Notlar, Seyahat İntibaları… Körfez, İzmit, Maşukiye…
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 30 Aralık 2018
Pazartesi
Üç hafta önce Kasımpaşa’daki Piyale Paşa Camii’ne Cuma namazı için gitmiştim. Mâbed tamir edilmiş, bahçesi düzenlenmiş. Bir iki aylık yeni imamın kıraati çok güzeldi. Orada oturan tanıdıklara sordum, uluslararası Kur’ân tilâveti yarışmasında derece almış. Çok sevindim. Yazık ki, Cuma günleri, namazdan çok önce Kur’ân okuyor, ondan sonra vaaz ediyormuş. Ben o kadar erken gelemem… Beraber gidebileceğim bir kişi bulabilirsem, bir sabah namazını orada kılacağım.
Türkiye’nin en büyük camii… Yerli ve yabancı turistler akın akın ziyaret ediyor. Avlu içindeki ana giriş kapısının sol tarafında, dört ayaklı koyu gri renkli oldukça büyük berbat bir çöp bidonu. Böyle muhteşem bir anıtın kapısına böyle iğrenç bir zibil kabı nasıl konur? Rezalet!
İzmit’ten geçerken, Saat Kulesi’nin üst tarafındaki Pembe Köşk’te (Sırrı Paşa Yokuşu tel. 0262/332 17 00) çay içtim. Bina, orijinalliği korunarak tamir edilmiş, restoran ve kafe olarak hizmet veriyor. Manzara nefis… İzmit körfezi, karşıdaki dağlar… Yakındaki Kapancı sokağındaki eski Türk evlerine bakmaya gittim. Eski evlerden birinin yarısı yıkılmış. Avrupa’da böyle sokaklar, böyle eski binalar hassasiyetle korunuyor, evler restore ediliyor, içlerine modern konfor yerleştiriliyor ve aileler oturuyor… İzmit bir Türk-İslâm şehri olarak bitmiş, betonlaşmış… Birkaç eski ev ve konak kalmış. Osmanlı valilerinden Sırrı Paşa’nın konağı tamir edilmeyi bekliyor. Önümüzdeki haftalarda Pembe Konak’ta birkaç dost ile bir öğle yemeğinde buluşmayı planlıyorum…
Sapanca yolundaki Maşukiye köyünde bir kahve içeyim dedim. Köylükten çıkmış, şehir olmuş. Pazar kurulmuştu. Sebze meyve birkaç ihtiyaç maddesi aldım. Yerli bir şey var mı diye sordum, yokmuş, kimse sebzecilik yapmıyormuş, esnaf halden alıp satıyormuş. Evdeki küçük mandalina ağacına toprak bir saksı alayım dedim, çok pahalıydı. Çinliler, satılacağını bilseler, böyle saksıları üretir, on bin km deniz yolculuğundan sonra, gümrük vergisi ödeyerek yarı fiyatına verirler.
Öğle yemeğini Körfez tren istasyonu karşısındaki iki katlı istasyon kebapçısında yedik, pideleri lezzetliydi. İki kişi 14 lira. Çayı karşıdaki Türk Kahvesinde içtik. Bu kahveyi önceki belediye başkanlarından solcu kültürlü bir zat yaptırtmış. Fevkalade güzel bir yapı, eski tarihî Osmanlı mimarîsi. Muzaffer beyin belediye başkanlığı sırasında burayı yeniden dekore ve tanzim etmiştim, vali beyin de bulunduğu bir törenle açılmıştı. Binanın dışını yeşile boyamışlar, yakışmamış. O zaman lâlezar ismini vermiştik. Osmanlıcasını hattat mimar Ali Toy beye yazdırmıştım. O yazıyı çıkartmışlar, sadece çerçevesi kalmış. Bahçesine Çukurcuma antikacılarından mermer küçük bir eski zaman havuzu alıp koymuştuk. Duruyor ama bakımsız. O civardan geçerken Körfez istasyonundaki bu kahvede mola vermenizi tavsiye ederim. Körfezde eski Türk evi kalmamış. Sadece istasyona yakın bir tek harap ev var. Orası restore edilip kültür merkezi veya restoran olarak hizmet verebilir. Param olsa, ahşaptan ve toprakta kurutulmuş kerpiçten yapılmış o evi satın alır, restore ettirir, arada bir dinlenmeye ve hava almaya gelirim.
İstanbul’un çevresinde hummalı bir mesken inşaatı var. On beş katlı korkunç binalar. Bunlarda oturan kimselerin ruh hastası olması kaçınılmazdır. İstanbul’u ve Türkiye’yi kurtarmak istiyorsak, bu yapılaşmayı mutlaka durdurmamız gerekir. Böyle giderse on sene sonra şehrin nüfusu otuz milyonu geçer. TEM’den gidip geldik. Modern yollar lüks otolarla doluydu. Parasını, kapitalini pahalı otolara, yakıta yatıran müsrif (savurgan) bir toplum olduk. Bunun sonu iyi değildir. Bizden on misli kazanan, çok ileri toplumlarda bizdeki kadar lüks hastalığı yok.
Bazıları çok kötü şoförlük yapıyor. Bir ülkenin, bir toplumun ne mal olduğunu anlamak için oradaki trafiğe bakmak yeterlidir. Biz İzmit’i geride bıraktıktan kısa bir müddet sonra, bir trafik kazası olmuş, sekiz kişi yaralanmış. Genç nesiller iyi yetiştirilmiyor.
Tophane’den geçerken, Beyoğlu’na çıkan Boğazkesen caddesindeki (No: 142) Şifa fırınından iki ekmek almayı ihmal etmedim. Eskiden Osmanlı atalarımız kibar tabakası ekmeğe “nan-ı aziz” derlerdi. Buğday ekmeği çok mübarek bir gıda maddesidir. Dengeli yaşamak, hasta olmamak, aşırı kilolardan korunmak istiyorsanız, yeterli miktarda esmer buğday ekmeği tüketiniz. Kesinlikle bembeyaz ekmek yemeyiniz. Devamlı beyaz ekmek yiyenler uzun vadeli intihar etmiş olurlar. Onların içinde en az dört çeşit kimyevî madde var. Ayrıca insanı zinde tutan bütün faydalı unsurları da atılmış…
Eve geldim, paltomu çıkardım, ekmek poşetini bir yere koydum. Kaş ile göz arasında büyük tekir kedi, kapalı kapıyı (kolunun üzerine çıkarak) açmış, onun ardından küçükler akın etmiş, torbadan birkaç dilim ekmek çıkarıp yemeye başlamışlar. Tabaklarında hazır kedi maması bol miktarda var ama esmer renkli nefis buğday ekmeği başkadır.
Pekin’de olimpiyat oyunları dolayısıyla hummalı bir faaliyet varmış, tam iki milyon işçi çalışıyormuş. Ajanslar haberini ve resimlerini verdi, şehir temiz olsun diye. Pekin idarecileri sokak kedilerini toplayıp gaz odalarında öldürtüyormuş.
Bu vahşet öncelikle Pekin olmak üzere bütün Çin’in başına bir sürü felâket getirecektir. Merhamet etmeyenlere merhamet edilmez. Vaktiyle, 20’nci asrın başlarında İstanbul köpeklerini
(Belediye) toplatıp Marmara’daki
‘ya attırmış, zavallı hayvanlar orada feci şekilde can vermişlerdi… Arkasından bir yığın felâket ve musibet sökün etmiş. Balkan harbinde Rumeli’yi kaybetmiştik. Medenî bir ülkede kedilere, köpeklere, öteki hayvanlara böyle zulümler yapılmaz. Bizde de bazı belediyeler gizlice, sinsice kedi köpek katliamı yapıyor. Bazen onları toplayıp çok uzaklardaki çöplüklere, kırsal araziye, ormanlara atıyorlar. Bu da bir zulümdür Daha medenî, daha merhametli, daha insanca metotlar bulmalıdırlar.
Bir ülkenin medenî olması için, hukukun üstünlüğü prensibi yanında, merhametin hakimiyeti prensibi de yer almalıdır. Maalesef bugün ne insana, ne hayvana acınıyor. Sulara, havaya, taşa toprağa bile merhametle muamele edilmesi gerekir. Denizlere merhamet etmezseniz kirlenir ve pislenirler. Nehirler, dereler de öyle…
Bazı sebze ve meyve üreticileri bol bol yapay gübre, hormon, kimyevî madde kullanıyor. Bunlar da merhametsiz kişilerdir. Zira zehirlenmiş sebze ye meyveleri yiyenler ileride kanser oluyor ve korkunç acılar çekiyor. Merhametsizlerin yaptıkları yanlarına kâr mı kalacaktır? Boşuna ümitlenmesinler. Doğrudan doğruya ve dolaylı şekilde zulm edenlerin sonu çok kötüdür.
Bazı belediyeler, gıda maddelerini kontrol etmemek suretiyle tüketicilere dolaylı şekilde zulmediyor. Onların da sonu kötü olacaktır.
Ya öyle mi? Üreticilerin hışmından korkuyorsunuz da, Allah’tan korkmuyor musunuz? 11 Mart 2008