• Pazartesi

     

    (Bu yazı bir ay önce kaleme alınmıştır.)

    Televizyon seyr etmem, radyo dinlemem, gazete alıp okumam. Sabahları çayımı içerken internetten birkaç gazete haberine bakarım, öğleden sonraları Le Monde’un bir iki haberini gözden geçiririm. Bir de zaman zaman, konvansiyonel medyanın yazmadığı, yazamadığı perde arkası haber ve yorumları bazı internet sitelerinden öğrenirim.

    Bu sabah yine haberlere şöyle bir göz attım. Hepsi iç karartıcı idi. Sadece, Kayseri’de bir stadyumda yapılan Kutlu Doğum toplantısı haberi beni mutlu etti. 25 bin kişilik stada 50 bin Müslüman gelmiş. Hava soğukmuş, herkes palto ve battaniyesine sarılmış.Dünya Kur’ân okuma birincisi hafız okurken heyecan doruğa çıkmış, küçük çocukların okudukları ilahiler kalabalığı mest etmiş.

    Bunun dışındaki haberlerin herbiri ötekinden kötü.

    14 yaşındaki kız öğrenci okulda cinsel tacize uğramış. Kasabada dedikodu ayyuka çıkmış. Babası muayeneye götürmüş. Bakire çıkmış ama tacize uğradığını ağlayarak anlatmış.Sonra da geceleyin evinde intihar etmiş…

    Bir iki gün önce de güney bölgemizde bir şehirde yaşı oldukça küçük bir kız, kimya dersinde kendisini terk eden sevgilisini tabanca ile öldürmüştü. Öğretmen korkudan bayılmış, sınıftaki çocuklar bağırışarak kaçışmış.

    Başka bir kıza iki kişi tecavüz etmiş, kız hamile kalmış, doğum yapmış, çocuğunu alıp eve dönmüş. Peki baba kim? Bir yığın tahlil yapılacak.

    Heykel önünde sakız çiğnedi diye tutuklanıp cezaevine atılan AKPilçe başkanı tahliye edildi. Yaşasın adalet!

    Meslekten atılan Van savcısı için hukukçu arkadaşları yardım toplayacakmış. Adamcağızın bir kenarda üç kuruşu yokmuş.Dürüst insanmış.

    Kamusal alandır giremezsin denilerek bir annenin iki küçük çocuğuna refakat etmesine izin verilmemiş.

    35-40 milyon lira değer biçilen çok kıymetli bir arazi birine 15 milyona satılmış.

    Başbakanın konvoyuna yolda ehliyetsiz bir sürücünün minibüsü çarpmış.

    Hangi birini yazayım, haberlerin hepsi birbirinden kötü ve iç karartıcı.

    Okullardaki suçlar, cinayetler, uyuşturucu, seks Türkiye’nin nasıl korkunç bir çürüme içinde bulunduğunu gösteriyor. Şimdiye kadar bıçak ve kama ile cinayet işleniyordu, yukarıda anlattığım hadise ile devreye tabanca da girdi.

    Hatay’daki yolsuzlukları medya yazdı. Toplum buna gereken tepkiyi göstermedi. Artık pislikleri, kokuşmayı, yolsuzlukları kanıksadık. Bunları normal görüyoruz. Tabakhanedeki işçilerin pis deri kokularına alışmaları gibi.

    Beyaz Türkler kimlerdir?

    Onlar beyaz mıdır, yoksa pembe midir? Bu ülkedeki halkın yüzde kaçı beyazdır, yüzde kaçı beyaz değildir… Beyaz Türklerin son zamanlarda hayli tedirgin, üzgün, öfkeli oldukları anlaşılıyor. Birtakım hadiseler karşısında aşırı reaksiyon gösteriyorlar, aniden parlayıp alevleniyorlar; anlaşılan gidişattan hiç memnun değiller.

    Bir hukukçu dostum, beyaz Türklerin bazı özelliklerini şöyle sıraladı:

    (1) Eğlenceyi, gece hayatını, iyi yemeyi, içmeyi çok seviyorlarmış. Gece yarısına yakın lüks ve pahalı eğlence yerlerine gidiyor, sabahın üçüne kadar vur patlasın, çal oynasın delice eğleniyorlarmış. Dönüşte bol sirkeli bir işkembe çorbası, tabiî o da lüks bir yerde ve sonra yatağa…

    (2) Paraya, zenginliğe, bol gelire de çok tutkunmuşlar. Ülkenin millî gelirinin yarısından fazlasını onlar kazanıp harcıyormuş…

    (3) Kendilerini üstün, imtiyazlı, seçkin görüyorlarmış. Bu yüzden taşra sermayesine Yeşil Sermaye diyorlarmış.

    (4) Rejimle devleti özdeşleştiriyorlarmış.

    (5) Ülkeyi ve devleti kendilerine atalarından, dedelerinden, babalarından kalma bir miras olarak görüyor ve benimsiyorlarmış. Türkiye’yi, mandırasını ve ineklerini delicesine seven bir çiftlik ağası gibi seviyorlar ve kıskanıyorlarmış.

    (6) Ehil olsalar da olmasalar da önemli makam ve mevkilerin kendilerine ait olduğuna inanıyorlarmış.

    (7) Acı Soğanlar dedikleri çoğunluğu aydınlatmakla, uygarlaştırmakla, pembe ufuklara koşturmakla vazifeli olduklarına inanıyorlarmış.

    (8) Kendilerine zıt gidenleri gericilikle, karanlıkçı olmakla suçluyorlarmış.

    Beyaz Türkler başlarını kaldırsınlar ve 2006 Türkiyesine şöyle bir baksınlar. Edirne’den Kars’a, Sinop’tan İskenderun’a kadar eserlerini göreceklerdir. Ektiklerini biçiyorlar, eserleriyle iftihar etsinler, sevinç ve kıvanç duysunlar.

    Vakit namazı kılmak üzere küçük ve şirin bir camiye gittim. Arkada imam efendinin camekanlı bir odacığı vardı. Orada sehpa üzerinde bir cihaz bulunuyordu. Ekranda caminin içindeki cemaat, gelenler, yere oturanlar seçiliyordu. Meğerse camiye kapalı devre görüntüleme sistemi kurmuşlar. Kimbilir kaç liraya patladı. İster misiniz, binlerce camiye böyle sistemler kurulsun, cemaatten “Ey Müslümanlar! Allah lillah için yardım edin…” denilerek para toplansın… Yine bazı camilerde pahalı alarm sistemleri var. Hangi camide çalınacak kıymetli antika halı ve kilim, sanat eseri levha, eski şamdan ve rahle kaldı ki… Boşuna zahmet…Camiler çoktan yağmalandı.

    Gerçek din büyüklerinin övgüye, alkışa, pohpoha, şakşaka ihtiyacı yoktur. Müslüman kesimdeki “Hazret-i Muhterem” reklâmlarına, propagandalarına çok kızıyorum. Bazı cemaatler, başlarındaki baronları göklere çıkartmak için muazzam paralar harcıyor, akıl almaz reklam kampanyaları tertipliyor. Bizim efendi çok büyük, en büyük, o şöyle yüksektir, o böyle mübarektir… Bunlar, İslâm’ın ruhuna ve öğretilerine uymayan bir edebiyattır. Peygamber bir meclise geldiğinde oradakilerin ayağa kalkmasını istemezdi. Yine bir topluluğa katıldığında baş köşeye oturmaz, nerede boş yer varsa oraya ilişirdi. “Ben Adem Oğullarının Seyyidiyim. Bunu övünmek için söylemiyorum” buyurmuşlardır.

    Din baronlarının reklâmı için harcanan yüz milyonlarca dolara acımak gerek. Hem bu paralar nereden, kimlerden toplanıyor? Müslümanlardan… Bunlarla sadece ve sadece gerçek ve faydalı din hizmetleri ve faaliyetleri yapılmalıdır. Müslümanlardan toplanan paralar din, iman, Kur’ân, Peygambere bağlılık ve itaat; Şeriatın hükümlerine, emir ve yasaklarına uyulması, iyiliğin emri, kötülüğün yasaklanması gibi konularda planlı ve programlı bir şekilde harcanmalıdır. 16 Mayıs 2006