bu hususta görüşüm, fikrim şudur…” şeklinde konuşmak en büyük terbiyesizlik, haddini bilmezlik, edepsizlik ve hıyanettir. Günümüzde milyonlarca cahil Müslüman en hassas din konularını mıncıklıyor, tartışıyor. Bu kötü çığırı reformcular, yenilikçiler, islah perdesi ardında yıkmak isteyen münafıklar teşvik ediyor. Türkiye halkının büyük kısmı Hanefî mezhebindendir. Bir kısım da Şafiî vardır. Fıkıh, muamelât, ilmihal konuları bu iki mezhebin güvenilir kitaplarından okunmalı ve asla tartışma konusu yapılmamalıdır. İtikad konuları da Ehl-i Sünnet ve Cemaat alimlerinin ve imamlarının muteber kitaplarından öğrenilmelidir. Hanefiler merhum Ömer Nasuhi Bilmen Hocaefendi Hazretlerinin Büyük İslâm İlmihalini başucu kitabı yapmalıdır. Şafiîler de o ayarda bir Şafiî ilmihalini esas kabul etmelidir. Bazı zındık, münafık, yıkıcı ilahiyatçılar yüce dinimize “İlmihal Müslümanlığı” diye dil uzatıyor. Müslümanı kurtaracak bilgiler ilmihal kitaplarında yazılıdır. İlmihali küçümseyen, ilmihali yıkmak isteyen İslâmi hayatı yıkmak istiyor demektir. 29 Ekim 2002